24 Nisan 1915

Ermenice: 24 Nisan 1915

24 Nisan 1915

İnkâr, tehcir, imha, soykırım, özür, kabul, çekince, ikircim, titrek siyaset ve gerçeklik gölgesinde asırlık bir konu. Bir halkın, yerleşiği olduğu coğrafyada, planlı olarak kırımı. Yani Ermeni soykırımının ezber bozan tarihi 24 Nisan 1915.

İlk yığınsal katliamın üzerinden 100 yıl geçmiştir. Bir asırdır, hafızalarımızdan tarihimizden, tanıklığımızdan gizlenmeye çalışılan bu felaket, bir devlet marifetidir.

Sahi 100 yıl önce ne olmuştu? Arşiv adı verilen toplu mezarlığa defnedilen katliam güncesinden kaçımız haberdardık? Ermeni sorunu bizim için her 24 Nisan’da yılda bir kez gündeme gelen dış mihrakların bir tahriki sorunu değil miydi? Yüzde doksan dokuzu Türk ve Müslüman olan bu cennet topraklar da etnik sorunlar, etnik temizlik harekatları olur muydu hiç?

Biz ki işgal ettiği topraklardan geçerken, bahçeden izinsiz aldıkları meyvaların yerine altın keseleri bağlamış, kahramanlıkları ve yiğitlikleri dünyaca bilinen bir ırkın evlatlarıyız; nasıl olur da bir halkı dere boylarında, çöl ortalarında, sıcacık odalarında, sofralarının başında, tarlalarında, atölyelerinde, ana karnında kalleşçe katledebilirdik ki? Aramızda yaşamalarını ırkımızın misafirperverliğinden kaynaklanan bir hoş görü ile devam ettiren isimleri farklı, dinleri farklı, dilleri farklı olanlar da vardı ama onlar tarihin bize emanetiydi ve biz bu emaneti engin bir tevazu ile koruma altına almıştık. Doğu da bir yerlerde kendilerine Kürt diyen Şakiler de zaten eşkıyalığı meslek haline getirmişler ve dış mihrakların özellikle bizi çekemeyen düşman komşularımızın aleti olmuş, sonradan Türklüklerini unutmuş çapulcular değil miydi?

Bu toprakların kadim halklarından Ermeniler misafir miydi? Ermeni bahçelerinin dallarına altın keseleri bağlamak yerine bizzat Ermenilerin bedenlerini sallandırdığımız yanlış mı peki? Kanıtlarıyla, korkmadan, cesaretle kabul edilmesi için kaç yüzyıl geçecek acaba?

Arap çöllerine sürdüğümüz, açlıktan susuzluktan ölsünler diye oralarda mezarlarını kendilerine kazdırdığımız bir halkın hesabını sormamalı mı katliam güncesi muhafızlarından...

100 yıl öncesine gidersek eğer, resmi tarih dayatmalarının geçersizliği apaçıktır.

93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşı ardından imzalanan Ayestafanos Antlaşması, Osmanlı açısından ağır şartlar içerirken, Rusya’nın Balkanlar’daki hakimiyetini de güçlendiriyordu. Osmanlı’nın Balkanlar’da uyguladığı ağır vergiler ve Rusya’nın Çerkes soykırımı ile ülkesinden kovduğu Çerkeslerin Osmanlı tarafından Balkanlara yerleştirilmesi de bölgede ayrı bir nefreti körüklüyordu. Rusya’nın panislavist politikaları Balkanlarda ilgi görüyordu. Avrupalı devletlerin, özellikle de İngiltere’nin çökmekte olan bir imparatorluğu Ruslara kaptırma kaygı ve baskısı ile Osmanlı’nın paylaşımı konusunda Rusya’yı masa başına çekerek Berlin Anlaşması’nın imzalanması emperyalist güç dengelerinin korunması çabasıydı.

Doğu’da İngiltere ve Rusya arasında Osmanlı’nın paylaşımı Ermeni sorunu üzerinden yürütülmüştür. Berlin Anlaşması, Ermeniler lehine içerdiği maddelerle Doğu sorununa yeni bir boyut eklemiş ve emperyalist güçler açısından bakıldığında Doğu sorunu Ermeni sorunu olarak görülüyordu. Anlaşmanın 61,62 ve 64. maddeleri Ermeni sorunu ile ilgili maddelerdi. 61. madde Doğu’da “Vilayet-i Sitte” olarak adlandırdığı 6 ili (Diyarbakır, Van, Erzurum, Sivas, Muş, Harput) Ermeni vilayetleri olarak adlandırıyordu. Yine aynı madde gereğince;

“Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan vilayetlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir”. deniyordu.

Ermeni ulusu için bağımsızlığın ilk adımı olarak algılanan Berlin Anlaşması, Kürtler aleyhine içerdiği maddelerle, Ermeni sorununu bir Kürt sorunu haline de getirmiş oluyordu. Osmanlı bu karşıtlamadan kendisine bir yol bulacak ve ağır darbe indirdiği Kürtlerle de yeni bir ittifak kurmaya çalışacaktı. Gelişen süreçte, Abdülhamit’in Sünni İslam politikaları ile geliştireceği öfke, Kürtleri, Alevileri, Çerkesleri, Ezidileri... baskı altına almaya devam edecekti. Katliamların öznesi olmasalar da yağmalamalarda nesnesi haline getirilecektiler. Ve daha sonra aynı halklar tehcire uğrayan Ermeni kadın ve çocuklarını korumaya çalıştılar.

Berlin Anlaşması’nın sonrasında, Ermeniler arasında ulusal örgütlenme hız kazanmaya, Balkanlar’daki bağımsızlık ve sosyalist hareketlerin etkisiyle siyasi örgütlenmeler oluşmaya başladı. Ermeni devrimcileri “bülücülükten” tutuklanmaya ve ağır cezalara çarptırılmaya başlandı. Bölücülükte 1882’lerden itibaren çıkarılamaz şekilde bu coğrafyanın literatürüne girmiş oldu. İlk Ermeni partisi “Armenakan” 1885’te Van’da, En güçlü ikinci parti “Hınçak” 1887’de Cenevre’de, Ermeni milliyetçisi “Taşnak” partisi ise 1890’da Tiflis’te kuruldu.

Abdülhamit’in sünni islam politikalarına dönüşü ile birlikte, devlet mekanizması da bu yönde örgütlendi. İsminden etkilenerek oluşturulan “Hamidiye Alayları” 1891’de kuruldu ve kendisine bağlı özel birliklerdi. Bu birliklerin iki temel amaçla kurulduğunu söyleyebiliriz. Kürt ulusal mücadelesinin denetim altına alınması ve Ermeni bağımsızlığının önlenmesiydi.

Erzurum’dan başlayarak bir çok ilde gerçekleşen pogromlarla Ermenilerin ev ve iş yerleri yağmalanmaya ve Ermenilere karşı terör uygulanmaya başlandı. Bu terörün ve katliamların devamcısı olan İttihat ve Terakki ise Abdülhamit’i aratmayacak adımlar attı.

Nisan 1915’de Zeytun halkının Osmanlı devlet görevlilerini şehirden kovmasının ardından, Hamidiye Alaylarıyla takviye edilmiş ordu birlikleri, şehrin altını üstüne getirdi. Katliamdan sağ kalan erkekler, Suriye çöllerine, kadın ve çocuklar ise Konya’ya sürüldü.

Osmanlı’da ilk resmi tehcir kararı 25 Şubat 1915’de alındı. (Osmanlı Erkan–ı Harbiye-i Umumisi’nin 8682 no’lu kararı ) Fiili tehcir ise, İnönü’nün teklifi üzerine Talat Paşa’nın ordu birliklerine gönderdiği 30 Mayıs 1915 tarihli tamimiyle başlatıldı.

Talat Paşa’nın tehcirle ilgili notlarında, tehcire tabi tutulan Ermenilerin sayısı 924.158 olarak belirtiliyor. Bazı bölgeleri kapsamaması nedeni ile de eksik bulunuyor.

Etnik temizlik yürütmenin bir aracı olarak kullanılan tehcir, yaşananlar göz önüne alındığında hafif kalan bir kavrama dönüşmüştür. Etnik temizliği bir önlem olarak gören her türlü algı da Türk burjuvazisinin ekmeğine yağ sürmüştür.

Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un 19 Eylül 1930’da Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan demeci, bütün bu düşmanlık ve katliamların altındaki saldırgan milliyetçiliği yeterince açıklıyor:

Benim düşüncem şudur; herkes, dostlar, düşmanlar ve dağlar, bu ülkenin efendisinin Türkler olduğunu bilmelidir. Saf Türk olmayanların, Türk anavatanında sadece bir tek hakları vardır: hizmetkâr olma hakkı, köle olma hakkı. Biz dünyanın en özgür ülkesinde yaşıyoruz ve bu ülkenin ismi Türkiye’dir. Milletvekillerinin en gizli düşüncelerini bile daha açık bir şekilde ifade edebilecekleri başka bir yer yoktur. Bu nedenle düşüncelerimi gizleme gereği duymuyorum.

...ve bugün 24 Nisan 2015’e yaklaşırken, akla, vicdana ve bu coğrafyanın kadim halkı Ermenilere, tek başına özür borcu değil soykırımı kabul ettirme sorumluluğumuz var. Halkların her türlü asimilasyon, inkar, imha ve katline karşı yan yana durma zamanı. Karşımızda ise, topyekün tek ulus, tek devlet şiarı ile varlığını konumlayan egemenler var.

Hayko Bağdat'ın şiiri

*24 Nisan 1915


Konuyla ilişkili diğer makaleler