Alternatif Arayışları - Alman tekelci burjuvazisinin Çin Halk Cumhuriyeti ile karmaşık ilişkileri üzerine

Alternatif Arayışları - Alman tekelci burjuvazisinin Çin Halk Cumhuriyeti ile karmaşık ilişkileri üzerine

Olaf Scholz ve Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping

Federal Şansölye Olaf Scholz’un tekel temsilcilerini yanına alarak gerçekleştirdiği Pekin ziyareti, Alman tekelci burjuvazisinin Avrupacı ve Transatlantikçi fraksiyonları arasındaki çıkar çatışmalarını ayyuka çıkardı. Aynı zamanda koalisyon içindeki çatlaklar da görünür oldu.

Şahin Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock hükümet geleneklerine pek uygun olmayan bir biçimde yurtdışı ziyaretinde kendi Şansölyesini açıkça eleştirmesine rağmen, Scholz Pekin’de yoğun görüşmelerde bulunarak Transatlantikçilerin karşı çıktığı bir “Çin stratejisinde” kararlı olduğunu gösterdi. Nihâyetinde koalisyondaki çatlakların büyüdüğünü görebiliyoruz.

Scholz’un Pekin ziyareti Çin Halk Cumhuriyeti’nin Alman emperyalizmi açısından öneminin altını çiziyor. Aynı zamanda Alman tekelci burjuvazisinin içinde bulunduğu ikilemi de açığa çıkartıyor. Sadece 2022’nin ilk yarı yılında 10 milyar Euro artan Alman yatırımları, ki Alman tekelleri “Wirtschaftswoche” adlı derginin verilerine göre 2021 yılında ÇHC’nde en az 153 milyar Euro ciro yapmış durumdalar, ÇHC’nin Almanya için yaşamsal bir önem taşıdığını gösteriyor. ÇHC 1,4 milyarlık nüfusuyla dünyanın en büyük pazarı. Ne 450 milyonluk nüfusu ile Avrupa Birliği ne de 330 milyonluk nüfusuyla ABD ÇHC’nin bu potansiyeline yetişebilecek durumdalar. Bununla birlikte ÇHC önde gelen yenilikçi branşlarda öylesine ilerleme kaydetmiş ki, uzmanlar tarafından araştırma ve geliştirme için “dünyanın en dinamik alanı” olarak nitelendiriliyor. O nedenle Alman tekellerinin ÇHC’ndeki yatırımları mütemadiyen artmaktadır.

Scholz’un ziyaretinde dikkat çeken bir diğer nokta da Şansölyenin “akıllı bir çeşitlendirme anlamında tek taraflı bağımlılıkları azaltmak istiyoruz” sözü oldu. Burada temel sorun ÇHC’ndeki devasa Lityum veya ender topraklar gibi hammaddelerin tedariki değil. Bunların ÇHC’nden satın alınmasının alternatifi henüz yok. Scholz’un stratejisi Alman tekellerinin tedarik zincirlerini çeşitlendirmeleri üzerine kurulu. Örneğin Almanya’da üretilen elektro araçların baterilerinin dörtte üçünün ÇHC’nde üretiliyor olması ciddi bir sorun olarak görülüyor. Çünkü Berlin ABD ve ÇHC arasındaki ihtilafın, Rusya Federasyonu’na karşı olana benzer bir iktisat savaşına dönüşme ihtimalinin Alman ekonomisi açısından kaldırılamayacak bir darbeye yol açacağından hareket ediyor. Gene de çeşitlendirme stratejisinin açıkları söz konusu: birçok Alman tekeli hem ÇHC’ndeki ekonomik gelişmeden hem de ülkedeki nitelikli, ama aynı zamanda esnek çalıştırmaya uygun büyük iş gücü potansiyelinden başka hiçbir yerde olmadığı kadar faydalanmaktadır.

Kendi kazdığı kuyudan kurtulma umudu

Bu reel durum Scholz’un çeşitlendirme stratejisini diğer Uzak Asya ülkeleriyle biçimlendirmeye zorlamakta. Pekin ziyaretinden hemen sonra Vietnam ve Singapur’a giden Scholz ve yanındaki tekel temsilcileri Güney ve Güneydoğu Asya’daki Çin hakimiyetini kırma çabalarını yoğunlaştırdılar. Scholz Singapur’da Federal İktisat Bakanı Habeck ile Alman sanayicilerinin düzenlediği 17. Asya-Pasifik-Konferansı’na katılarak, Almanya’nın 2000 yılından beri ASEAN üyeleriyle sürdürdükleri ilişkileri geliştirmeye kararlı olduklarını vurguladı.

Alman tekelleri bu çerçevede Vietnam’a büyük umutlar bağlıyorlar. Almanya’nın Güneydoğu Asya’daki ikinci büyük ticaret ortağı olan ve son yıllarda önemli yüksek teknoloji yatırımlarına izin veren Vietnam, ÇHC’ndeki kalkınmanın bir benzerini gerçekleştirmek istiyor. Ancak diğer taraftan Vietnam’ın sosyalist yönetiminin yabancı tekellerin kontrol altına alınmasına yönelik yasa tasarıları bazı engeller çıkartıyor. Örneğin AB ve Vietnam arasında 2019 yılında imzalanan ikili yatırım sözleşmesi, başta ÇHC karşıtı pozisyonları savunan Yeşillerin girişimiyle Almanya ve bazı AB üyesi ülke tarafından onaylanması engellendi. O nedenle Scholz’un gezisine katılan tekel temsilcileri arasında “kendi kazdığımız kuyudan kurtulma umutları azalıyor” yorumları ifade edilmişti.

Kaldı ki Vietnam’da yapılan ve yapılması planlanan yatırımların Alman emperyalizmini “tek yanlı Çin bağımlılığından” kurtarabilmesi de hayli şüpheli. 2020 yılında Alman tekelleri ÇHC’nde 90 milyar Euro’luk yatırım gerçekleştirmişlerken, aynı yıl Vietnam’a sadece 1,3 milyar Euro’luk bir yatırım gerçekleştirdiler. Diğer taraftan ÇHC’nin devasa ve nitelikli işgücü potansiyeli, gelişmiş altyapısı ve olağanüstü yoğunluktaki yüksek teknoloji şirketi ağı, Vietnam’ın on yıllarca ulaşamayacağı bir avantaj anlamına geliyor. Bununla birlikte Vietnam ekonomisi, ÇHC ve ASEAN arasındaki geliştirilmiş iş birliğinin sonucu olarak ÇHC ekonomisiyle sıkı sıkıya örülü hâlde ve son serbest ticaret görüşmeleri bu iş birliğinin daha da genişletileceğine işaret ediyor.

AB ve ABD uzun zamandır bu iş birliğini zayıflatmak için girişimlerde bulunuyorlar, ancak pek başarılı oldukları söylenemez. 14 Aralık 2022’de gerçekleştirilmesi planlanan AB-ASEAN-Zirvesi ticari ilişkilerin genişletilmesine yol açabilecek mi, o pek belli değil. Her ne kadar ABD Başkanı Joe Biden da ASEAN üyelerini “Hint-Pasifik-Stratejimizin merkezinde” gördüğünü ve “yeni bir iş birliği çağı başlatacaklarını” söylese de çıplak sayılar başka bir gerçeğe işaret ediyorlar: ÇHC 2009’dan bu yana ASEAN üyesi ülkelerin en büyük ticaret partneri. ÇHC’nin 2019’daki ticaret hacmi 507,9 milyar dolara ulaşmışken, ABD’ninki 294,6 milyar ve AB’ninki 280,6 milyar dolar olarak not edilmişti. ABD ve ASEAN arasındaki ticaret hacmi hizmetlerle birlikte 2021’de 441,7 milyar dolarak ulaşmışken, ÇHC ve ASEAN arasındaki ürün ticareti aynı yıl 878,2 milyar dolara yükseldi. Bu sayılar ÇHC’nin bölgedeki etkisini ve bu etkinin kolay geriletilemeyeceğini açık olarak gösteriyorlar.

Gizlenen antlaşmalar

Scholz’un ziyaretinde kamuoyuna açıklanmayan bazı antlaşmalar da imzalandı. Bunlardan en önemlisi ÇHC’nin Avrupalı Airbus tekeline verdiği 17 milyar dolarlık uçak filosu ihalesi. Böylelikle zaten Çin pazarından uzak tutulan ABD’li Boeing tekeline de ağır bir darbe vurulmuş oldu. Müttefik ABD’nin ÇHC yönelik politikaları nedeniyle ihalenin kamuoyuna açıklanmaması anlaşılır bir şey.

Air China, China Eastern ve China Southern uçak şirketleri yaz aylarında Airbus temsilcileriyle buluşmuş ve toplam değeri 37 milyar dolar tutan 292 Airbus A-320 uçağını sipariş etmişlerdi. ÇHC yönetmelikleri böylesi siparişlerde devlet onayını öngördüğünden basına açıklama yapılmamıştı. Onay tam Scholz’un Pekin ziyareti esnasında verilmiş olmalı ki, China Aviation Supllies Holding Company şirketi 17 milyar dolar tutan ve 140 uçağı sipariş eden ilk ihale bölümünü imzaladı.

İşin ilginç tarafı Berlin’in “ziyaret esnasında ve sonrasında herhangi bir antlaşma imzalanmadı” açıklamasını yapmasıdır. Çinli Global Times ile Reuters Ajansı haricinde de hiçbir basın kuruluşunda konuyla ilgili haber yapılmadı. Ne Airbus yönetimi ne de Federal İktisat Bakanlığı ihale ile ilgili bir yorum vermediler. Aslına bakılırsa bu ihale ABD’li tekellere verilen önemli bir sinyal anlamına geliyor: ”Saldırgan politikalara karşı çıkmazsanız, bizimle iş yapamazsınız!”. China Southern şirketi önceleri Boeing’in en önemli müşterilerinden birisiydi. Şimdi ise Airbus’tan 40 uçak satın alacak. Ayrıca daha önce Boeing’e verdiği 100 adet Boeing 737 Max yolcu uçağı siparişini de geri çekti. Sonuç itibariyle Boeing şirket yönetimi, “yürütülen ihtilaf politikaları nedeniyle Çin pazarını kaybettik” mealinde açıklama yapmak zorunda kaldı.

Buna karşın Airbus ÇHC’ndeki yatırımlarını genişletme kararını aldı. Basına yansıdığı kadarıyla Tianjin’deki A-320 montaj fabrikası genişletilecek. Airbus tekelinin verdiği bilgilere göre, A-320 uçaklarının montajı dünya çapında sadece dört fabrikada yapılabiliyor. Toulouse ve Hamburg’daki merkezi fabrikaların yanı sıra birisi ABD’nde Mobile’de diğeri de Tianjin’de.

Biden yönetimini bu çerçevede kızdıran gerçeklerden bir diğeri de ÇHC’nin Airbus ve Boeing modellerine benzer bir model geliştirmiş olmasıdır. Comac C 919 adlı Çin yolcu uçağı kısa bir süre sonra kullanıma sokulacak. Böylelikle ÇHC Batılı tekeller karşısında yeni bir avantaj daha elde etmiş olacak.

Yeni muharebe alanı olarak Afrika

ABD ve Avrupa’daki Transatlantikçi müttefikleri ÇHC’ne karşı verdikleri mücadelede Afrika’yı yeni muharebe alanı olarak seçmiş durumdalar. Özellikle Alman Dışişleri Bakanı Baerbock bu konuda hayli aktif. Baerbock’un ofisinden yapılan son açıklamalardan da Transatlantikçi fraksiyonların ÇHC’nin Afrika’daki girişimlerinden son derece rahatsız oldukları okunabilir. Sahiden de ÇHC uzun bir süredir Afrika’daki milyarlık yatırımlarıyla dikkat çekiyor. ÇHC bu yatırımları sayesinde hem Afrika ülkelerinin önemli altyapılarını inşa ediyor, hem de geniş hammadde kaynaklarına ulaşabiliyor. New York Times gazetesinde 2022 Ekim ayında yer alan bir makaleye göre hâlihazırda sadece Kongo’daki 19 Kobalt maden işletmesinin 15’i ya ÇHC şirketlerine ya da doğrudan ÇHC tarafından finanse edilen şirketlere ait. Kobaltın elektro araçların aküleri için vazgeçilmez bir maden olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.

Alman emperyalizmi ÇHC’nin Afrika’daki etkisini kısıtlamak için kalkınma programı bütçesini artırıyor ve diplomatik kanallardan Almanya ile iş birliğinin “daha avantajlı olacağı” propagandasını yapıyor. Federal Kalkınma Bakanlığı yaptığı bir açıklamada 2023 Ocak’ında yeni Afrika Stratejisinin genişletilmiş bütçesini kamuoyuna tanıtacağını bildirmişti. Alman Transatlantikçilerin bu girişimlerinin başarılı olabileceği konusunda hayli şüpheler var. Bir kere ÇHC’nin Batılı güçler karşısında iki temel avantajı bulunmaktadır: Birincisi, ÇHC’nin Afrika’da bir sömürge geçmişi yoktur. İkincisi ise ÇHC yaptığı yatırımları herhangi bir baskıcı koşula bağlı olmadan gerçekleştirmektedir, ki bu kanımızca en önemli avantajıdır. Örneğin 2017 – 2021 yılları arasında ÇHC’nin Afrikalı ülkelere önkoşulsuz olarak yaptığı 4,2 milyar dolarlık yardım Batılı ülkelerin düşünemeyeceği bir adımdır.

Afrika ülkelerindeki altyapı inşası ise Yeni İpek Yolu Girişimi çerçevesinde desteklenmektedir. Alman Dış Ticaret Topluluğu 2022 ilk yarı raporunda ÇHC’nin Yeni İpek Yolu Girişimi çerçevesinde toplam 140 projeyi finanse ettiği vurgulanarak, Federal Hükümetin Afrika politikalarını gözden geçirmesi istenmişti. Alman Dışişleri Bakanlığı’nın buna verdiği yanıt ise şöyleydi: “Rusya’nın saldırı savaşından Çin politikamız için çıkardığımız öğreti, hiçbir ülkeye bağımlı kalmamamız ve birlikte çalışmak istediğimiz ülkelerin de bağımsız kalmaları için çaba göstermektir.”

Afrika’da faaliyet gösteren Alman tekellerinin temsilcileri ise bu politikanın değişmesini ve “gelişmekte olan ülkelerdeki Alman yatırımlarının korunması için adımlar atılmasını” istiyorlar. Bu çerçevede de kalkınma yardımı ile dış ticaret teşviki politikalarının tek çatı altında toplanmasını talep ediyorlar. Federal Hükümetin Yeşil kanadı bu istemlere karşı pek karşılıksız kalamıyor. O nedenle Dışişleri Bakanı Baerbock “Afrikalı ülkelerin ÇHC’ne olan bağımlılıklarını azaltmak için” Almanya’nın Global Gateway projesi üzerinden Afrika’da 150 milyar Euro’luk yatırım yapılacağını ilân etti. Gene de Almanya’nın bu adımlarında geç kaldığını burjuva medyasında bile okumak olanaklı. FAZ gazetesinin bir yorumunda şu tespit yapılmıştı: “Batı, sömürgeci geçmişiyle yüzleşse dahi, Batılı şirketlerin kâr amaçlı faaliyetleri ile ÇHC projelerinin çekiciliğini azaltamayız.” Öyle, doğru söze ne denir?

Sonuç yerine

ÇHC emperyalist güçlerin hiç istemedikleri bir yöndeki gelişme rotasında yoluna devam ediyor. ÇKP’nin bu çerçevedeki planları hiç kuşkusuz Batılı kapitalistleri ve siyasi temsilcilerini rahatsız etmektedir. Sovyetler Birliği’nde gerçekleşen karşıdevrim ve “liberal demokrasinin” başarılı olacağı düşüncesi uzun bir süre sosyalizmin alternatif sistem olamayacağı ve bir tehdit olarak ortadan kalkacağı umutlarını beslemişti. Ancak emperyalist-kapitalist dünya düzeninin yapısal krizleri, özellikle etkileri hâlen sürmekte olan 2008 krizi ve üstüne üstlük ÇHC’nin ekonomik başarıları burjuvazinin tüm umutlarını boşa çıkarttı. Bu nedenle 2008 krizinin hemen ardından ÇHC yeniden “düşman” ilân edildi ve BM Şartı temelinde dünya çapındaki sorunlar üzerine söz söyleme hakkını talep etmesi “Çin saldırganlığı” olarak lanse edilmeye başlandı.

2009-2010 yıllarında geliştirilen ve 2011 yılında Obama yönetimince ilân edilen “ABD Hint-Pasifik-Stratejisi” hızla dünya siyasetindeki taşları yerinden oynattı. Bu strateji temelinde askeri güçlerini Hint-Pasifik-Bölgesine yığan ABD emperyalizmi, NATO’daki ve NATO dışındaki müttefiklerine Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’daki kimi “görevlerini” devretmek zorunda kaldı. Başlangıçta Almanya ve Fransa başta olmak üzere ABD müttefiklerinin severek üstlendikleri bu “görevler” sorun yaratmaya başladılar. NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişlemesi, ABD’nin nükleer roketleri Doğu Avrupa’ya konuşlandırması ve Rusya Federasyonu’na yönelik kuşatma ve zayıflatma stratejisinin hız kazanması, ABD’nin ÇHC’ne yönelik saldırgan politikasıyla birleşince, Avrupa’daki farklı sermaye fraksiyonları arasında kurulu olan denge bozuldu ve derin çıkar çatışmaları gündeme oturdu.

Güney Çin Denizi’nin dünya çapındaki ürün ve hammadde nakliyat yolları açısından kazandığı yaşamsal önem, özellikle Avrupalı tekellerin üretim alanları ve tedarik zincirleri konusunda ÇHC’nde elde ettikleri avantajlar, teknoloji transferi ve hammadde zenginliklerinin getirdikleri devasa olanaklar, ABD’nin “Hint-Pasifik-Stratejisiyle” ciddi bir tehdit altına girdiler. Özellikle ABD emperyalizminin Transatlantikçi müttefikleri üzerinden doğrudan Berlin’in ÇHC politikalarını belirlemeye çalışması Alman tekelci burjuvazisini çözümü zor bir ikilemle karşı karşıya bırakmaktadır. Gerçi Scholz Pekin ziyaretinde “Çin ile olan iktisadi ilişkilerin geliştirilip, derinleştirilmesini istediğini” vurgulayarak, Yeşillerinkinden farklı bir ÇHC stratejisi takip ettiğini göstermişti. Ancak Scholz’un bu stratejisinin başarılı olup olmayacağı ABD’nin ve Transatlantikçi Yeşillerin sabotaj girişimlerinin başarısına veya başarısızlığına bağlı.

Alman emperyalizmi ABD’nin “dost ateşine” maruz kaldığı müddetçe hedeflerine ulaşmakta hayli zorlanacağı belli. ÇHC ile olan karmaşık ilişkiler de giderek daha da karmaşıklaşacaklar gibi görünüyor. Sonuç itibariyle Alman tekel temsilcilerine hak vermek zorundayız: Alman emperyalizmi “kendi kazdığı kuyuda” cebelleşmeye devam edecek.


Konuyla ilişkili diğer makaleler