6 Mayıs 1972/Deniz , Yusuf, Hüseyin

Emek Gençliği üyesi gençler, Ankara’da düzenlenen 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nde 6 Mayıs’ta idam edilen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in posterleri ile 6 Mayıs’taki anma yürüyüşlerine katılmaya çağırdılar

6 Mayıs 1972/Deniz , Yusuf, Hüseyin

Geçmiş yıllarda sosyal medyada paylaşılmıştı; “Siz hiç çocuğuna Cellat adını koyan kimseyle karşılaştınız mı? Ama yeni doğan yüzbinlerce çocuğa Deniz adı verildi...” Mealen aktardığımız bu cümle çok fazla anlam içeriyor.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, çok genç... Yirmili yaşlarının başlarında, uğruna mücadele ettikleri ilkeler için yiğitçe ve soğukkanlı olarak idam sehpasına çıktılar. Tarih 6 Mayıs 1972’yi gösteriyordu.

Deniz’ler için ne söylense, yazılsa azdır. Bu genç devrimciler üniversite yıllarının başında politize oldular, özellikle Küba devriminin, Vietnam direnişinin, Filistin bağımsızlık mücadelesinin ve Avrupa’da gelişen 68 gençlik hareketlerinin etkisi altında, SSCB ve Dünya Sosyalist Sistemi’nin varlığı koşullarında, ABD emperyalizmine karşı, Bağımsız Türkiye mücadelesine giriştiler. Dönemin legal sosyalist partisi Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldular. Tek başına TİP’e üye olmaları dahi onların mücadelelerini işçi sınıfının yolunda sürdürmek istediklerinin önemli bir işaretiydi. Aynen Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, İbrahim Kaypakkaya ve diğerleri gibi. TİP üyesi olmak Bağımsız Türkiye isteminin yanında Sosyalist Türkiye amacının da bir ifadesiydi.

Kızıldere için kaleme aldığımız yazıdaki görüşümüzü burada tekrar edeceğiz. TİP içindeki farklı kanatların çatışması, TİP içinde devrimci gençlere sahip çıkacak, onlara yol gösterecek verili koşulların gelişmemesi, TKP’den atılan Mihri Belli tayfasının gençleri yanlış yönlendirmeleri, Deniz’lerin, aynen Mahir’ler gibi ayrı bir mücadele çizgisi gerçekleştirmelerine neden oldu. Pratikleri yanlış mıydı? Bu soruya çok dikkatli yanıt vermek gerekir. Şöyle ki; Eğer TİP içindeki TKP kadroları, TİP yönetimi ve o dönemde de yasaklı olan TKP, bu gençlik damarını doğru değerlendirip yönlendirseydi, onları maceracılık ile suçlamasaydı izledikleri çizgi sınıf mücadelesi yolunda daha başarılı olur ve örgütlülükleri, teşkilatlanma yöntemleri daha farklı olur, sonuç bu şekilde gelişmezdi. Dönem ile ilgili bütün kitapları okuduğunuzda, canlı şahitleri dinlediğinizde varacağınız sonuç, örgütlenme ve mücadele pratikleri konusunda yaşadıkları yetersizlikler, eksiklikler ve deneyimsizliklerdir. Özellikle örgüt çalışmalarında, konspirasyon yöntemlerinde, maddi, teknik ve lojistik hazırlıklarında, böyle bir mücadeleye başlayanların sahip olması gereken ‘cephe gerisi’ örgütlenmelerinde ciddi eksikliklerin olduğu maalesef bir gerçektir. Bu eksiklikleri o dönemde karşılayabilecek tek örgüt TKP idi ve TİP içindeki TKP kadroları üzerinden bu eksiklik giderilebilir, gerekli ilişkiler kurulabilirdi. Denizler ve Mahirler bu ilişkileri aradılar da. Gerek Ankara’da gerekse de İstanbul’da terzilik, marangozluk yapan emektar TKP kadrolarına ulaştılar. Ancak TKP’nin o dönemde kendi içindeki ilişki ve iletişim sorunları ve de en önemlisi yaklaşım farklılıkları bu olanakların değerlendirilmesine olanak vermedi.

Böyle bir ilişki, aynı zamanda ideolojik ve politik olarak bu örgütlenmelerin gelişmelerine katkıda bulunurdu. Gençliğin devrimci dinamizmini ve mücadele azmini yansıtan tüm özellikler pekala TKP tarafından doğru bir şekilde değerlendirilip Çin’de, Vietnam’da ve daha sonra Kolombiya’da, El Salvador’da değerlendirildiği gibi mücadelenin ayrı fakat uyumlu unsurları haline dönüştürülebilirdi. Gerek Deniz’lerin ve Mahir’lerin gerekse de Mustafa Suphi önderliğine ayrı bir önem atfeden İbrahim’in doğru bir yaklaşım olması durumunda belirli konularda farklılık olsa dahi uyum sağlamamaları mümkün değildi. Belirli farklılıkların olması da zamanla giderilecek çok doğal unsurlar olarak değerlendirilmelidir. Çünkü farklılıkların ortadan kalkması ancak doğru bir Marksist Leninist askeri ve siyasi eğitim ile mümkün olabilirdi. O dönemde SSCB ve Dünya Sosyalist Sisteminin varlığı koşullarında da bu eğitimi gerçekleştirmek mümkündü.

Düşünün ki, Deniz’lerin idamını engellemek için cezaevinden özgürlüğe adım atan Mahir’ler ve Cihan’lar çıkış yolu bulamadıkları ve bir şey gerçekleştirme gayreti içinde yiğitçe Kızıldere’de ölüme yürümüşlerdir. Deniz ve Yusuf’un, Nurhak’lara ulaşmak için bir motosiklet üzerinde tüm olanaksızlıklar içinde seyahat etmeleri, gerekli önlemleri alamamaları, onların yakalanmalarını getirmiş ve sonucu idama kadar gitmiştir. Artık değiştirilemeyecek tüm bu olaylar o dönemde farklı bir örgütlü yaklaşım ile aşılabilirdi. Bugün bunları dile getirmek, Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri geri getirmiyor. Yiğitçe, bir amaç uğruna ölüme yürümeleri dahi devrimci harekete bir katkı sağlamıştır. O genç yaşlarda olanaksızlıklar içinde geliştirdikleri görüşler değerlidir. Ancak bizlerin de o dönemdeki yaklaşımdan öz eleştirel sonuçlar çıkarmamızın zamanı gelmiş ve geçmiştir.

Değilse, ideolojik açıdan aileleri ve mücadeleye başlama dönemlerindeki Kemalist fikirlerin, mücadele süreci içinde nasıl Marksizm Leninizm’e evrildiğini hepimiz görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında da “Denizler Kemalist idi, ilk cezaevine düştüğünde babasına yazdığı mektup bunun belgesidir” söyleminin ne kadar yanlış olduğunu tespit ederiz. Herhalde Kemalist olan ve o uğurda mücadele eden bu genç devrimciler idam sehpasında “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye”, “Yaşasın Marksizm Leninizmin Yüce İdeolojisi”, “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Devrimci Bağımsızlık Mücadelesi”, “Yaşasın İşçiler, Köylüler”, “Kahrolsun Emperyalizm” yerine “Yaşasın Mustafa Kemal” diye slogan atarlardı. Mustafa Suphi de devrimci sürecine ilk başlarda İttihatçı olarak başlamamış mıydı? Kadroların mücadele içinde gelişip ideolojik ve politik anlamda olumlu yönde değişmeleri olağan bir durumdur. Demek ki, Denizler, Mahirler aynen İbrahimler gibi Marksizm Leninizm uğruna bu mücadelede her tür sonucu göze almışlardır. Bunun değerini görmek, bilmek ve yeni kuşaklara doğru bir biçimde aktarmak gerekmektedir.

Bütün bu yazdıklarımız birilerinin dillendirdiği gibi parti tarihini bilmemek anlamına gelmiyor. Tam tersine, 68 devrimci gençlik hareketinde ölmeyen, katledilemeyen, yaralı kurtulan, uzun yıllar cezaevlerinde yatan kadrolara karşı partinin daha sonraki yaklaşımları ve yapılan değerlendirmeleri bilmeden, dikkate almadan bu konuda dışarıdan yargıda bulunulması doğru değildir. Parti tarihine olumlu ve olumsuz yanları ile sahip çıkmak ve ama, aynı zamanda gerekli dersleri çıkarmak görevi ile karşı karşıyayız. Nasıl ki Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin mücadelelerinde onlarla birlikte İstanbul ve Ankara’da üniversite gençliğinin örgütlenmesinde yer alırken, gölgelerinden dahi korktukları için teslimiyet yolunu seçenleri partiye doldurulup, onların eliyle daha sonra partiyi likidasyona kadar götürenleri eleştiriyorsak, bunun tam tersi olarak da canını verme pahasına Marksizm Leninizm’e inanmış genç kadrolara karşı partinin eksik ve yanlış yaklaşımını eleştiririz. Çünkü, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye işçi sınıfının, Türk, Kürt tüm emekçi halkların öncü politik örgütüdür ve işçi sınıfına, devrimci harekete doğruları, yanlışları ile hesap vermek, eleştirel ve öz eleştirel davranmak zorundadır. Bu da O’nun sorumluluğunun gereğidir. Kimse kusura bakmasın...


Konuyla ilişkili diğer makaleler