Barış, Kürtler ve Yığınlar
Barışın yüzü sıcaktır. En çok söz ettiğimiz, ihtiyaç duyduğumuz, hasretini çektiğimiz, uğruna bedeller verdiğimiz, ömürler adadığımız bir olgulardan bir tanesidir, Barış.
1 Eylül, Dünya Barış Günü’nün kutlandığı bugünlerde Barış sorunu yakıcılığını korumaktadır. Komşumuz Suriye ve Irak topraklarında sürdürülen savaş sonlandırılmadan, Ortadoğu’da barış politikası, iyi komşuluk ilişkileri izlenmeden ve ülkenin içinde sıkıyönetim, olağanüstü hal kaldırılmadan, çatışmalara son verilmeden, Kürt halkına uygulanan asimilasyon politikası terk edilmeden ülkede barış sağlanamaz. Ve, nihayetinde barış sorunu bir sınıf mücadelesi sorunudur. Emek ile sermaye arasındaki temel çelişki çözülmeden ulusal, bölgesel ve evrensel anlamda adil, kalıcı ve onurlu bir barışın gerçekleşmesinden söz etmek bir ham hayal ve koca bir yalandır. Çünkü, savaşların kaynağı sömürüdür.
Kapitalizm ve kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm, sömürü ile varlığını sürdürmeye, ayakta kalmaya çalışır. Daha fazla kar etmek için ülkenin doğal zenginliklerini, iç kaynaklarını acımasızca savurganca kullanır, harcar. Egemen ulus milliyetçiliği anlayışıyla diğer halkları asimile eder, köleleştirir ve topraklarını da sömürgeleştirir, bir koloni haline getirir. Kapitalizm, bununla da yetinmez. Ülke sınırlarının içinde baskıyı, dışında da işgali sürdürmek için silah sanayisine ağırlık verir. Silahlanma ile silah tüccarları çok büyük paralar kazanır. Savaş ve işgallerin yapılmasından etkin rol oynarlar. Savaşların, yıkımların, talanların tek kazananı her zaman para babaları olmuştur. Savaşlar, halklara, yoksullara, ezilenlere, emekçilere ve işçilere ölüm, sakatlanma, açlık ve sefaletten başka bir şey getirmemiştir. Bugün çıkan savaş ve çatışmalardan dolayı Türkiyeli, Iraklı ve Suriyeli yoksulların ve ezilenlerin kaderi bir olmuştur. Evlerinden, yurtlarından olmak, ailelerinin dağılması, göçmenliğe zorlanmaları, açlığa ve sefalete sürüklenmeleri ortak paydalarıdır. Savaşlar sadece insan kayıplarıyla ölçülemez. Savaşlarda bütün canlılar, insanlık kültürü ve uygarlığı ve doğa tahrip olmakta yakılıp yıkılmaktadır.
Dünya halkları, emekçiler, işçiler, yurtseverler ve kadınlar 1 Eylül, Dünya Barış Günü’nde Hitler Faşizmini, diktatörlükleri, militarizmi bir kere daha lanetlemekte, barışa olan özlemlerini haykırmaktadır. II. Dünya Savaşını çıkartan Adolf Hitler ve işbirlikçilerinin yüzüne tükürülürken Hitler barbarlığını Sivastopol önlerinde durduran ve Berlin’e kadar kovalayarak Büyük Zafer ile taçlandıran Jozef Stalin ve Sovyet yurtseverleri minnetle anmaktadır. J. Stalin, eşsiz önderliği, yurtseverliği ve enternasyonalist kişiliğinden dolayıdır ki burjuvazi, gericilik ve emperyalizm tarafından amansız bir saldırıya uğramaktadır. Bütün faşistler, savaş tacirleri, işçi sınıfının ve sosyalizmin düşmanları koro halinde kara propaganda yapmaktadır.
Türkiye’de barış, sermayenin, devletin, hükümetin bir lütfü olmayacak. Son 40 yılda 50 bini aşkın insan yaşamını yitirdi. Barış isteyenler cezalandırıldı. Sürgüne ve zindana gönderildi. “Barış Süreci” görüşmeleri devlet ve AKP iktidarı tarafından HDP milletvekilleri ile diyalog içinde sürdürülürken estirilen korkunç terörle, IŞİD barbarlığıyla, karanlık bir manevra ile aniden çıkmaza sürüklendi. Ardından HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ve HDP vekilleri gözaltına alınarak tutuklandılar. Cizre, Sur, Nusaybin, Yüksekova ve daha niceleri yakılıp yıkıldı. İnsanlar diri diri yakıldı. Cenazeler ayaklar altına alındı, sokak ortalarında bekletildi. Kürt halkı, yerlerinden yurtlarından oldular. Göç etmek zorunda kaldılar. Binlerce ailenin geçim kaynağı olan dağlar, yaylalar ve ovalar ıssız kaldı. Kürt halkının anayurdu, anadili Kürtçe gibi kendisine yasaklandı. Bundandır ki, coğrafyamıza barış her şeyden önce Nusaybin’den, Cizre’den, Surdan, Yüksekova’dan, yakılıp yıkılan yerlerden esmeye başlayarak saracak ülkemizi. Ve, bugün barışın adı, filizi, can suyu Kürt kimliğidir, dilidir, toprağıdır. Demek istiyoruz ki, Kürt halkıyla barışılmadan Barış mı istiyorsunuz? Asla!
Barış, insanın insana kulluğunun son bulmasından doğacaktır. Dünyada güneşin en güzel Nemrut’ta doğduğu gibi muhteşem olacaktır. Yeter ki, üreten nasırlı eller birleşsin zalimlerin zulmüne karşı. Yeter ki, yüreklerimiz, ellerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz kavuşsun birbirlerine. Büyük yığınsal direnişler faşizmi yıkarak barışı kurar.
AKP-Saray iktidarı tarafından Amed, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyımların atanması Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye halklarına vurulmuş çok sinsi bir darbedir. Sermaye iktidarının bu tür saldırılarını önlemenin ve geri püskürtmenin tek yolu birleşik yığınsal bir mücadeleden ve güçlü yerel direnişlerden geçmektedir. Kürt halkına kayyımları, asimilasyonu, göçü dayatan sermeye sınıfı Akdeniz, Ege, Marmara ve Trakya bölgelerine de halklarımıza açlığı ve yoksulluğu dayatmaktadır.
İçeride şiddet ve baskıyla halkımıza açlığı, yoksulluğu ve umutsuzluğu dayatan sermaye sınıfı ve onun politik sözcüsü MHP destekli AKP-Saray iktidarı, maceracı bir dış politika izlemektedir. İşçi, emekçi ve yoksullardan oluşan yığın tabanı hızla erimekte ve desteğini çekmektedir. Meşrutiyetinin tartışmalı hale geldiğini anlayan iktidar halka ve muhaliflerine karşı oyun üstüne oyun tezgahlamaktadır. Bu olumsuz durum barış, demokrasi, özgürlük, toplumsal ilerleme ve sosyalizm mücadelesine elverişli bir zemin hazırlamaktadır. Bu süreçte işçilerin, emekçilerin, yoksulların, gençlerin ve kadınların örgütlenmesini sağlamak elzemdir. Mesleki, demokratik yığın ve sınıf çalışması yapmak, geliştirmek ve yaygınlaştırmak yaşamsal önemdedir. Halk yığınlarının üzerinde yıllardan beri süregelen atalet kırılmalı ve aşılmalıdır. Marjinallik ve basmakalıp anlayışlar terk edilmelidir. Yığınların sosyal, ekonomik, kültürel, politik ve moral yapılarına uygun bir çalışma tarzı yaşama geçirilmelidir. Yığınları etkisi altına alan moralsizlik, umutsuzluk, politika ile ilgilenmemek, biat etme ve şükretme anlayışı ancak ve ancak insanca yaşama, güzel bir gelecek için bir mücadele ruhunun, direniş cesaretinin gelişmesiyle kırılabilir. Bu da örgütlülüğü gerektirir. Örgütlenmeyi, örgütlü çalışmayı, emeğin gücünü açığa çıkarmayı, işçi sınıfının öncü rolünü başa almayı şart koşar.
Etrafımıza baktığımızda çoğunluğun hoşnutsuz olduğunu, demokratik bir iktidar, eşit ve özgür bir yaşam ve güvenilir bir gelecek istediğini görürüz. Herkes bu amaç için mücadele etmenin gerektiğini belirtir. Ancak ortak bir irade oluşturarak adım atmak, örgütlü çalışmak oldukça zor olmaktadır. Bunun birkaç nedeni vardır: Örgütlülüğü kavramamak, korkmak, karanlığın aşılabileceğine inanmamak, sınıf mücadelesi bilincinden yoksun olmak, rehavet içinde olmak ve kadere boyun eğmek. Böyle olunca insanların birbirlerine güveni olmuyor. Bir araya gelme isteği gelişmiyor. Bu olumsuz davranışların terk edilmesi kolay olmuyor. Bunun aşılması için yılmadan, bıkmadan ve usanmadan çalışmak gerekmektedir.
Çok iyi bilinmelidir ki işçi sınıfının devrimci hareketi gelişerek zirve yapmadan ve Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi ile birleşmeden ne Kürtlerin, ne işçi sınıfının ne de ezilenlerin, yoksulların kurtuluşu mümkün değildir. Güzel bir gelecek, yarınların Güneşli Türkiyesi ancak işçi sınıfının, halkların örgütlü birleşik gücüyle kurulabilir.