Bir 10 Eylül Yazısı: Zamanın Değiştirdiklerini Anlamak…

Bir 10 Eylül Yazısı: Zamanın Değiştirdiklerini Anlamak…

İyiyi geleceğe taşıyan sınıf kiniyle; bir kişi, yüz kişi, bin kişi, yüz bin kişi çoğalarak kurulan çadırlara karıştı fabrika önlerinde. Geleceğin aydınlık yüzü için bıkmadan türküler söyledi. Bir Mayıs’ta kızıl kan oldu yüzü. Meydanlardan her geçişinde tuhaf, acı ve ürkek bir duyguyla yanı başında düşen gencecik bedenleri hiç unutmadı. 

Sokaklarında ağır adımlarla herkesin bildiği kalleş pusulardan geçti. Avuçlardan fışkıran terle sulayarak toprağı, kıpkızıl açan fideler ekti. Bir adımdan çoğalarak binlerce adıma, nümayişlerin gürültülü haykırışlarından tam güneşe tutunacağım derken, kapkaranlık baskın bir geceden sonra, ölümün bile yasallaştığı apoletli günlere uyandı. 

Ateş ve korla donatılmış dehlizlerde derin yalnızlıkların çığlığıyla umudu yok etmek istediler ilkin. Sonra dilleri, kültürleri koca bir halkı yok etmek istediler. Hücrelerin ıpıssız soğuk yüzü, direşken bedenleri kanla esir alamadı uykuya hazırlanan teslimiyetlere rağmen... Yeni şeyler yazıldı orada. Kurumaya yüz tutan umutların geleceğe ilişkin yeniden yeşereceği yeni şeyler söylendi…

Ateş bir yandı bir söndü… 

Dünyanın gözyaşına batmış ağlayan gidişinde, umudun kaleleri bir bir yıkılmaya başlamıştı. Satılmış teslimkar likidatörlerin sinsi planlarıyla yalancı bir hayalin öyküsü yazılmak istendi. Bir cama çarpmanın geçici şaşkınlığı gibi sendelese de hayat, yeniden yaşam suyuna ulaşmanın yollarını arayarak doğrulacaktı…

Ateş bir yanıp bir söndü... Geçmişin birikimi üzerinden yeniyi arayan çabasıyla çoğalmalıydı yeniden yaşam… Bunca yıl boşuna geçmedi. Hücrelerin soğuk, acımasız ortamında teslim olmayanlar, yapayalnız kalanlar ıpıssız bir kalabalıkta, sürgüne zorlananlar; yeniden güneşe dönünce yüzünü sahte, sağır, şımbıltılı tuzakların hayaline kapılmadan, uzun yılların yorgunluğuna rağmen türkülerle doğrulacaktı yeniden…

***

Böyle bir geçmişin itelediği yoğun, karma karışık düşüncelerle ulaştı meydanın orta yerine. Bunca yıldan sonra, değişime direnen caddelerin nefeslendiği meydanın orta yerinde, geçmişi silinmiş biri gibiydi. Unutulmaya başlamış dostlukların örttüğü kalın sislere aldırmadan “yeniden başlarım” umuduyla yorgun bacakları denizin çağırdığı sese yöneldi. Eskimiş ahşap yapıların kokusunu duyumsadı ilkin. Kafeteryanın masaları arasından geçip, kıyıya iyice yaklaştı. Denizin yaydığı iyot kokusunu içine çekti. ‘Zamanın değiştirdiklerini anlamak istiyorsan doğru yerden çalmalısın şehrin kapısını’ diye düşündü.

Uzun yıllar önce kavgayla ilk tanıştığı yapının önünde durdu. Deniz kenarındaki evlerin ikinci aralığıydı. Yenilenmiş, maviye boyanmıştı duvarları. Denize açılan sokak aynıydı. Sahile inmek istedi. Dalgaların aşındırdığı yükseltiden inmeye tereddüt etti. Geriye döndü sonra. Birden önünde onu gördü. Temkinli olmasa çarpacaktı… Dur! işareti yaparak kolunu uzatıyordu sanki.

“Sana yaşadığım dünyayı göstereceğim…”

Her şeyi yeniden tanımaya çalışarak, birbirine kenetlenmiş eski anılarının önündeydi. Her biri diğerine açılıyordu sanki. Yok olmamak için son güçleriyle direniyorlardı. Oysa biliyordu ne kadar güçsüz olduklarını. Yıllardan beri esen rüzgar, yağan yağmurlar, en acımasızı da yalnızlık aşındırmış, çürütmüştü içten içe. Gerçek yaşanmışlıkların üstüne sahte öyküler yazamaya çalışan sahtekarlar türemişti geleceği yeniden üretmek bahanesiyle. Dur işaretli süliet, geçmişe tanıklık edercesine parmağını boşluğa uzatıp “komşumdun sen benim” diyordu. “O” ise duyarsız yağmacı sahtekarlara aldırmadan yeniden açılan gerçekliğin kapısına ilerliyordu.

Yücelttiği sevginin büyüsüyle, her şeyi olduğundan başka görmeye zorluyordu kendini. Değişimin olumlu yansılarını arıyordu çevresinde. Yağmanın hoyrat yüzünü gördükçe kabullenmekten kaçınıyordu. Sanki her şey eskisi gibiydi de bir tılsım bir hayale taşımıştı onu. Oysa kökleri olduğu gibiydi. Görünmelerini engelleyenler çoğaldıkça, yerlerini bunlar almıştı. ‘O’ ise tek kişilik dünyasında kendi mutluluğunu bulmaya gidiyordu. Yalnızca iyi şeyler bulmayı umuyordu. Nasıl olsa gelecek, bireysel çabaların toplamıydı. Bir gün birleşecek bu çabalar. O zaman bozuk olan ne varsa düzelecekti elbet… 

Aydınlığın tutsak düşlerini geçmişte bırakıp, yeni bir yaşam kurmuştu yıllar. Her şeyin bittiğini sandığı yerde insanı tetikleyen yeni bir sevgiye uzatıyordu sanki elini. Boşluğa bakan gözleri denize açılan sokaklardan sessizce yayılıyordu şehrin damarlarına. İşte o zaman fark etti burada farklı düzlemden yaşamın yeniden başladığını. Tepeler yıkılıyor, emek en dağılmış haliyle üretken, yapılar yeşile düşman. Deniz görünmez yerlerden uzatıyor elini, karşılıksız sevdasını haykırıyor zeytin dallarına…

“Sana yaşadığım acıları göstereceğim”

Bak bugün nereden nereye geldik. Yorulduk eskiyi özlemekten. 
Bu öykü buradan başlamalı, buradan yaratmalı yeniden geleceği… 
Bencilce tüketilen yaşamlara inat, buradan çalmalı gelecek özgür günlerin kapısını…


Konuyla ilişkili diğer makaleler