BÜYÜK EKİM SOSYALİST DEVRİMİ 101 YAŞINDA!

BÜYÜK EKİM SOSYALİST DEVRİMİ 101 YAŞINDA!

“Çağımız, Rusya’da 1917 yılında gerçekleşen, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin açtığı çığır ile “Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağıdır”. 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti, Romanya Sosyalist Cumhuriyeti, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ve Polonya Halk Cumhuriyetinde iktidarların uluslararası ve ulusal, karşı-devrim komplosu tarafından yıkılması bu gerçeği değiştirmiyor. Emperyalizm döneminde, yani günümüzde, kapitalizmden sosyalizme geççağı olgusu bir yasallıktır. Belirleyici olan ulusal ve uluslararası anlamda öznel koşulların bu nesnelliğe uygun olarak geliştirilmesidir.

Partimiz, Sovyetler Birliği ile Sosyalist Topluluk Ülkelerinde gelişen ve sosyalist iktidarların yıkılması ile sonuçlanan karşı-devrimin iç ve dış faktörlere dayalı olduğunu, diğer Sosyalist Topluluk Ülkelerindeki olumsuz gelişmelerin Sovyetler Birliğindeki gelişmeler tarafından tetiklendiğini tespit ediyor.

Emperyalist-Kapitalist Sistem, 1917 Sosyalist Ekim Devriminin utkusundan itibaren önce Sovyetler Birliği, sonra da diğer Sosyalist Topluluk üyesi ülkelere, dünya devrimci sürecinin bir bileşeni olan, Ulusal Kurtuluş Hareketleri ve Kapitalist Ülkeler İşçi Sınıfı Hareketlerine karşı, onları boğma ve yok etme girişimini elden bırakmamıştır. Bu amaçla, -politik, ekonomik, ideolojik ve askersel- her yöntemi kullanmıştır. İkinci Dünya Savaşında faşist Alman ordularının J.Stalin yoldaşın önderliğinde Sovyet Kızıl Ordusu tarafından yenilmesini, bunun akabinde Doğu Avrupa’da, süreç içinde Sosyalizm kuruculuğuna yönelen Halk Demokrasilerinin oluşmasını, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da ulusal kurtuluş hareketlerinin gelişmesini ve ülkeler bazında başarılar elde etmesini, Çin, Vietnam ve Küba’da sosyalizme yönelen devrimlerin gerçekleşmesini hiç bir zaman hazmedememiştir. Yetmişli ve seksenli yıllarda dünyayı bir nükleer savaş tehlikesinin eşiğine getirmiştir.

Sınıf karşıtlarımızın işçi sınıfı iktidarlarını ve halk demokrasilerini boğmak, mücadelesini yok etmek için her yolu denemeleri kendi açılarından anlaşılırdır. Belirleyici olan, işçi sınıfının politik güçlerinin ve sosyalist gelişme yolundaki ülkelerin iktidarlarının bu girişimlere nasıl yanıt verecekleri, uluslararası alanda sınıf savaşımının stratejisini nasıl saptayacaklarına bağlıdır. Bu anlamda değerlendirildiğinde, söz konusu karşı-devrim sürecinde, iç faktörlerin dış faktörlerden daha belirleyici olduğunu tespit edebiliyoruz.

Karşı-Devrim’in başarılı olmasına neden olan iç faktörleri iki temelde ele almak mümkündür. Birincisi; Sovyet devriminin önderi V.İ.Lenin’in ölümünden sonra J.Stalin tarafından sürdürülen sosyalizmin kuruluşu ve savunulması politikalarının bolşevik çizgisi, İ.V.Stalin’in ölümünden sonra kırılmaya uğramıştır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi-SBKP’nin 1956 yılında gerçekleştirdiği XX.Parti Kongresi ile başlayan kırılma, revizyonist politika ve uygulamalardır. Bunun sonucunda hem içte, proletarya diktatörlüğünün yapısı deformasyona uğramış ve uygulamalarda yanlışlıklar baş göstermiştir, hem de SBKP bürokratikleşmiş ve parti içinde anti-parti, anti-komünist unsurların gelişmesine yol açmıştır. İkincisi; ise birinci sebebe bağlı olarak, toplumda sosyalist devlet, parti ve üretim araçlarına karşı baş gösteren deformasyon ve yabancılaşmadır. Bilimsel alanda çok ileri mevziler kazanılmasına rağmen sosyalist ekonominin planlama ve üretim süreçleri alanında yaşanan deformasyon ile tıkanıklık ve durağanlaşma toplum yaşamını olumsuz yönde etkilemiştir. Toplum, tüm damarlarına kadar bu olumsuz gelişmelerin etkisinde kalmış, çarpık gelişmiş ve sosyalist düşünceler toplum nezdinde değer yitirmiştir. Uzun bir dönemi kapsayan bu süreç, toplumu, karşı-devrim girişimlerine karşı direnecek, sosyalizmi savunacak bir toplum olmaktan çıkarmıştır.

Politik, ideolojik, ekonomik ve kültürel olarak toplumun her alanını olumsuz olarak etkileyen bu gelişme, sorunların artması ile uluslararası alanda sınıf savaşımının gereklerinin de yerine getirilmemesini de beraberinde getirmiş ve başta ABD olmak üzere, emperyalist merkezlerle uzlaşma politikasına dönüşmüştür. Emek-sermaye çelişkisinin uzlaşmaz çelişki olmadığı ve emek-sermaye çelişkisi kadar “global sorunlar ile insanlık arasındaki çelişkilerin” de en az emek-sermaye çelişkisi kadar temel olduğu “teorisi”, “insanlığı tehdit eden barış meselesinin çözümü için sınıf karşıtı ile de uzlaşmaya girilmesi gerektiği, aksi taktirde sosyalizmin de insanlık için bir kazanım olmayacağı, çünkü dünyanın yok olacağı” tezi bu sürecin politikasını belirlemiştir.

Anti-Parti unsurların Parti ve Devletin kilit noktalarını ele geçirip yerleşmesi ile sonuçlanan bu uzun süreçler, o dönemde dünya yer küresinin üçte birini kapsayan Dünya Sosyalist Sisteminin, Reel Sosyalizmin yenilgisi ile sonuçlanmıştır.

Uluslararası işçi sınıfı hareketinin en önemli kazanımı olan, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi ve Sovyetler Birliği’ne karşı tavır Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşundan beri tarihinin her aşamasında mihenk taşı olmuştur. SBKP ile kardeşçe bağlar içinde olan Partimiz, Proletarya Enternasyonalizmi ve Marksçı-Leninci ilkeler gereği, tüm dalgalanmalara, olumsuz gelişmelere karşı Sovyet Devrimi ve Sovyet Ülkesini sonuna kadar savunmuştur. Bu duruş, doğru ve ilkesel bir duruştur. Ne ki, SBKP’nin geliştirdiği çizgi diğer kardeş Komünist Parti yönetimlerinde olduğu gibi, Partimizin yönetiminde de olumsuz etkilere neden olmuştur. Sovyetler Birliği’nin uluslararası alana yönelik devlet politikası ile ülkelerdeki Komünist Partilerin ve hatta tek tek Sosyalist Ülkelerin politik yönelimleri her zaman uyumlu olmamıştır. Ancak hiç bir KP yöneticisi veya Sosyalist Ülke yöneticisi, SSCB ve SBKP yönetiminin bu denli sinsi bir sosyalizme ihanet politikası güdebileceğinden yola çıkmamıştır. Partimiz, bu olumsuz gelişmelerden dolaysız olarak etkilenmiş ve bu sebepten dolayı da kendi pratiği ve tarihini değerlendirirken geçmişi ile hesaplaşarak bugünlere gelmiştir. Günümüzde olsa SSCB ve SBKP’ye karşı yine aynı ilkesel duruşu sergileyecek olan Partimiz, veri olarak Lenin ve Stalin yoldaşların SBKP ve SSCB önderliği döneminde uygulanan, ilkesel ama özgür tartışma temelinde, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin, disiplin ve eleştiri-özeleştiri ilkeleri ile birlikte uygulanması konusundaki hassasiyet ve girişimlerini, kardeş Komünist Parti’ler arasında olması gerektiği gibi uygulardı. Reel politikalar temelinde oluşan görüş farklılıkları, bilimsel temelde ve günümüzün görevlerinin pratiğine uygun olarak dürüstçe tartışılmalı ve sonuçlar çıkarılmalıdır. Yaşanan acı deney bize, Komünist Partilerin kendi aralarındaki görüş farklılıkları ve sorunları karşılıklı saygı ve ilkeler temelinde tartışma zorunluluğunu öğretmiştir.

Türkiye Komünist Partisi bu yenilgiyi geçici bir politik yenilgi ve gerileme olarak nitelendirmektedir. 1871 Paris Komünü deneyi 72 gün sürmüştür. 1917 Büyük Sosyalist Ekim Devrimi deneyi ise 74 yıl dünyadaki tüm dengeleri değiştirmiştir. Sovyet deneyimi, dünyada etkileri hiç bir zaman silinmeyecek nitelikte olumlu izler bırakmıştır. Bir o kadar da zengin bir deney hazinesidir. İnsanlığın, işçi sınıfının öncülüğünde baskı ve sömürüden kurtuluş mücadelesi için ders çıkarılması gereken olumsuz etkenlerin olduğu, ancak ilham kaynağı olan olumlu yanların ağırlıkta olduğu bu deney, işçi sınıfına bundan sonraki mücadele süreçlerinde daha iyisini yapabilmek için yol gösterici olacaktır.

İşçi sınıfının Sosyalizm mücadelesini saptırmak, reformizme indirgemek ve liberalleştirmek için görev başında olan sağ ve “sol” güçler, Marksizm-Leninizm’in bilimsel olarak yanlışlığından kaynaklandığını ve sosyalizmin, komünizmin gerçekleştirilemeyecek olduğunu ispat etmek için bu yenilginin ideolojik bir yenilgi olduğunu savunmaktadırlar. ABD’deki anti-komünist düşünce kuruluşu ve enstitülerin bu yöndeki çalışmaları uluslararası alanda olduğu gibi ülkemizde de yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Türkiye Komünist Partisi tüm bu karşı-devrimci düşüncelere karşı ideolojik mücadeleyi ardıcıl olarak örgütlemekle kendini yükümlü görmektedir. Dünya Komünist Hareketi’nin genelinde olduğu gibi, Türkiye Komünist Partisinde de 1991’deki tasfiyenin ve çöküşün kaynağı Marksist-Leninist ideolojinin yenilgisi değil, kökü eskiye uzanan bir ideolojik revizyon sürecinin giderek güçlenip KP politikalarında yarattığı çarpıklık ve sapmadır. Günümüzde hala sömürünün kaynağı mülkiyet sorunudur. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet kalkmadığı ve artı-değer sömürüsüne son verilmediği sürece işçi sınıfı her zaman sömürülen ve ezilen bir sınıf olarak kalacaktır. Bu düzeni değiştirmek ancak onu yıkmak ve yerine İşçi Sınıfının Politik İktidarını, Proletarya İktidarını kurmak ile mümkündür. Bu da ancak Marksçı-Leninci dünya görüşü doğrultusunda gerçekleştirilebilir.

Uluslararası alanda komünist güçlerin mevzii kaybetmesi sonucunda başta ABD olmak üzere emperyalizm dünyada istediği gibi hareket etmeye başladı. Dünyanın siyasi ve coğrafi haritasını yeniden düzenleme yoluna koyuldu. Ne ki bu önlemlerin tümü kapitalist-emperyalist sistemin özünü değiştirmiyor. Kapitalizm dünya çapında sürekli bir kriz ortamındadır. Doksanlı yılların krizi, çok daha ağır sonuçları ile 2000’li yıllarda doruğa ulaştı. Kapitalist sistemin yapısal krizi sürekli bir emare olarak artık önüne geçemeyecekleri bir hal aldı. V.İ.Lenin, “Kapitalizmin en üst aşaması Emperyalizm” eserinde, emperyalizmi ekonomik anlamda can çekişen kapitalizm olarak niteler. Kapitalizm, can çekişirken ömrünü uzatabilmek için, sömürü oranını artırmaya ve dolayısıyla yayılmacılık, baskı ve saldırganlığını sınıfsal karakterine koşut olarak geliştirmeye mahkumdur. 11 Eylül 2001 provokasyonunu gerekçe göstererek dünyanın farklı bölgelerini; ama özellikle Yakın-Doğu, Orta-Doğu ve Kuzey Afrika’yı kan gölüne çeviren emperyalizm, bu yöntem ile yaşamaya çalışıyor. Ulusların arasında savaşları körüklemek yeterli gelmediği için din ve mezhep savaşlarını körüklüyor. Özünde, sınıfsal olan amaçlarına ulaşmak için bu olguları, halkları karşı karşıya getirmek ve bölmek için kullanıyor, savaş ocakları körüklüyor.

Böyle bir süreçte işçi sınıfının uluslararası boyutta sınıf mücadelesi çok daha fazla önem kazanıyor. Emperyalizm bir yandan ekonomik olarak neo-liberal politikalar, diğer yandan siyasi olarak işçi sınıfı hareketi içinde reformist akımları destekleyip güçlendirerek devrimci atılımların önünü kesmeye çalışıyor.

SBKPBu koşullarda Türkiye Komünist Partisi ve Uluslararası Komünist Hareketin önünde duran en önemli güncel görev, Marksçı-Leninci ilkeler temelinde, teoride, ideolojide, politikada ve pratikte eylemliliğini geliştirmektir. Reformizmin, revizyonizmin ve oportünizmin her türüne karşı mücadele böyle dönemlerde özel bir önem kazanıyor. Baskı ve sömürüye son verecek tek yöntem, işçi sınıfının politik öncülüğünde gerçekleştirilecek sosyalist devrimlerdir. Günümüz koşullarında Proletarya Enternasyonalizmi ilkesinin uygulanması, mücadelenin uluslararası boyutu ele alındığında geçmişe göre çok daha büyük bir önem kazanmıştır. O gün, öncelikle, dünya proletaryasının en büyük kazanımını korumak ve geliştirmek için Sovyet ülkesi temelinde geliştirilen enternasyonalist dayanışma, Uzak-Doğu, Afrika, Latin Amerika halklarının özgürleşmesinde ne denli belirleyici bir rol oynamışsa, bugün de bu yakıcılığını korumaktadır. Dünya Komünist Hareketi’nin bir ideolojik ve örgütsel merkeze günümüz koşullarında sahip olmaması, Komünist Partiler arasında kimi konularda görüş farklılıklarının oluşmuş olması, ancak en önemlisi, proletaryanın uluslararası alanda mücadelesini güçlendirmesi zorunluluğu bu konuda adımlar atılmasını gerekli kılmaktadır. Emperyalist sömürü ve saldırganlığın geldiği yeni aşama, Marx ve Engels’in öngördüğü şekilde sermayenin uluslararası örgütlülüğü, Türkiye Komünist Partisi’ne göre Komünist Enternasyonal tarzı uluslararası bir merkezin örgütlenmesini dayatmaktadır. “Bütün Ülkelerin Proleterleri Birleşiniz !” belgisi örgütsel anlamda yaşama geçirilmelidir.

Sermayenin uluslarası örgütlenmesi, emperyalist merkezlerde ulusal sermayelerin ve ona karşı ulusal çapta sınıf mücadelesinin yükseltilmesinin önemini azaltmıyor. Tam tersine emperyalistler arası çelişkilerin Lenin’in Emperyalizm yapıtında da altını çizdiği gibi, aralarında savaşmaları da dahil aralarındaki çelişki ve rekabeti çözme mücadeleleri, işçi sınıfının ulusal çapta sınıf mücadelelerini güçlendirmesini ve her bir ülkede burjuvazi iktidarı ile savaşımı gerekli kılıyor. Partimiz, bu anlamda ulusal bir mücadeleyi yadsıyan ve “küreselleşme”, “globalizm” adı altında emperyalizmin karakterini çarpıtan, onu “ultra emperyalist” gibi Kautskici veya o görüşlerin bugünkü nitelemesi olan, “kollektif emperyalizm”, “üst emperyalizm”, “trans-kapitalizm” gibi teorik-ideolojik sapmalara, veya anti-emperyalist mücadelenin devrimci hareketin gündemindeki önemini inkar eden sekter, neo-troçkist yaklaşımlara  karşıdır. Lenin’in, Emperyalizm çalışmasında dile getirdiği teorik açılımlar bugün geçerliliğini korumaktadır ve Komünist Partilerin, uluslararası durumu irdelemelerinde  ve ulusal çapta mücadelelerinin stratejik hedeflerini belirlemede temel alınmalıdır.

Uluslararası Komünist Hareketin Türkiye’deki müfrezesi olan Türkiye Komünist Partisi, gerek 98 yıllık savaş tarihinden, gerekse de 74 yıllık Reel Sosyalizm deneyinden gerekli dersleri çıkararak sürmekte olan sınıf savaşımına daha etkin müdahalede bulunmak ve uzak olmayan gelecekte somut sonuçlar almak için üzerine düşen görevlerinin bilincindedir.”

* Bu yazı TKP Program taslağının bir bölümünden alınmıştır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler