Adı Çağlar Boyu Yaşayacak... ESERLERİ DE...

Adı Çağlar Boyu Yaşayacak... ESERLERİ DE...

Karl MarxBu sene Mayıs ayında dünya proletaryasının büyük öğretmeni, ölümsüz düşünür ve devrim savaşçısı Karl Marx’ın 187. doğum yılını kutluyoruz. Onun hayatını ve eserini anmak, “sosyalizm öldü” yalanının ve küstahlığının yaygınlaştığı günümüzde, daha da büyük bir önem kazanmaktadır.

İlk yıllar ve Hegelci Dönem

1818’de doğan Marx’ın babası Hristiyan olmuş bir Yahudi avukattı. Antisemitistlerin “Yahudi Marx” iddialarının aksine, Marx hiçbir zaman Musevi din eğitimi almadı. Babası, Aydınlanma çağının ideallerine yürekten bağlı demokrat bir kişiydi ve oğlunun eğitimine önem verdi. Önceleri hukuk okuyan Marx, kısa zamanda felsefenin cazibesine kapıldı ve bugün bizler için de büyük önem taşıması gereken şu fikri benimsedi: “Felsefe olmadan ne hukuk, ne tarih, hiçbir şey olmaz!” Marx’ı en çok etkileyen, kısa zaman önce ölmüş olan ve çağına damgasını vurmuş büyük Alman filozofu G.W.F.Hegel oldu. Hegel, dünyayı kökünden sarsan büyük bir olayın, 1789 Fransız Devrimi’nin etkisi altında, antik bir düşünce olan diyalektiği geliştirdi ve “değişimin felsefesi” ‘ni yarattı. Din başta olmak üzere o güne kadar kabul görmüş bütün düşünce sistemlerini eleştirel düşüncenin süzgecinden geçirerek yorumlayan Hegel, sonunda (bir akademisyen olarak) Prusya monarşisi ile uzlaştıysa da, eserleri toplumsal değişim özlemi taşıyan genç devrimci kuşakların bayrağı haline geldi. Marx,1837’de Hegel’in düşüncelerini devrimci bir değişim perspektifiyle benimseyen “Genç Hegelciler” grubuna katıldı. Burada, materyalizmi benimseyen Feuerbach’ın görüşleriyle tanıştı.

Engels’le tanışma: Sosyalist militanlık başlıyor

Burjuva akademisyenlerin ortaya attığı “Marx öncelikle bir düşünür müydü, yoksa bir siyasetçi mi?” sorusunun yanlışlığını en iyi ortaya koyan, bizzat Marx’ın yaşamıdır. Onun komünist ajitasyon, siyasal tartışma ve liderlik aktivitesi ile araştırmacı ve filozof yönü hayatının her döneminde hep iç içe oldu ve birlikte gelişerek olgunlaştı. 1844’de bir Alman sosyalisti olan Friedrich Engels’le tanıştığında hayat boyu sürecek muazzam bir iş birliğinin ve yoldaşlığın temeli atılmış oldu. Her ikisi, tanışana kadar birbirlerinden bağımsız olarak “yeni bir toplumun kurucu öznesi işçi sınıfı olacaktır” sonucuna varmışlardı. Birlikte örgütledikleri Komünistler Ligası’nın programı olarak, 1848’de tarihin en etkileyici politik el kitaplarından biri olan “Komünist Partisi Manifestosu” ‘nu kaleme aldılar. Kapitalizmi son derece özlü bir dille tanımlayan ve mahkum eden, sınıf mücadelesi kavramını netleştiren ve tarihin merkezine koyan, ve işçi sınıfı önderliğinde bir komünist devrim fikrini olgunlaştıran bu eser, aradan geçen 167 yıla rağmen haklılığını ve güncelliğini korumaktadır.

Marksizm nedir?

Lenin “Marksizmin 3 Kaynağı” adlı çalışmasında, bilimsel sosyalizm olarak adlandırılan Marksist düşüncenin 3 bileşenine işaret eder: Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizmi. Bundan daha genel bir şekilde, daha yukardan baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Marksizm, çağın en ileri ve gelişkin bilimsel, felsefi ve politik düşünce birikimini kucaklamanın, bunu diyalektik düşüncenin süzgecinden geçirilerek işçi ve emekçi sınıfların yararına sunmanın düşünsel çerçevesi ve siyasi platformudur. Marx ve Engels, çağlarındaki tüm büyük düşünce akımları ve buluşlarla yakından ilgilendiler ve onlardaki olumlu özü eserlerine yansıttılar. Bu çerçevede, o dönem biyolojide devrim yaratan Darwin’in evrim teorisinden Hindistan tarihine, canlı hücrenin keşfinden ilkel kabileler üzerine yapılan ilk antropolojik araştırmalara, ABD’deki kölelik sorunundan Osmanlı’nın paylaşımını hedefleyen “Doğu Sorunu”na kadar her konuyla ilgilendiler; bu konularda uluslararası işçi sınıfının çıkarlarını başa koyarak analiz yaptılar ve görüş geliştirdiler. Bugün bizlere yol göstermeye devam eden Marksist teorinin bu sağlamlığının ardında, bu muazzam zenginlik ve düşünsel birikim yatmaktadır.

Sefalet ve acı içinde doğan başyapıt: Kapital

Kapital'in İtalyanca baskısının kapağıUzun süren baskılardan sonra Marx 1849’da Londra’ya yerleşti ve ömrünün sonuna kadar orada kaldı. Önüne koyduğu temel hedef “kapitalist ekonominin iç mekanizmalarını açığa çıkarmak”tı. Aylar boyu ünlü British Museum’un kütüphanesine kapanan Marx, yüzlerce kitabı, binlerce sayfalık üretim raporlarını ve istatistiği elden geçirdi. Bu dönemde büyük maddi sıkıntı çeken, evi sık sık alacaklılar tarafından hacze uğrayan, eşyalarını satmak zorunda kalan Marx’a bir tek yoldaşı Engels destek sundu. Yaşam şartlarının kötülüğü, kendi sağlığı kadar çocuklarını da etkiledi. Eşi Jenny’den olan 7 çocuğundan 4’ü ergenlik çağına varamadan öldüler.

Kapital’in yazılış dönemi, Marx için yoksulluk, hastalık ve evlat acısı ile damgalanmış bir dönemdir. Bu büyük yapıtın ilk cildini bitirip yayınladığında, Marx önce burjuva basınında bilinçli bir sessizlikle karşılaştı. Kimse bu iddialı yapıt hakkında konuşarak onu gündem konusu yapmak istemedi. Sonunda Engels ve birkaç arkadaşı sahte isimler altında “eleştiriler” yayınlayarak sessizlik duvarını kırdılar ve eseri gündeme getirdiler. Üç yıl içinde ise Almanya’da bütün baskısı tükenecekti.

Siyasi militan ve önder olarak Marx

Marx’ı siyasi faaliyetin dışında kalmış “eli temiz bir aydın” olarak gösterme çabaları gerçek dışı kalmaya mahkumdur. Avrupa’yı bir devrim dalgasının kapladığı (bu yüzden “Avrupa Halklarının Baharı” olarak anılan) 1848’de, yeni ölen babasından miras kalan paranın yarısını Marx, tabanca, tüfek ve cephane almaya harcar. Bu silahlar kendi grubu ve ayaklanmaya hazırlanan Belçikalı işçiler içindir. Gençliğinden itibaren yazdığı yazılarla kovuşturmaya uğramış, defalarca yargılanmış, ülkeden ülkeye kovulmuştur. 1864’de kurulan Uluslararası İşçiler Derneği, kısaca Birinci Enternasyonal’in yönetimine girer ve orada küçük-burjuva sosyalisti Proudhon’cular ve anarşist Bakunin’cilerle mücadele eder. Bütün bu süreç içinde verdiği siyasi kavganın, bugünkü deyimle “sağ ve sol sapmalara karşı mücadele” ‘nin fikirlerinin olgunlaşmasında belirleyici katkısı olmuştur. Bu süreçte, yalnızca işçi hareketi ile değil, aynı zamanda İrlanda ve Polonya’daki ulusal sorunla da ilgilenmiş, ”bu işçi sınıfını ilgilendirmez” diyen anarşistleri şiddetle reddetmiş, bu halkların İngiltere Krallığı’na ve Çarlığa karşı verdiği mücadeleyi işçi hareketinin doğal müttefiki sayarak desteklemiştir.

Marx’ın Eseri: Hala güncel

Marx, Engels, Lenin20. yüzyılda oluşan gelişmeler ışığında Marx’ın eserlerinin yeniden okunması tüm devrimci kadrolar ve komünistler için büyük önem taşımaktadır. “Geçerliliğini yitirdi” denilen Kapital, Batı dünyasında yaşanan son 2009 ekonomik krizi ile yeniden gündeme gelmiş, son dönemde tüm Avrupa ve ABD kitabevlerinde neredeyse “yok satmış”, burjuva düşünür ve siyasetçiler dahi onun kapitalizm hakkındaki öngörülerine şapka çıkarmak zorunda kalmıştır. Onun “Fransa üçlemesi” olarak bilinen “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri”, “Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i” ve “Fransa’da İç Savaş” adlı kitapları, hala bilimsel sosyalist politika analizi ve devlet-sınıflar-siyasi partiler ilişkisi konusunda bir temel eser ve başyapıt olmaya devam etmektedir. Yeni kurulan Alman Sosyal Demokrat partisi için yazdığı “Gotha Programının Eleştirisi”, sosyalist bir toplumsal projenin temel özelliklerine ilişkin güçlü bir referanstır. Dünyanın değişik bölgelerinde feodalite ve köleciliğin yanı sıra oluşan farklı toplum düzenleri için yazdığı “Kapitalizm Öncesi Üretim Biçimleri” (Formen) Batı Avrupa’dan farklı bir tarihsel gelişim yolu izleyen toplumlar (bu arada Osmanlı dahil Doğu toplumları) için önemli gözlemler içeren ve özellikle 1961-71 döneminde Türkiye Solu’nda çok tartışılmış bir kitaptır. Erken dönemde yazdığı “Alman İdeolojisi” ve Kapital’in öncesinde yazdığı “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, tarihi materyalist bakışın temellerinin atıldığı son derece önemli eserlerdir.

Marx’ın değişik Avrupa ve Amerikan gazetelerine yazdığı yüzlerce sayfalık ve o dönemin güncel politikasına ışık tutan makaleleri ayrı bir önem taşımaktadır. İngiltere, Çarlık Rusya’sı ve batılı devletlerin Osmanlı Devleti’ne yönelik politikalarının analizini içeren yüzlerce sayfalık “Doğu Sorunu” yazıları, bugün Türkiyeli komünistler tarafından derinlemesine bir değerlendirilmeyi beklemektedir.

Devrimci mücadele içinde yer alan her militan, bu eserleri yeniden okuduğunda dahi, yaşadığı pratik ve kafasındaki soruları cevaplama açısından yepyeni görüş ve yaklaşımlar keşfetmekte ve bakış açısını tazelemektedir. Bu açıdan Marx’ın eserleri, komünistler için ufuk açıcı özelliklerini tüm çarpıcılığıyla bugün de korumaktadır.

Kaliforniya’dan Sibirya’ya...

Marx 1883’de Londra’da öldüğünde, “vatansızlar mezarlığı” olan Highgate’e gömülür ve cenaze törenine, yakınları ve arkadaşları olarak sadece 10 kişi katılır. Engels yaptığı konuşmada “Kaliforniya’dan Sibirya’ya kadar tüm dünya işçileri büyük bir dostlarını ve öğretmenlerin kaybettiler” der. Ölümünden kısa süre sonra onun öğretisi bütün Avrupa ve dünya işçi sınıfı partilerinin resmi öğretisi olur.

1917’de Lenin’in önderliğinde Bolşevikler, onun fikirlerini iktidara taşırlar. 1945 sonrasında, sosyalizm bir dünya sistemi haline geldiğinde onun dehası, tüm ülkelerde siyasetten akademik hayata, sanayiden tarıma, edebiyattan sinemaya, bilimden felsefeye, hayatın tüm alanlarına damgasını vurur. Marx’ı yok saymak, artık kimsenin haddi değildir.

Yüz milyonlarca insan onu fikirlerini kendi kavgalarına; bağımsızlık, barış, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerine bayrak ettiler, etmeye de devam ediyorlar.

Türkiye komünistleri olarak onun 187. doğum yılını, onu daha iyi okumak, daha derinlemesine kavramak ve kendi pratiğimizi onun eseriyle zenginleştirmek için bir fırsat olarak görüyor, bu büyük öğretmenin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.


Konuyla ilişkili diğer makaleler