Bir Vekil Aday Adayının Portresi
Sabah büyük bir heyecanla kalkıp üst başımı giydim.
Günlerdir hazırladığım ve biraz da şişirdiğim dosyam yatağımın başucunda idi. Açıkçası çok uğraştım diyemem. En son 5 yıl önce yine hazırlamıştım. Şimdi raftan indirip tekrar güncelledim. Yeni yeni terimler, başlıklar, marifetler ekledim. Bazen mecburi bazen de yanlışlıkla gittiğim basın açıklamalarını da gün ve tarih olarak iliştirdim. Basın açıklamalarında önlerde gözükmek ve fotoğraflarda çıkmak hem iyi hem kötü. Çünkü bazen Emniyet’te önüne geliyor. Diyeceğim o ki malum Ortadoğu’da taşlar yerinden oynarken ben bu duruma kayıtsız kalamazdım quantumik bakışlı, yüreği sevdalara ve pıttırcıklara nakışlı bir siyasetçi adayı olarak.
Her şeyi kontrol edip, ayna karşısında bir iki replik çalışması yaptıktan ve arka cebimden çıkardığım tarağı da son defa saçlarıma vurduktan sonra evden çıktım.
Dosyamı ilgili yere teslim ettim. Başvurumu resmen yaptım.
Başvuru sırasında bazı arkadaşların ‘başkanım, vekilim’ demeleri çok hoşuma gitti. Bu kadarda hızlı beklemiyordum. En sevdiğim sözdür aslında. Düşünsene koltukta oturuyorsun ve sana başkanım diyorlar! Hayali bile ne kadar güzel!
Gerçi şimdi eş başkanlık falan var ama gelemem öyle şeylere. Eş başkan- lık bize yakışmaz heval! Feodalizm öldü mü? Nerde bu Kürt erkekleri? Nerde bu insanlık!!!
Başvurum hayırlı olsun. İşlemleri bitirdim.
Ee bunu “halkım” ile kutlamam lazım ama değil mi? Kalkıp Ulu Cami’nin oraya gittim. Halk arasına karışarak ilgili, bilgili ve sevecen aday olduğumu ispatlamam ve herkesin aday olduğumu bilmesi de gerek. Ulu cami önündeki yaşlı amcaları ikna eden, dünyayı da ikna eder.
10 yıldır ilk defa gidip bir açık mekânda insanlar arasında oturuyorum. Çok zor gelmedi desem yalan olur.
Neyse, tek başıma bir kürsüye oturdum. Hemen sağımda 2-3 yaşlı amca var. Koyu sohbetteler.
Çaycıya “Yan masaya da bırak” diyerek sohbet ortamı başlattım.
Amcalardan bir tanesi teşekkür edince fırsatı kaçırmadım:
“Ne demek, size can feda! İnşallah kısmet olursa Haziran sonu burada yine çay içer, bu şehir ile ilgili hayallerimizi hep beraber hayata geçiririz.”
Böyle deyince ikisi de benim masaya yanaştı. Anladılar aday adayı olduğumu. “Ser xêrê be” dediler. Meraklı gözlerle baktılar bana. Aşka geldim haliyle! Ortamı biraz daha ateşlendirerek ve sesime böyle ağlama efekti vererek “Bu halk gerçekten her şeye layık” dedim.
Sesim biraz fazla çıkmış olacak ki, başka masadan da bir iki xalo bizim masaya kürsü çekti! Hızla büyüyorduk, başaracaktık! İki kürsü daha eklense ayağa kalkıp ilk halk toplantımı yapacaktım.
Anladığınız üzere etrafımı bir anda sardılar. Off ne güzel! Şimdiden böyle başkanlı maşkanlı böyle yetkili gibi hissettim kendimi. Birbirimize bakıyoruz. Hizmetinize kendini adamış bir insan olarak karşınızdayım. Arkamıza düşen bitpazarındaki emekçi elleri, peynir pazarında büyüyen kokulu gözleri, ciğer dumanları arasında başlayan aşklar falan diyerek etkili cümleler kurmaya başladım. “Merak ettiğiniz şeyler varsa lütfen buyurun sorun” dedim. “Hep be- raber tartışacağız, birlikte büyüyeceğiz” demeyi de unutmadım.
Önce anlamsız bir suskunluk oldu. Çok etkilenmişlerdi belli. Biraz sonra, yaşı 90’a dayanan bir amca sözü aldı. Elleri titriyordu, gözü de bizi zor görüyordu:
“Öncelikle kürsüde oturan tüm arkadaşlarımı selamlıyorum ve süreci biraz değerlendirmek istiyorum. Biliyorsunuz faşist sistem şuan bizi kültürel soykırım sürecinden geçiriyor. Özellikle seçim dönemi de politikalarını derinleştirerek psikolojik manevralar yapacak. Bilgemizin bu konuda savunmalarında değindiği uyarılar da önemli bence. Bu noktada, sizin bu faşist politikalarla mücadele tarzınız ne olacak? Her şeyin bulanıklaştırıldığı bu ortamda yeni ne söyleyeceksiniz? Daha da önemlisi, Kürt sosyolojisini bilmeyenler Kürtler adına siyaset yapamaz, yapmamalı. Yanlıştır. Bu konuda kendinizi hazır görüyor musunuz?”
Şaka mı bu? Nasıl yani ya!
Ekmek çarpsın hiç bişi anlamadım.
Soykırım nedir amcacım ya? Meclis diyorum, koltuk diyorum! Ama cevap vermem lazım.
“Doğrudur amca, sosyoloji biliyoruz tabi. İbn-i Haldun, Durkeym falan. Biz de facebook sayfalarını takip ediyoruz yani, merak etmeyin. Bakın iddia edi- yorum, Twitter’da en güzel özlü sözleri her gece ben paylaşacağım. Siz rahat olun. Şimdiden yüzlerce biriktirmişim. Gandi, Marks, Mevlana, Cegerxwîn. Em nebin yek, emê herin yek û yek! Her telden olacak...” dedim ve sonra en bil- diğim kestirme şeye geçtim:
“Bu halkı ve halkın gücünü kimse yenemez. Biz gerçekten o kadar acılar çektik ki! Artık yeter! Artık Kürtler eski Kürtler değil. Bizi bitiremezler. İnşallah barış gelecek”
Amca ile göz göze geldik. Bana acıyan bir bakışı vardı, dersin yaşı otomatik yüz elliye çıkmış! Belli ki o da benim cevabı anlamamıştı. Ben bir iki şey daha söylemek için yelteniyordum ki, başka biri sözü aldı:
“Başqanım şimdi siz de bilîsiz, kentimizde yoksıllıx hed sefhada! Dawa insanî olmasax, çoktan böbregımızi satmiştix! Anlîsen degıl? Sosyal doqi bêmane zarar görmiş. Bir an önce onarılmasi icab edî. Mesela eskiden kentsel dönışım diyidiler, qorqidix; şimdi bırax kenti, heyatlarimizi döniştirdiler. Tıravmadayıx, anlîsen? Bax Sur’dayıx, insan qalmadî, quşlar ötmî, evler talan edıldi. Zorla göç ettırıldıx. Cizre’de Nisêbîn’de de eynî şey oldi. Bu wahşeti yapanlardan nasıl hesap soracaxsız?
Bir de ayıx olmax lazım! Orta sınıf ehlaqsızlıxî diye bışî duydın mi hêç? Hanê halqın acilarini popıler kultıre çeviriler sonra da hanelerine gol diye yaziler... Te go erê?”
Erê erê! De Sur’a ne olmuş ki?
En son her taraf kafe idi, gelip oturmuştuk. Lüks yerler açılmış, oteller falan vardı. Demek ki denk gelmemişim gelişmelere. Daha da kötüsü adam söze “Siz de biliyorsunuz” diye girdiğine göre bilmeme lüksüm yok. Neyse ben cevap verim!
“Gerçekten çok önemli bir soru. Çok hayati bir konu! Sur, benim kadim şehrim, çocukluğumun kadim mekânı! Tabikisi projelerimiz var. Biz proje insanıyız. Kenti de dönüştüreceğiz. Güzel dönüşümler yapacağız. Hala köylerde kalanları da şehrimize alacağız. Kapımız açık olacak. Daha çok bina, daha yüksek katlar. Herkese yer yetecek. Gitmelerine gerek kalmayacak. Demokratik olacağız. Bu halk artık bu oyunlara gelmez. Paketlere inanmaz. Ayrıca merak etme amcacım, biz ne ahlaksızlar gördük! Hepsini alt edeceğiz. Halkımız orta değil, üst sınıfları hak ediyor. Hepsini üst sınıf vatandaş yapacağız. Bana inanın. İnşallah hep beraber barışı getireceğiz...”
Terlemeye başladım yavaştan.
Beklemediğim yerden bir soru daha gelirse kontrolü iyice kaybedeceğim diye korkuyorum.
Tam karşımda oturan amca önce “Öhüü” diyerek sözü kendisinin aldığını ima etti. Hemen söze girmedi. Önce tabağını çıkardı, yavaştan tütünü sarmaya başladı. Hepimiz ona bakıyoruz.
Herhalde ölüm darbesi vuracak. Hani aslan avını yakalar ve onu öldürmeden öylece pençeleri içindeki avına bakar ya. Aslan işte öyle öldürür, bakarak. Çünkü aslanın gözüne bakıp, kendi çaresizliğini gören hayvan teslim olur artık. Ölümü böyle gerçekleşir.
Bana bakmaz inşallah! Korkuyorum çünkü.
Allah razı olsun, başını kaldırmadan söze girdi:
“Yeğen bak, Kürt siyaseti artık eskisi gibi değil. Kendini yeniledi, çok şey değiştirdi. Ama hakikati da konuşmak lazım! Legal siyasetimiz bürokrasiye çok bulaştı. Son 3 yılda yaşanan korkunç savaş ve tanık olduğumuz şeyler, aslında öncü olması beklenen çoğu siyasetçinin “devlet” fikrini, devletçi zihniyeti aşamadığını gösterdi. Liberalizmin sığ sularında kulaç atarak kendilerini kandırmışlar. Biz ulu cami yaşlılar inisiyatifi olarak bu konulara çok dikkat çektik, ama kimse kale almadı. Radikal demokrasi tezi doğru anlaşılmadı dedik. Halen diyoruz.
Özellikle kurumlarımızda küçük hesaplar uğruna, bêle iki gramlık iktidar uğruna nice insan canavara dönüştü. Yurtsever değerlerini ranta çevirenler çıktı. Böyle insanlar türedi. Savaş toplumsallığın düşmanıdır ve savaş zamanları yozlaşma daha fazladır. Şimdi de özel savaş bize bunları dayatıyor. Mesela şuan seçimler olacak, ama bunu fırsata çevirmek isteyen yüzlerce aday çıkacak. Halk ile bir ilişkisi olmayan ama kafa kol ilişkisi sayesinde kendini dayatacak yüzlerce adaydan bahsediyorum.
Sizce de öze dönüş gerekmiyor mu? Ne yapmak lazım?”
Soru ne zaman bitecek diye o kadar çok bekledim ki. Bu sırada başkaları da sohbete katılmıştı.
“Abi ben nerden bileyim yaaa! Hele vekil yapın sonra bakarız icabına” diye- medim. Attım içime.
“Eee şey! Gerçekten çok ayıp! Söylediğiniz şeyler doğru ise midem bulandı. Ne zaman bu hale geldik. Soruyorum, biz ne zaman bu hale geldik? Bu konuda kesinlikle bir basın açıklaması yapmak lazım. Tüm kurum ve STK’lar birleşip bir basın açıklaması yapmak şart!”
Ben basın açıklaması deyince orta yaşlarında bir dayı sözü aldı benden.
“Vekilim zaten şuan her başımıza gelen şey ile ilgili tek mücadele yöntemi basın açıklaması yapmak olmuş. 30 sandalyelik yere ‘tüm halkımız davetlidir’ diyerek basın açıklamasına çağırılıyoruz. Bir halk 5 dakikalık basın açıklamasına neden gelsin? Bu konuda farkınız olsun isteriz. Sorun nedir biliyor musunuz? Opırtınizmdir nedir, hah işte odur sorun! Yani pratiği ile fikrinin bir olmaması! Haksızsam söyleyin. Sizin farkınız ne olacak?”
Hızlıca düşünüp bir fark bulmam gerekiyordu. Tobe haram aklımdan bir şey de geçmiyordu!
“Farkımız olacak elbet!” dedim. Bunu derken böyle gedê bajêr ekolünden gençlerin ağzını eğri yapan haline vurgu yaparak, aynısından şey ederek söyledim. Sonra devam ettim:
“Allah’ın izni ile miting gücünde geçecek bizim açıklamalar. Hep beraber. Annelerin zılgıtları ve gençlerin halayları ile yapacağız. Bu fedakâr halk gerçekten her şeye layık! İnşallah hep beraber barışı getireceğiz. Bu topraklar barışa susadı. Kürt halkı çok acı çekti. Artık kandıramazlar bizi”...
Tüm gözlerin bana döndüğünü hissediyordum. Herkes bir soru sormak is- tiyordu sanki. Ama soru sormuyorlardı. Sanki sorgu idi! Önümdeki dokuzuncu çayı ne ara içmişim hatırlamıyorum. Yok, böyle olmayacaktı. Sorular bana göre değildi... Çok uzatmadan kalkmam gerektiğini anladım.
Bu adaylık işinden soğuttular. Yazıklar olsun gerçekten!
“Sohbetinize doyum olmuyor ama çok işim var. Daha ziyaretlerimiz var, daha barışı getireceğiz!” deyip kalktım. Çay parasını da ödemeden tüydüm. Doğruca gidip adaylık başvurumu geri aldım. Daha başında böyle ise içine girince kim bilir başıma ne gelecekti. Yok istemez!
Sabah çıkardığım dosyamı tekrar tozlu rafa bıraktım. Adaylığı başka bir bahara erteledim. Bir sonraki seçimde inşallah maşallah! Desteklerinizi bekle- miyorum... ■
(Özgür Amed’in bu yazısı ilk kez Gazete Karınca’da yayınlanmıştır.)