Barışın Yolu, Halklarımızın Ortak Mücadelesinden Geçiyor

Barışın Yolu, Halklarımızın Ortak Mücadelesinden Geçiyor

Yarını bugünden kurmanın mücadelesini verirken yanılgılara düşmemek ve doğru değerlendirmeler yapabilmek önemli. Bütünü görebilmek için yaz-bozun tüm parçaları olmasa da önemli bir kısmını bir araya getirmek gerekiyor. Bazen gözden kaçırılan bir parça önemli olabiliyor. Aynı zamanda bütünü görememenin bir nedeni de budur. Belirli bazı çevrelerin ortamı bulanık hale getirmek için de büyük bir çaba içerisinde olduklarını görmekteyiz. Suyun durulmasını sağlamak halklarımızın ortak çıkarları temelinde bütüne bakmakla mümkün olabilir. Öncelikler olmakla birlikte bölge halklarının çıkarları birbirine bağlıdır. Geniş bir pencereden bakabilmek, olmazsa olmazlardandır. Kuzey Kürdistan’da son aylarda yaşanan gelişmeler böylesine bir bakışı zorunlu kılmaktadır.

Barışa ulaşmanın yolunun uzun ve çetin olacağı ilk adımlar atıldığında da belliydi. Dünyadaki diğer örneklere baktığımızda da bunu görebiliyoruz. Silahların susması ve görüşmelerin başlaması atılacak ilk adımlardan birisidir. Bu konuda başlangıç için gereken adımların atıldığını da gördük. Türk Devletinin sorunu çözme konusunda ciddi yaklaşmadığı bir sonraki adımın atılması noktasında ortaya çıktı. Yasal bir çerçeveye kavuşturulması noktasında bilinen deyimle masa devrildi ve ‘çözüm süreci buzdolabına’ kaldırıldı. Bu da gösterdi ki Türk devleti yıllardır sürdürdüğü inkarcılığını kolay terketmek niyetinde değil. Silahların susması ve çözüme yönelik adımların atılması da gösterdi ki, bundan kazançlı çıkan, demokrasi cephesinde yer alan halklarımızdır. Bu da bugün AKP’de ifadesini bulan faşist devlet yapılanmasını korkutan önemli bir gelişme oldu. Kuzey Kürdistan’ın kendisine özgü koşulları olsa da çatışmaların sona ermesi bir çok etkene bağlı. Dağdan inmenin koşulları yaratılmadan silahların sussa da bırakılmayacağı açıktır. İlk adım olarak barış masasına yeniden dönülmesi gerektiği konusunda demokrasi güçlerinde bir hemfikirlilik var.

Barış, ulaşılması uzak gibi görünse de, içerde ve dışarıda yaşanacak yeni gelişmeler, imkansızı imkanlı hale de getirebilir.

Hendekten Atlamak, Barikatı Aşmak

Bizim açımızdan barış sürecini kimin bozduğu bellidir. AKP hükümeti kaybetme korkusu ile derin devlete tamamen teslim olduktan sonra masa da devrildi. Görüşmelerin geldiği nokta yasal bir çerçevenin oluşturulması ve bir sonraki adımın atılmasıydı. Buna Rojava’daki gelişmelerin etkisini de eklemek gerekir. Kürtlerin bu yüzyıla damga vuracak gelişmelere yol açan bir direniş ve mücadele göstermesi derin devleti korkutmakla kalmadı, Kürt meselesinin çözümünden kaçmanın mümkün olmadığını da gösterdi. Buna bir de HDP’nin gösterdiği seçim başarısı eklenince korkuları daha da arttı. Kandırma siyasetinin devam ettirilmesi mümkün olmayacağı açığa çıkınca, Türk devleti masayı devirerek, çatışmaya geri döndü.

Çatışmaların başladığı günden bu yana tartışılan konulardan biri de, PKK çatışmadan uzak durabilir miydi ? sorusu. Bir çoklarının hedef haline getirdiği HDP, bu çatışmaların önüne geçebilir miydi ? HDP, daha başka neler yapabilirdi ? Bu günden düne bakınca ortaya çıkan sonuçlara göre değerlendirme yapabilmek daha kolay. Ya da hendek ve barikatlar üzerinden tartışmayı yürütebilmek çok kolay. Bunlar sadece resimin parçaları. Bütün içerisinde önemli olsalar da tamamı değiller. Bugün Kuzey Kürdistan’da yaşananları sadece hendek ve barikatlarla açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Bir başka ifade ile Kürt siyasetini hendek ve barikatlarla izah etmeye çalışmak, ya da bunlarla sınırlı tutmak, TC’nin gerçek niyetini maskeleme çabasını gözardı etmek için yürüttüğü kirli propagandasını görmememize yol açar. Bu açıdan hendekten atlayarak barikatları aşmamız gerekiyor.

Ötesinde neler yaşandı? Çözüm sürecinin ilk günlerinde de görüldü ki çatışmasızlık sürecinde silahlar sustu. Peki hendekler ve barikatlar görüşmeler yoluyla kaldırılamazlar mıydı ? Bunun örnekleri daha öncede yaşanmış olduğu halde, neden bu kez büyük bir vahşet örneği ile saldırı yapıldı ? Bu saldırılar görüldüğünde PKK ya da YPS mücadeleyi bir başka yöne kaydırabilir miydi ? Soruları çoğaltmak mümkün. Bu sorulara verilen cevaplar da değişkenlik arzediyor. HDP içerisinde, demokrasi cephesi diye adlandırabileceğimiz kesimlerde, Kürt halkı ve değişik siyasi örgütlenmelerinde farklı bakış açılarının olduğunu görebiliyoruz.

Yıkılan şehirler,yapılan katliamlar,bodrumlarda yakmalar,sürgünler ve aylarca süren sokağa çıkma yasakları ile birlikte en temel ihtiyaçlardan mahrum bırakma... Bunlar yaşanılan vahşetin sadece en kısa yoldan anlatılması. Ama hepsini tek bir kelime ile ifade etmek gerekirse: Kürtlerin özgürlük isteğine olan düşmanlıktır. Bu derece büyük bir saldırganlıkla aynı zaman da Türkiye işçi ve emekçilerine de bir gözdağı verilmek isteniyor. Direniş gösterdiklerinde başlarına nelerin getirileceği canlı bir örnekle gösterilerek, Kürt Özgürlük Hareketiyle dayanışma içerisine girmelerinin önü kesilmeye çalışıldı. Barış bildirisine imza atan aydınların başına getirilenler ve hala da onlara karşı yürütülen saldırılar bunun küçük bir örneğidir. Sadece barış istedikleri ve vahşete ortak olamayacaklarını açıkladıkları için hedef haline getirldikleri göz önüne getirilirse, devletin nasıl bir saldırganlık içerisinde olduğu daha iyi görülebilir. Arkalarına aldıkları havuz medyasının desteğiyle de Kürt sorununu ‘hendek ve barikat ‘lardan ibaretmiş gibi göstermeye çalıştılar. Oysa hendek ve barikatlar çözümsüzlüğün bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Bilinen deyimle çözüm süreci devam ettirilmiş olsaydı, bugün daha farklı sorunları tartışıyor olacaktık. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bugün daha farklı gelişmeleri yaşıyacaktık.

10 ay süren şehir savaşlarında direnişin önemini gözardı etmeden yaşanan hataların ortaya çıkarılması, sadece Kuzey Kürdistan açısında değil Türkiye‘deki işçi sınıfı ve demokrasi mücadelesi açısından da önemlidir. Direnişin etkileri ileriki yıllarda kendisini gösterecektir. Devletin toplumu kendi istediği yönde zapturap altına alma çabasına vurulmuş bir darbedir. Yıkımların olması ve yaşanan can kayıpları, savaşı şehirlerin dışına taşımanın ya da şehir mücadelesinin farklı metodlarla yürütülmesi sorusunu da sık sık sorulur hale getirmiştir. Sur’da devletin vahşeti görüldüğünde taktik değişikliğe gidilez miydi ? Devletin bu boyutta bir saldırganlığı tahmin edilemediği söylense de sonrasında ne gibi adımlar atılabilirdi sorusuna cevap bulmak ilerisi açısından bir önem taşımaktadır. Mücadele ve direniş kayıpları ve acıları da beraberinde getirir. Ama esas olan daha az acı ve kayıpla mücadeleyi ileri boyutlara ulaştırmaktır. Bunun olanaklarını zorlamak ve fırsatlarını yaratmak devrimcilerin bir görevi olduğunu da sanırım söylemek yanlış olmaz. Şimdiye kadar devletin saldırılarına karşı gösterilen direniş, bugünkü mücadeleye temel olmuşsa bugün verilen mücadelede gelecekteki direnişlere yol göstericilik yapacaktır.

Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Şırnak, Gewer, Lice yakılıp yıkılan Kürt şehirlerinden bazıları. Derin devletin teslim aldığı AKP faşist hükümeti ile birlikte tank, top, helikopter ve uçakları kullanarak yürüttüğü bu vahşi saldırıda en asgari insan haklarının bile nasıl çiğnendiğine tanık olduk. Halk açlığa terkedildi, cenazelerine sahip çıkmaları bile engellendi. Cenazeler günlerce sokak ortasında bırakıldı. Çocuk, kadın ve yaşlı ayrımı yapılmadan rastgele katliamlar yapıldı. Evler talan edildi, yakıldı, yıkıldı. Duvarlara yazılar yazıldı. Bir de ‘Esedullah timleri’ çıktı ortaya. Kimdi bunlar? Tasmaları çözülen kuduz köpekler gibi insana ait olan her şeye saldırdılar. Yüreğinde insan sevgisi olanların kabullenemeyeceği bir vahşet örneği yaşandı. Üç beş sokakta hendek ve barikat var diye böylesi bir vahşete girişen suçlulara hala ses çıkaramayan bazı gafillerin olması da insan olmanın önemini daha da elzem kılıyor. Türkiye ve Kürdistan’da bu vahşete karşı sessiz kalmayan aydınların, demokratların olması insana dair umutların bu topraklarda da yeşerme şansının var olduğunu göstermektedir. Yürekli insanların sayılarının çoğalması, AKP de ifadesini bulan faşist saldırıların geriletilebilinmesi için de önemlidir. Uluslarası kamuoyunun tepkileri de artıkça direnişin boyutlarının büyüyeceğini de söyleyebiliriz. BM bodrumlarda insanlar yakıldı diye tepki gösterdi ve Almanya’da ise bir kısım siyasetçi ile aydın, Erdoğan hakkında savaş suçu işledi diye dava açtılar. Bunlar devletin yaptığı vahşetin dünya kamuoyunun gündemine girmesi için önemli adımlar olmakla birlikte yeterli olmadığını da belirtmekte yarar var.

AKP Çözümsüzlükte Çözüm Arıyor

Şu an yaşanan gelişmelere baktığımızda AKP de Kürt sorunununda çözüm getirmeyen askeri yöntemlerden vazgeçmek istemiyor. 40 yıldır denenen askeri yöntemlerin başarı şansı olmadığını bilmelerine rağmen bunda ısrar etmelerinin bir mantığı yok dibi görünse de ısrarla sürdürmelerinin sebebleri nelerdir ? Kürt sorununun demokratik bir temelde çözüme kavuşması Türkiye’nin demokratik bir evreye girmesinin önünü de açacaktır. TC, Kürt meselesini kullanarak, işçi ve emekçilerin haklarını gaspetmenin yolunu da açmada küçümsenmeyecek bir başarı da gösterdi. Milli duyguları öne çıkarak hedef şaşırtmaya çalıştı. Şu son yüzyılda TC önemli bir varlık nedeni olarak misak-ı milli sınırları içerisinde Kürt meselesini sadece bugün söylenen şekliyle buzdolabına kaldırmayı değil tümden yok etmeyi önüne hedef olarak koydu. Buna karşı Kürt halkının bir direnişi oldu. En son örneği Dersim olmak üzere kanla bastırılan ve peşinden idam ve sürgünlerin yaşandığı isyanlar yaşandı. Bugünkü direnişler, o zaman toprağa düşen tohumlardan filizlendi. Bu direnişler de gösterdi ki Kürtleri inkar politikası iflas etti. Ama hala cumhuriyetin o kuruluş yıllarında hedef alınan ‘tek millet tek devlet’ politikasında ısrar eden ve bunu her türlü vahşeti uygulayarak sürdürmek isteyen ulusalcı-milliyetçi bir derin devlet gücü var. Ve bu güç AKP’yi de çemberine alarak askeri çözümde ayak diriyor. Erdoğan bunun yüzeyde görünen parçası olsa da Kürt meselesi olduğunda CHP ve MHP’nin de derin devletin yanında yer aldığını gördük. Bu ortaklık halen de devam ettiriliyor. Bu yüzyıllık inkar politikasının yürütülemediği açıkça ortaya çıkmasına rağmen sürdürülmek istenmesi, çözümsüzlüğü derinleştirdiği gibi, bugün yaşanan sorunlarının temel kaynağıdır da. Bugünkü vahşet boyutlarındaki saldırılar ve tüm askeri gücün harekete geçirilmesine rağmen, elde edilen sonuç; TC’nin korkularının derinleşmesidir. Bu korkunun bugünkü politikaya yön verdiğini görüyoruz. Kürt halkının özgürlüğüne kavuşması esasında Türkiye’de yaşayan diğer halkların da çıkarınadır.

İçeride ve dışarıda yürüttüğü politikaları duvara toslayan, Kürt Özgürlük Hareketi karşısında istediği sonucu alamayan AKP ve derin devlet, yeni adımlar atmaya başladı. Suriye politikası ve DAİŞ’e verdiği destek nedeniyle giderek yalnızlaşan Türk devleti, yeni bir manevraya yöneldi. Rusya ve İsrail’e tavizler verilerek bozulan ilişkiler yeniden onarılmaya çalışılıyor. Rojava’da elde edilen başarılar ve bir çok cephede DAİŞ çetelerinin geriletilmesi ile birlikte AKP’nin dış politikada attığı bu adımlar Kürt korkusunun sonucudur. Düne kadar söylediklerinin tersini yapmaları şaşırtıcı değildir. Bu, ilk tükürdüğünü yalama dönüşü de değildir. Bunun örnekleri çokça yaşanmıştır. Dün Esadsız çözüm diyenler bugün Rojava’nın federal bir statü kazanmaması için Esad ile anlaşmaya çalışmaktadırlar. Cezayir görüşmeleri bu konuda atılan ilk adım oldu. AKP ve derin devlet bu değişiklikle birlikte ellerindeki DAİŞ ve diğer islamcı çeteleri kozunu hemen bırakmayacaklardır. Desteklerini devam ettirecekler ve Rojava’daki kazanımlara karşı, bu çetelerin bir set vazifesi görmeleri için de ellerinden geleni arkalarına koymayacaklardır. Çetelerin bir çok bölgede yenilgiye uğramaları ve geriletilmeleri, aynı zamanda AKP’nin büyük osmanlı hayalini yeniden canlandırmak için yürüttüğü çabaların da sonu olacaktır. Tüm çabalarına rağmen ABD ve diğer batılı müttefik güçlerinin YPG’nin ana gücünü oluşturduğu QSD’ye verdikleri desteği devam ettirmeleri, çetelerin geriletiletmekte ve adım adım yenilgiye doğru götürmektedir. Bundan dolayı da olsa AKP hükümeti elinde son olarak kalan az sayıdaki seçenekleri devreye koymaya başladı. Dış politikadaki değişiklikleri de bu şekilde okumak gerekiyor.

Sessiz Kalmamak

AKP de ifadesini bulan derin devletin Kürtleri yok etme planının bugün uygulanabilmesi için en ufak demokratik bir ses bile susturulmak isteniyor. Hendek ve barikatların öncesine dönersek, nasıl adım adım bir saldırı planının gerçekleştirildiğini görebiliriz. Sadece 7 Haziran seçimlerinden önce HDP’nin 128 örgüt binası saldıya uğradı. Diyarbakır mitinginde patlatılan bomba, tehdidin ve saldırganlığın boyutunu göstermek için yeterli bir örnektir. Son 10 ay içerisinde şehirlerin katliamlar gerçekleştirilerek yıkılması, çok önceden planlanan bir saldırının devamıdır. Bununla da yetinmeyerek en ufak bir demokratik sesin çıkmaması için de HDP milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Şimdi de belediyelere kayyum atanması gündeme getiriliyor. Türkiye demokrasi güçleri üzerinde de büyük bir baskı ve yıldırma politikası yürütülmekte, en ufak bir muhalif sesin çıkmasının önüne büyük bir set dikilmek istenmektedir. Denizde balıklar gibiyiz. AKP faşist hükümeti ağını atmış ve bekliyor. Sırası geldikçe en çok yükselen muhalif seslerden başlayarak, bizleri birer birer suyun dışına çıkararak yakalamakta ve seslerimizi boğmak istemektedir. Bugün takılmayanlar için bir başka sebepden sıra onlara da gelecek ve yarın onlar ağın içerisine alınıp suyun dışına çıkarılacaklardır. Sıra onlara da gelmiş olacak. Büyük bir faşist saldırganlık örneği ile karşı karşıyayız. Buna karşı direnmenin yolunun Kuzey Kürdistan’da sürdürülen vahşete sessiz kalmamaktan geçtiğini de belirtmeden geçmeyeceğim.

AKP’nin bu dizginsiz saldırganlığının arkasındaki gerçekleri göremeyerek, hala sorunu hendek-barikat ve HDP’nin ‘seni başkan yaptırmayacağız’ çıkışına indirgeyenler var. Barış isteyen iyi niyetli çabaları bunların dışında tutmak gerekiyor. Kaldı ki barış süreci Kürt Özgürlük Hareketinin ve demokrasi cephesinin güçlenmesini sağlamakla kalmadı, bir başka çözümün, silahları susturarak da mümkün olduğunu gösterdi.

Şimdilerde AKP etrafında toparlanmış bazı işbirlikçi Kürtler ‘yeni ve milli Kürt politikası’ dillendirmeye başladılar. Hatta bu unsurlar kayyum atanacak belediyelere de talip çıkarak, bir an önce ‘askeri başarının’ hedefine ulaşmasını bekliyorlar. İdris-i Bitlisi’den buyana Atatürk ile de devam eden Kürt işbirlikçilerinin egemen devlete bu yamanmaları bugün de varlığını koruyor. Barışın gelmesi önünde bunların da önemli bir engel olduklarını ve sırf birkaç kemik daha fazla almak için, bu kadar yıkıma ve vahşete sessiz kalmakla kalmayıp, devletin yanında katliamlara ortak olduklarını görebiliyoruz. Bunlar dün vardılar bugünde varlar belki sayıları azalsa da yarın da olacaklardır. Bunların halk nezdinde yüzlerinin açığa çıkarılması ve teşhir edilmeleri son derece önemlidir.

Bir de sorunun hendek ve barikatlar olmadığını anlamayanlar ve ya anlamak istemeyenler var. Bunlar hendeklerde düştükleri yerlerden kalkamayanlar, barikatlara takılıp yere çakılanlardır. Resmin bütününe bakma cesaretine sahip olamayanlardır. Lice’de yaşananlar da gösterdi ki Kürt halkının direnişinin kırılamadığı her alana saldırılmaktadır. Her yer yaşanmaz hale getirilmek isteniyor. AKP’de ifadesini bulan faşist saldırılar öyle bir boyut kazandı ki her türlü muhalif ses daha çıkmadan korku duvarları içinde hapsedilmek isteniyor. Esas mesele de bu. Her türlü saldırganlığa karşı ses çıkarma cesaretini gösterebilmekte. ’Toprak kanla sulanmayınca vatan olmaz olsa olsa tarla olur’ diyen faşist bir zihniyete karşı direnişin önemi vazgeçilmez derecededir. Bu nedenle işçilerin, emekçilerin ve aydınların direnişi Kürt halkının haklı mücadelesi için büyük bir önemdedir. Demokrasi mücadelesinin ortak bir direnişle yüksetilmesi kaçınılmaz bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu faşist saldırganlığı geriletmenin başka bir yoluda yoktur.

(*) Bu yazı 15 Temmuz darbe sürecinden önce kaleme alınmıştır. Yazıyı güncelliğini koruduğu ve bugün yaşanan gelişmelere bakış açısı için önemli ip uçları da içerdiği için yayınlamayı uygun gördük.


Konuyla ilişkili diğer makaleler