‘Devletsiz Halk Kürtler’
Yıllar önce Kürtlerin durumuna dikkat çekmek için söylenmiş bir söz. Bugün de değişen bir şey yok. Kürtler hala devletsiz.Ve nüfus çoğunluğuna bakınca da dünyamızda başka bir örneği de yok. Kürtlerin devletsizliği, Kürtler için olduğu kadar bölge halkları için de bir sorun teşkil etmektedir.
Devletsizliği sadece bağımsız bir devlete sahip olmak olarak algılamıyoruz. Kürtleri dört parçaya bölen devletler de Kürtlerin gerçek devletleri olmamıştır. Bu devletler Kürtlerin özgürlüklerini ellerinden almakla kalmamış, onları insanlık ile bağdaşmayan katliam ve işkencelere de maruz bırakmıştır. Zaten bunlar Kürtlerin de devletleri olsaydı, ne Dersimler, ne Mahabatlar, ne Halepçeler, ne Kamışlolar, ne Roboskiler, ne de Surlar olurdu. Bu gidişatın değişmesi gerekmektedir. Kürtler de bugün bunu değiştirmenin mücadelesini vermektedirler. Belki damla damla mücadele vermektedirler ama özgürleşme yolundan vazgeçmemektedirler. Bu yolda atılan her adım bölge halklarının da çıkarınadır.
Referandum bir adım ileri
Güney Kürdistan referandumunda beklenen sonuç gerçekleşti ve EVET, % 90’ın üzerinde bir oranda çıktı. Daha önceleri de söylendiği gibi bu sonuç, hemen bağımsızlık ilanı demek değildir. Referandum, Kürdistan bölgesinin yaşadığı politik ve ekonomik sorunlardan bir çıkış yolu aramak için atılmış bir adım olmakla birlikte, uzun vadede Kürtlerin bölgede özgür koşullara kavuşması ve bunun güçlendirilmesine yönelik bir çabadır. Yirmi yılı aşkın bir süredir federal bir yapıda olan Güney Kürdistan’ın birikmiş ve çözüm bekleyen o kadar sorunu var ki, buradaki Kürtler çözüm için belirli bir adımın atılmasını istemektedirler. Halktan gelen bu isteğe karşı buradaki güçler daha fazla karşı duramamışlardır. Bir yerlerden belirli bazı adımların atılması gerektiğinin farkına varmışlardır. Referanduma giderken, federal yapının gerektirdiği bir örgütlenmeden bile uzak olan bu güçlerin, böylesi bir adımı atarken, neyi ne kadar hesap ettiklerini de tam olarak bilemiyoruz. Yaşanan tüm eksikliklere rağmen bir adım atıldı ve bunun sonuçları oldu. Kürtlerin eski statüde tutulamayacakları ve bunu kabul etmeyecekleri de bu şekilde dile getirildi. Referanduma gidenlerin niyetleri ile bunun sonuçları tam olarak örtüşmese de Kürtlerin bu gelişmelerden kazançlı çıkacaklarını söyleyebiliriz. Önemli olanın bölgede yaşanan gelişmelerden doğru sonuçları çıkarabilmektir. Tek taraflı yaklaşımların kazandırmayacağı açıktır. Sadece madalyonun bir yüzüne bakarak karar vermek devrimcilerin tercih edeceği bir yol değildir.
Ulusal Birlik Yeniden
Ulusal birlik, referandumun ertesi günü daha fazla dillendirilmeye başlandı. Anahtar çözüm burada mı yatıyor diye sorulabilir. Tek başına yetmeyeceği açıktır. Ama ulusal birlik ile önemli adımların atılacağı kesindir. İçeride ve dışarıda bütünlüklü bir politika yürütebilmek, kuşkusuz Kürt Hareketinin güçlenmesine, dış saldırı ve komplolara karşı durmada başarılı olmasını beraberinde getirecektir. Dönüp dolaşıp bu konuya değinmemiz bu nedenledir. Ulusal birlikten bahsetmek ve bunun için adımlar atmak her kürdü heyecanlandırmaktadır. Gerçekleşmesinden uzak olması da üzüntü yaratmaktadır.
Ulusal birliğin koşullarını yaratacak olanlar her bir parçada örgütlü olan siyasi güçlerin kendileridir. Bu konuda samimi girişimlerde bulunanların desteklenmesi gerekmektedir. Şimdiye kadar var olan pratik, bunun öyle istemek ile kolayca gerçekleşecek bir adım olmadığını da bizlere göstermiştir. Bunun çeşitli nedenleri olmakla birlikte, mevcut siyasi örgütlerin, bu konuda cesur adımlar atmaktan kaçınmalarıdır da diyebiliriz. Kürdistan’ın öneminden dolayı, siyasi gelişmelere dahil olan güçlerin çokluğu bir başka handikapı oluşturmaktadır. Bölgede son zamanlarda yaşanan gelişmeler, Kürdistan’ın bu önemini daha bariz bir şekilde açığa çıkarmakla kalmamış, yeni gelişmelerin odağına oturmasına da yol açmıştır. Gelişmelere bütünlüklü olarak baktığımızda ulusal birliğin önemi daha bir açığa çıkmaktadır. Tek bir gücün mevcut gelişmelere doğru bir temelde yön verebilmesi mümkün değildir. Farklılıklar olsa da bunların ulusal birlik önünde engel oluşturmayacak bir şekilde geride tutulması gerekmektedir. İyi niyetle atılan adımların desteklenmesi, sadece Kürtler açısından yararları olmayacaktır. Bölgenin diğer halklarının da çıkarlarını gözetecek bir gelişmeye yol açacaktır. Milliyetçilikten uzak bir politikanın sürdürülebilinmesi için de Kürtlerin ulusal birlik yolunda ilerlemeleri önemlidir. Birlik, bölgenin diğer halklarıyla ortak bir mücadelede bir araya gelmenin de koşullarını yaratacaktır. Bölgede eksik olanın da halklar arasında dayanışmanın gelişmemiş olmasıdır diyebiliriz. Bu, bölgede halklar lehine bir çözümün ortaya çıkmasını geciktiren sebeblerin en başında gelmektedir. Ulusal ve mezhepsel ayrılıkların körüklenmesi, halklar arasında düşmanlığı derinleştirmektedir. Bu politikalara karşı durmak, sadece emperyalistlere karşı değil, bölge gericiliğine karşı da mücadele etmek gerekmektedir.
Referanduma karşı TC-İran ortaklığı
Referandumun yapılmasına bile karşı çıkışlarıyla TC ve İran bir kez daha ortak bir noktada buluştular. Kürtlerin bölgede kazanımlar elde etmeleri ve özgürleşmeleri, şu an her iki ülkede de işbaşında olanların pek de içlerine sindiremedikleri gelişmelerdir. Özgürleşen bir Kürdistan onların egemenliklerinin dayanaklarını da zayıflatacak ve yıkılmalarına yol açacaktır. Kürdistan’ın bugünkü mevcut statüsünün devamında çıkarlarını ve geleceklerini görmektedirler. En sert tepkilerin bu her iki devletden gelmesi de şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan bu gerçekliği zamanında görememiş olanların hala bir beklenti içerisinde olmalarıdır. Güney Kürdistan’da bazı çevrelerin AKP faşizmine sünni ittifakının bir parçası olduklarını hatırlatarak referanduma karşı çıkmamaları gerektiğini ve bunun da çıkarlarına olduğunu söylemeleri saldırganlığın altında yatan Kürt düşmanlığını görememelerinden ve ya görmek istememlerinden kaynaklanmaktadır. Bunlar geçmişte TC ile kurdukları ve Kürtlerin yararına olmayan kirli ilişkilerini sürdürmek için işbirliğinin devamını istemektedirler. Kürt dostu olarak yutturulmak istenen AKP faşizminin böyle olmadığının açığı çıkması bu çevreleri de korkutmaktadır. TC’nin hendek ve barikatları bahane ederek saldırganlığına sessiz kalan bu çevreler kılıcın ucu kendilerine dönünce işin aslının başka olduğunu görmüş olmaları gerekir. Aslında meselenin sadece referandum olmadığını, Kürtler adına elde edilecek en ufak bir kazanıma bile bir düşmanlık gösterildiğini, bu çevrelerin çoktan anlamış olmaları gerekmektedir. Birbirlerine pek de dostça bir gözle bakmadıklarını tarihsel geçmişleriyle bildiğimiz, bu her iki devletin egemen güçlerinin, söz konusu Kürtler olunca biraraya gelmeleri şaşırtıcı değildir. Bu ortaklıklarını ne kadar sürdürebilirler, bu bölgede gelişmelerin alacağı yön ile ilgilidir.
TC ve İran’ın Güney Kürdistan üzerinde çeşitli ilişkiler yoluyla bir egemenlik kurma çabasında olduklarını bilmekteyiz. KDP’nin TC ile girdiği ve bugün tam olarak da açıklanmamış ilişkilere karşı, İran’ın da YNK, Goran ve diğer güçler üzerinden bir ilişki geliştirdiğini ve egemenlik kurmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bunların kendi ellerindeki Kürdistan parçalarındaki gelişmeleri kontrol etmek için, böylesi bir ilişki içerisine girdiklerini ve kendi gerçek niyetlerini gizlemeye çalıştıklarını görmekteyiz. İran Cumhurbaşkanı ‘Biz Kürtleri severiz’ diyor. TC’nin başında olan da işbirlikçi Kürtleri toplayarak onlara referandumu bahane ederek, Kürt düşmanı açıklamalar yaptırarak ‘Kürt sevgisini’ gösterdi. Bu sevginin nasıl bir şey olduğunu biz Roboski’den, Sur’dan, Nusaybin’den, Silopi’den bilmekteyiz. Ortaya çıkan gerçek şu: Kürtler mevcut statüko içerisinde kaldıkça ve özgürlüklerinden vazgeçtikçe seviliyorlar. Kendileri için de bir şeyler istemeye başladıklarında hemen “uluslararası güçlerin oyunlarına geliyorlar ve emperyalistlerin çıkarlarına hizmet ediyorlar” denilerek bir kenara atılmak isteniyorlar. Bu konuya tekrar döneceğiz.
İran ve TC’nin Kürt sevgisinin kendi sömürgeci amaçlarına hizmet ettikçe varolduğunu, bunun dışında bir gelişmeyi kabullenmediklerini görmekteyiz. TC’nin sınırları kapatmaktan bahsetmesi, aç bırakmakla tehdit etmesine İran’da ‘hatalarının cezasını çekmeliler’ ile katıldı. Sadece burada durmayacakları ve Güney Kürdistan’da mezhepsel ve etnik ayrılığı kışkırtacaklarının da işaretlerini verdiler. Böylelikle Kürtleri kuşatma altına almaya çalışmaktadırlar. Irak yönetimini de bu amaçlarına ortak ederek tam bir kuşatma içerisinde Kürtlere nefes bile aldırmamak istemektedirler. Böylesi çok yönlü bir saldırı altında Kürtlerin de kendi ittifaklarını güçlendirmeleri ve iç örgütlenme ile birlikteliklerini geliştirmeleri gerekmektedir. Kürtler açısından zorlu bir sürecin kapısı açıldı demeyeceğiz, yeni gelişmeler ile birlikte bunun yeni bir boyut kazanarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Aslında varolma mücadelesinin kazanımlar ile taçlandırılması ile yok oluşu kabul etme arasında bir yolda Kürtlerin yürüdüğünü söyleyebiliriz. Bölgenin yeni bir biçim alacağı kesin gözüküyor. Bu yeni dengelerde Kürtler kendileri için nasıl bir statü elde edecekler. Asıl tartışma konusu da bu.
Statüsüzlük Kürtlerin özgürlüğünü engellemekle kalmıyor, bölge halklarınının da aleyhine, onların da özgürleşmelerinin önünde engel oluşturmaktadır. Buradaki denklemi şöyle kurabiliriz: Kürtler özgürleştikçe bölge hakları da özgürleşeceklerdir. Yüzyıllık bir haksızlığın son bulması bölge halklarının da kurtuluşunu kolaylaştıracaktır. Bölgede kurulan düzeni Kürtler seçmedi ve kurulmasını da istemedi. Bugün bölgeye kendi çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışan emperyalist güçler ve bölgedeki gerici müttefikleri bu düzeni kurdular. Ama bugün bu eski statüyü sürdüremez duruma düştüler. Bu güçler kendi çıkarlarına uygun bir statüyü bölgeye hakim kılmak için, bugün de yoğun bir çaba içerisindeler. Kürtlerin ve bölgedeki diğer halklarında belli oranlarda sürece müdahale ettiklerini ve kendi çıkarları doğrultusunda bir çözümü dayattıklarını da göz ardı etmememiz gerekmektedir. Bu bakımdan peşin hükümlü ve emperyalizmle ilişkilerindirerek halkların direnişlerine karşı durmak, bölgenin dinamiklerini iyi okumamaktır. Ya da ‘kolaya kaçmak’ diyebileceğimiz kalıplaşmış değerlendirmelerdir.
Kürt Özgürlük Mücadelesinde Sol Nerede Duruyor?
Referandum ile bir kez daha tartışma konusu haline gelen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı nasıl yorumlanmalı. Lenin’in her koşulda halkların bu talebi desteklenmeli biçimindeki açıklaması bugünün koşullarında ifadesini nasıl bulmaktadır. Sadece sosyalistlerin ve demokratların değil, halklar arasında dayanışmaya inanan herkesin bu hakkın savunulmasından yana olması gerekmektedir. Ayrılmak, mutlak kopuş anlamına gelmediği gibi halklar arasında birliği engelleyen bir adım da değildir. Birlikte yaşayabilmek için aynı sınır içerisinde olmak da gerekmiyor. Halklar arasında dayanışmanın güçlendiği zamanlarda sınırların hiç bir anlamıda kalmamaktadır. Sadece coğrafi bir hat olmaktan öteye de gitmemektedir. Eksiklikleri, yanlışlıkları tartışılsa da Sovyet deneyiminde bunu gördük. Ayrılmak da bir arada yaşamak da mutlaklaştırılacak bir konu değildir. Buna halkların kendisi karar vermelidir.
Konu Kürtlere gelince bazı solcularımızın eski kemalist damarları ortaya çıkmaktadır. Eski diyoruz ama, bu damardan kurtulduklarını da görmedik. Dünyanın her hangi bir başka bölgesindeki halkların kendi kaderlerini tayin hakkına kayıtsız şartsız evet diyen bu solcularımız, söz konusu Kürtler olunca emperyal ilişkilerden ve daha zamanı gelmemiş gibi ne olduğu da pek belli olmayan bir zaman kavramına sarılmaktadırlar. Sanki bölgenin mevcut statüsü emperyalistler tarafından belirlenmemiş gibi bir hafıza kaybı yaşamaktalar ve bizlere de yaşatmak istemektedirler. Kimsenin UKKTH fetişleştirmek gibi bir çabası yoktur. Söz konusu Kürtler olunca bu solcularımızın tavrı anlaşılmaz olmaktadır. Ayrılma ya da birlikte yaşamaya halklar kendi özgür iradeleriyle karar vermelidirler.
Mevcut statükonun devamını isteyenler bellidir. Yıllar önce çizilmiş sınırların bugün korunmasının halklara ne gibi bir faydası olacağını bunlar izah edebilecek bir durumda da değildirler. Mevcut olmayan bir çok devlet kurulmuş ve bunların bugün sınırları ve ‘ülke bütünlükleri‘ korunmak istenmektedir. Bunlar zaten emperyalizmin bir tür üretim devletleri değil midir? Meseleyi sadece ‘emperyalistlerarası ilişki ve çelişkilere’ bağlayarak ne İran’ın ne de TC’nin bölgedeki yayılmacı ve eski egemenlik günlerine dönük iştahlarının kabarmasını gözardı ederek izah edemezsiniz. Kürtlere karşı, emperyalist güçlerle kirli ittifaklar içerisine girenler de bu her iki sömürgeci devletlerdir. Mevcut düzenin bu şekilde sürmesini ve başarabilirlerse Irak ve Suriye’de İran ve TC kendilerine bağlı güçler eliyle egemenlik sahaları kurmak istemektedirler. Bunu da mezhepsel temele dayanan çelişkileri kışkırtarak yapmaktadırlar. Bu bakımdan bölgede, bu her iki gücün tehlikeli yaklaşımını da görmek gerekmektedir. Bu her iki sömürgeci devlet kendi egemenliklerini sürdürebilmek için de olsa Kürtlerin her türlü kazanımlarına karşı çıkmaktadırlar.
Yıllar önce Kürtler, Kemalistler tarafından ‘iki halkın devleti, Türkler ile Kürtlerin ortak hükümeti’ denilerek birlikte mücadeleye ortak edildiler. Sonrasında bu vaatler unutulduğu gibi, Kürtler ağır bir katliamdan geçirildi. Barış sürecinin bitirilmesi sonrasında da benzer bir politika AKP faşizmi tarafından uygulandı. Kürtler insanlığın yitirildiği bir vahşetin cenderesine alınarak yeniden susturulmaya çalışıldı. Bunu egemen güçlerin saldırganlığını görmezden gelerek sadece emperyal güçlerin politikası ile izah etmek olsa olsa bu solcuların deve kuşu görüntüsüdür. Birlikte yaşamanın, ama özgürce ve eşit yaşamanın koşulları varsa bu savunulmalıdır. Bunun yolu da ayrılma ya da bölünme fobisinden öncelikle kendilerini ve sonrasında da halkı kurtarmalarıdır. Kürtler herhangi bir başka halkın toprağını almak istememektedir. Sadece kendi toprakları üzerinde özgür bir yaşam istemektedir. Bu da insan olmanın temel bir hakkıdır.
Bir diğer tartışma konusu referandumun zamanlaması. Bir çok kişiye göre zamanı gelmeden atılmış bir adımdı. Ön hazırlıkların tam yapılmadığı ve mevcut federal hükümetin bir çok kurumuyla tam bir işlev kazanmadığını biz de belirtmiştik. Ama orada halk sandığa gitti. Ve bir karar verdi. Bu esasında hemen ayrılmanın dışında bir irade beyanıydı. Buna da saygı duymak gerekirdi. Hemen emperyalist oyunların bir parçası gibi göstererek, İsrail ile ilişkilendirmek deve kuşu görüntüsü veren solcularımızın değişmediğini ve değişmek de istemediğini göstermesi açısından önemlidir. 70’li, 80’li yıllardaki Filistin mücadelesi ile İsrail ilişkilerinin bugün farklı bir boyut kazandığını görmezden gelerek ucuz değerlendirmeler yapmaktadırlar. Kürdistan neden yeni bir İsrail olacak? Bunun mantığı yok. Sadece değişemeyen solcularımızın ulusalcılardan ve Kemalistlerden kaptıkları bir can simidi olmaktan öte bir şey değildir. Bunlara kalsa Avrupa Birliğine ve ABD’ye karşı bir kaç laf söyleyen Erdoğan’ı bile anti-emperyalist kabul etmemiz gerekmektedir. Anti-emperyalistlik lafla olmuyor. Kaldı ki Erdoğan da İsrail ile ilişkilendirmeye çalıştı. İsrail’in varlığını devam ettirmek için bölgeye çeşitli müdahalelerde bulunduğu gerçeğini gözardı etmiyoruz. Kürt Özgürlük Hareketine karşı TC en aktif desteği hep İsrail’den aldı. Bu politika da bir değişikliği biz daha gözlemleyemedik. Eğer bir şeyler değişirse bölgedeki gelişmelerin kazanacağı yeni boyut sayesinde olacaktır. İsrail’in Filistinliler ile birlikte ayrı birer devlet olarak yaşamayı kabul etmesi, bu her iki halkın birlikte yaşayabilmesi için ve ülkelerinin demokratikleşmesi için de son derece önemlidir. Kürtlerin elinde, üzerinde egemenlik kuracağı bir başka halk yoktur. Bu açıdan bile olsa İsrail benzetmesi yersizdir. Ve Kürtler baştan itibaren birlikte yaşadığı halklar ile kardeşliği ve birbirlerinin haklarına saygıyı esas almaktadır. Sadece kafaları karıştırmaya yönelik iddialara sarılmak devrimcilerin işi olmaması gerekir. Kürt düşmanlığında herkes ile işbirliğini temel alan İran-TC ortaklığına karşı Kürtlerin de bölge halkları ve uluslararası güçler ile kurduğu ilişkiler anlaşılırdır. Kaldı ki ittifak ve ortaklıklar gelişmelere göre yön almaktadır. Bölgede yeni düzenin ayakları üzerine oturması uzadıkça bu değişkenliğin de devam edeceğini söyleyebiliriz. Kalıcı ilşkiler bölgenin belirli bir düzene kavuşması ve ancak halkların kendi gerçek öz iradeleri ile gerçekleşebilecektir.