10 EYLÜL 1920’NİN ÖNEMİ

10 EYLÜL 1920’NİN ÖNEMİ

Mustafa Suphi Vakfı, 10 Eylül 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) 102. kuruluş yılı vesilesiyle  10 Eylül 2022 tarihinde “TKP tarihinden kesitler, günümüz sınıf mücadelesi ve TKP” konulu panel düzenledi. Panele, TKP Merkez Komitesi ve Politbüro eski üyelerinden Veysi Sarısözen ve TKP MK eski üyesi, DİSK’e bağlı T. Maden Sendikası Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yapmış Halit Erdem katıldı.

Aşağıdaki yazı Halit Erdem yoldaşın panelde yaptığı konuşmasının düzenlenmiş halidir. Arabaşlıklar tarafımızdan eklendi.

Tarihimizin önemli gündönümlerinden birine denk gelen toplantımızda, konuşmama Mustafa Suphi’nin şahsında devrim ve sosyalizm idealleri uğruna hayatını veren yoldaşlarımızı saygıyla anarak başlıyorum.

10 Eylül 1920 ile 28-29 Ocak 1921 tarihleri arasında Mustafa Suphi ve yoldaşları, Türkiye Komünist Partisinin kuruluşunu, Türkiye’ye dönüş kararını ve bunun gerçekleşmesini sağladılar.

Bugün Türkiye Komünist Partisinin kuruluş kongresinin başlama tarihidir. Türkiye topraklarında o güne kadar verilmiş en cesur ve doğru kararların bedelini yoldaşlarımız hayatlarıyla ödediler.

Kuşkusuz komünist hareketin tarihi 1920’de başlamıyor, Ermeni devrimcilerinin, Selanik İşçi Federasyonu’nun, Osmanlı Sosyalist Fırkasının mücadeleleri işçi sınıfı tarihinin birikimleridir. Ancak 10 Eylül girişimini, o zamana kadar yürütülen komünist faaliyetlerden ayıran en önemli özelliği Türkiye komünistlerinin birliğinin sağlanması ve kongrede kabul edilen parti programıdır.

Kongreye katılan İstanbul ve Ankara grubunun faaliyetlerinin sonuçlarını biliyoruz: tarih bize bunları değerlendirme fırsatı veriyor ama Bakü kongresinde kabul edilen programın sonuçlarını bilmiyoruz. Bugün burada toplanmamızın ve bu sorunları tartışmamızın anlamı da bu meseleyle doğrudan bağlıdır; bu kongrede kabul edilen programın ve stratejinin güncelliği ve önemidir.

O günden sonrada yürünen yolun ana hatlarıyla İstanbul komünist gruplarının faaliyetinin devamı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Mustafa Suphi ve yoldaşlarının hunharca katledilmelerinden sonra yıllarca Mustafa Suphi’nin adı anılmamış, kuruluş kongresi tanınmamış ve kongrede kabul edilen devrimci parti programı yerine parti faaliyeti olarak İstanbul komünist grubunun çalışmaları ikame edilmiştir.

“TKP kuruluş Kongresi, Türkiye’nin yönetim şekli olarak bütün emekçi sınıfların temsil edileceği federatif temelde bir “Şuralar Cumhuriyeti”ni esas almıştır. …Şuralar Cumhuriyeti’nin bütün milletlerin emekçi köylü ve işçilerini içine alacağını, her milletin dil ve kültürünü özgürce geliştirebileceğini, bütün ayrıcalıkların kaldırılacağını; Şura Cumhuriyeti’nin gönüllü bir birlik olacağını öngörmüş ve “ayrılma” hakkını tanımıştır. TKP Programı, bütün ruhani kurumların hükümet ve yönetimden ayrılarak gerçek anlamda vicdan özgürlüğüne ve laisizme imkân tanımıştır.”

Mustafa Suphi ve Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşunu andığımız bu gün, bu ilk program üzerinde düşünülüp, federatif yapı, halkların kendi ana dilinde eğitimi ve kendi kendilerini yönetme talepleri geliştirilmiş olsaydı, sol hareketin geleneğinde antiemperyalizm, üniter devlet, laiklik gibi devletin retoriğinden farklı içerikte bir politik literatürü ve mücadele gelenekleri oluşabilirdi. Sol içinde ve Türkiye’nin devlet ideolojisiyle yetişen seküler kesimlerinde Kürt düşmanlığı bu derece kök salmış olmaz, Ermeni tehciri, Rum halkına karşı kıyımlar, mübadele ve öteki halklara karşı düşmanlıklar bu derece yer etmiş olmazdı.

Bu nedenle işçi sınıfı kendi bağımsız politik hattını oluşturabilmesi komünistlerin Kemalist ideoloji ile köklü bir hesaplaşması ile mümkündür.  Bu mücadele işçi sınıfının kendi partisiyle verilir.

Günümüzdeki sorunlar ve çözümlere geçmeden bugün omuzlarımızda ağır bir yük olarak taşıdığımız iki ana sorunun köklerinin bu tarihlere dayandığını önemle belirtmemiz gerekir: bunlardan birincisi Kürt sorunu, diğeri de işçi sınıfının ağırlıklı olarak iktisadi temelde bir mücadele yürütmesi, bununla birlikte verilmesi gereken, işçi sınıfının bağımsız siyasal mücadele hattının inşa edilememesidir.

SİYASAL MÜCADELEDE YENİ OLAN NEDİR?

Esasında yeni örgütlenme modelleri ve araçları mücadelenin içinde ortaya çıkıyor. Yüzlerce fabrikada ücretini alamayan, kıdem tazminatı gasp edilen işçiler hakları için mücadele veriyor, direniyorlar, bunlar azımsanacak şeyler değil. Önemli sorun bu mücadeleleri koordineli hale getirmenin yolunu bulmak, ekonomik kazanımlarla birlikte siyasi gelişmeler içinde etkili bir rol oynamasını sağlamak, mücadeleye siyasi içerik kazandırmaktır.

Geçtiğimiz döneme damgasını vuran ve dönüm noktaları oluşturan 15-16 Haziran büyük işçi direnişi ile başlayan dönemi hatırlamalıyız; işçiler kendi hakları ve bu hakları ona kazandıran sendikalarını yok etmek isteyen siyasi iktidara karşı direnişe geçmiş ve direnerek meclislerden geçen kanunları uygulatmamıştır. Bu ekonomik mücadelenin siyasi amaçla birleştirilmesi ve bunun başarılmasıdır. Bundan sonra üzerinde durulması gereken adım, 1976’da Devlet Güvenlik Mahkemeleri kanununa karşı doğrudan fabrikalarda başlayan direnişlerdir. Bir genel grev havası içinde fabrikalarda üretimi durduran ve toplumun pek çok kesimini kapsayan dört gün, demokratik güçlerin de katılımıyla Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılmasını getirmiştir.

Türkiye’nin neoliberal dünya ile ilişkilerini geliştirmeye başladığı 1970’lerden buyana, sermaye Türkiye’yi dünyada yükselen neoliberal politikalara entegre etmenin yollarını arıyordu. Bunun önündeki en büyük engel işçi sınıfının güçlü sınıf sendikalarında örgütlü olmasıydı. 1977’de Metal sanayi işçileri yedi ay süren ve 1979’a kadar aralıklı olarak devam eden grevler yaptılar. 1980 başlarında bu grev dalgasına cam ve tekstil sanayi işçileri de katıldı. Komünistlerin özverili mücadeleleri ile sürdürülen grevler, 12 Eylül faşist darbesi ile durdurulabildi. Ekonomik mücadelenin yetmediği, işçi sınıfının siyasi hedefleri olması gerektiği ve siyasi amaçlar içinde mücadele vermesi gerektiği 12 Eylül darbesinin önlenemeyişinin çok derinlikli analizi ile ortaya konmalıdır.

Darbeden sonra her alanda güvencesizliği iş hayatına yerleştiren süreç, AKP’nin iktidara gelmesiyle 2002’den sonra hızlandı ve geleneksel tüm örgütleri, mücadele yöntemlerini ve büyük emeklerle elde edilmiş kazanımları yok etti.

Tarihimizden çıkardığım sonuçları özetlemek gerekirse günümüzde her iki mücadele yönteminin birbirinden koparılmadan yürütülmesi önemlidir.

Bu gün karşı karşıya kaldığımız durumda olduğu gibi ekonomik mücadelenin zorlaştığı ve sonuç alınamaz bir yola girildiği tesbiti yapıldığında mücadele yöntemi ve araçları yeniden ele alınmalıdır. Bugün neyle karşı karşıyayız: çalışanların sadece yüzde onu sendikalıdır. İşçilerin üye olduğu sendikaların çok küçük bir parçası devrimci, mücadeleci sendikalarda örgütlüdür. Sendikal örgütlenme yasal kısıtlamalar ve fiili baskılarla imkansız hale getirilmiştir.

Buradan sendikal örgütlenmenin önündeki yasakların kaldırılması sorunu başa alınmalıdır; bu sorun bugün birçok sendikanın sıkça dile getirdiği gibi faşist iktidarlardan talep edilerek çözülecek bir sorun değildir. Çünkü sorun siyasaldır; sermaye ve iktidarlar kendilerine en çok yarar getiren bir sendikal düzeni bir zorlama olmadan neden değiştirsin? Demek ki iktidarı zorlayacak bir güce ve birikime ihtiyaç var!

Bu güç ve birikim mücadele ile sağlanır

Bu yeni bir şey değil; örgütlü örgütsüz işçiler haksızlıklar karşısında direniyor, düzen sendikacılarını protesto ediyor, onların tahakkümü altındaki sendikalardan ayrılıyor, yeni sendikalar kuruyor ya da kendi aralarında örgütlenerek mücadele ediyor. Ancak yine de eksik olan bir şey var: bu güçler tekil, parçalı birbirinden habersiz ve hedefsiz. Hedefsiz çünkü ekonomik yarar sağlamak bir hedef değildir.

İşçi sınıfının bütün güçlerini ve mücadelesini koordine edecek, tek bir hedefe yönlendirecek güç işçi sınıfının siyasal partisidir. Çünkü hedef siyasaldır, karşımızda örgütlü bir sermaye ve sermayenin siyasal alandaki temsilcisi devlet var.

İkincisi sermayenin en güçlü dayanağı olan temsili sistem bütünüyle terk edilmeli; işçi sınıfının bir özne olarak kendi kaderini eline alıp kendi kendisini örgütleyecek yeni bir düzenin nüvelerini inşa etmeye başlamasıdır. Bu siyasal bir hedeftir.

İşçi sınıfın kendi düzenini, kendi taleplerini sermayeye, devlete kabul ettireceği, onu zorlayacağı yöntem budur. Bunun araçları adına ne denirse densin özü meclis örgütlenmesidir. Bunlar parti örgütü ve parti meclisi değildir. Halk meclisleridir. Komünistler bu meclislerin sadece fikirsel ve fiili öncüleridir.

Açık, duru, gerçekleşebilir bir program ve fedakar bir öncü güç; ihtiyacımız olan budur.


Konuyla ilişkili diğer makaleler