Birlik Yolunda Yürümek, Kürtler İçin Vazgeçilmezdir

Birlik Yolunda Yürümek, Kürtler İçin Vazgeçilmezdir

Miting ve Askeri Helikopter

 

Bölgeyi değiştirecek bir güce ve dinamiğe sahip olan Kürt Özgürlük Mücadelesinin tüm tarafları, Kürtlerin birliğini yaratmayı başarabilmelidir. Bundan kaçış ihanete götürür.

“Kî ne ém” yıllar önce Şıwan Perwer’in Cegerxwin’un şiirinden bestelediği ve büyük bir etki yaratan Kürtçe türkünün nakarat sözleri. “Biz kimiz” olarak Türkçeye çevirebileceğimiz bu sözleri zamanında Kürtler çok kullandı. 70’li yılların sonları ve seksenli yılların ortalarına kadar bu türkü çok dinlendi.

Kürtlerde gelişen ulusal bilince parelel olarak “Kî ne ém” tam olarak döneme denk düşmüştü. Kendilerini sorgulamak için kullandıkları “Kî ne ém” sözü, ulusal uyanış yaşayan Kürt gençlerinin ağızlarında bir mücadele sloganı haline de gelmişti. Kürtler varlıklarını kabul ettirmek için az bedel ödemediler.  Bugün varlıklarını kanıtlamakla uğraşmak yerine özgür bir yaşamın mücadelesini vermektedirler. Kürtler bugün “Biz kimiz” diye başka bir şekilde kendilerine sormak durumundadırlar. Kürtlerin varlığını inkar edenler,  şimdilerde bu inkarın utancı ile birlikte tarih olmaya başladılar.

Kürtler, bugün bir kez daha “Kî ne ém” sorusunu kendilerine sormalıdır, fakat bu varlığını kanıtlamanın çok ötsesinde olmalıdır. Bu kez ulusal uyanış duyguları ile sınırlı  olmamalı.  Bu soruya verilecek cevap bugün “Em Kurdın” demekle yetinilmeyecek kadar geniş bir çerçevede olmalı. Kürtlerin özgürlük mücadelesi ve karşı karşıya olduğu saldırılar gözönüne getirildiğinde, “Kürdüm” demekle yetinmenin yetersizliği ortaya çıkmaktadır. Biz kimiz derken, ulusal birlik, demokrasi, kadın hakları ve özgürlükler toplamını kapsayan bir çerçeve çizilmek zorundadır. Bütün bunları istemek, en başta da ulusal birlikten yana olmak bugünün “Kî ne ém” sorusunun vazgeçilmez cevabıdır. Kürt özgürlük mücadelesinin ve Kürtlerin gelişmeleri çok iyi değerlendirerek buna göre adım atmaları gerekmektedir.

Kürtler Bölgesel Gelişmeleri İyi Okumalıdırlar

Ortadoğu’nun sorunları çözüm yoluna girmiş değil. Çözüm ile çözümsüzlük arasında mücadele en şiddetli evreye ulaşmış durumdadır. Çözüm için atılan adımlar Arap Baharı rüzgarı ile ivme kazansa da bunun etkisi uzun sürmedi. Kürtlerin özgürlük mücadelesi bölgeyi etkilediği kadar bölgesel gelişmelerden de etkilenmektedir. Uluslararası ve bölgesel güçler oyun kurarken Kürtleri de dikkate almakta ve buna göre adımlar atmaktadırlar. Arap Baharı’nın rüzgarı hızını erken kaybetti ve bölgedeki Arap halkları için giderek etkisi azalmaya başladı. Halkların örgütsüzlüğü rüzgarın esip geçmesine yol açtı. Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’de yaşananlar bunun kanıtıdır. Buna rağmen bölgede sorunlar çözüm bulmadığından, her an yeni gelişmeler ortaya çıkabilir. Kürtlerin mücadelesi bölgeyi değiştirecek bir potansiyeli de içinde barındırmaktadır. Bundan dolayı  önemi  de giderek artmaktadır. Yukarıdaki sorumuzun cevabı da bu önemde yatmaktadır. Bunun farkına varan Kürtlerin önündeki en kaçınılmaz görev, ulusal birlik yolunda adımları zaman geçirmeden atmaktır.

Ulusal birliğin sağlanması Kürt özgürlük mücadelesinin büyük bir gelişme kaydetmesine yol açmakla kalmayacak, bölge halklarının yeni bir rüzgarı yakalamasını da beraberinde getirecektir.Ulusal birlik yolunda atılan adımlar yeni değildir. Kürt siyasi örgütleri arasındaki birlik çalışmaşlarının tarihi eskilere dayanmaktadır. Zaman zaman ittifaklar yapılmış ve ilişkiler geliştirilmiş de olsa bunun kalıcı bir yapıya kavuşturulması sağlanamamıştır. Bugün çok tartışılan PKK gerillalarının Başur Kürdistan’daki varlığı zamanında PKK ile KDP arasında gerçekleştirilen bir ittifak antlaşması sonucunda olmuştur. Buna benzer ikili ve ya çoklu ittifaklar zaman zaman gerçekleşmiş ve bugün de çeşitli adımların atıldığına tanık olmaktayız. Asıl meselenin bu adımların tüm Kürtleri kapsayacak bir şekilde ete kemiğe bürünememesi ve kalıcı bir hale getirilememesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu parçalanmışlık hali Kürt örgütlerinin dışardan gelen müdahalelere karşı koymasını ve bunları boşa çıkarmalarını da zorlaştırmaktadır. Bunlar konuşulup yazıldığında ortak bir görüşe varıldığını görmekle birlikte adımlar atılmaya gelindiğinde farklı yaklaşımlar kendisini göstermektedir. Bu sorunun çözümü Kürtlerin bu yüzyılı kazanmasının da anahtarı gibidir.

Bu gün Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşmış olan devletler bir kriz içerisindedirler. Suriye ve Irak eskisi gibi yönetilemeyecek bir durumdadırlar. Irak’ın federal yapısının daha sağlam bir temele oturtulması, yolsuzlukların önüne geçilmesi  ve demokrasi temelinde  halkların özgürleşmesi sorunlardan kurtulmanın ilk adımları gibi durmaktadır. Suriye, yeni bir başlangıcı halkların ortak çıkarlarını gözeten demokrasi ve özgürlükleri getirmeden gerçekleştiremez. Bu bakımdan SDG’nin Rojava ve Kuzey-Batı Suriye’de attığı adımlar Suriye geneli için de bir ayna görevi görmektedir. İran ve Türkiye siyasi ve ekonomik kriz içerisinde giderek nefes alamaz bir duruma gelmektedirler. Bu nedenle gerek İran olsun gerekse de TC olsun kendi iç sorunlarını gizlemek için dış sorunlar yaratarak ayakta kalmaya çalışmaktadırlar. Irak ve Suriye üzerinden bu oyunlarını devam ettirmektedirler.

Bu her iki gücün saldırı ve oyunları, Kürtlerin biraraya gelmesini önlemeye dönük bir amacı da taşımaktadır. Son zamanlarda TC’nin işgale dönüşen Başur Kürdistan’a yönelik saldırılarına,  İran’ın da Rojhılatlı Kürt örgütlerini bahane ederek düzenlediği saldırılar eklendi. Bu saldırılar tamamen Kürtlerin birliğine ve dayanışmasına yönelikdir. Hangi bahanenin ardına gizlenirlerse gizlensinler amaç: Kürtlerin biraraya gelmelerini ve ulusal birlik yolunda adımlar atmalarını engellemeye dönüktür. Kürtlerin ortak mücadelesi bölge halklarının uyanışını hızlandıracak, soygun ve yalana dayanan düzenlerinin yıkılışını yakınlaştıracaktır.

Rojava’ya Yeni Saldırı Girişimleri

AKP-MHP faşist rejiminin Rojava ve Başur Kürdistan’a yönelik saldırıları azalmadığı gibi yeni biçimler de devam ettirilmek istenmektedir. Erdoğan, gerek Putin ile görüşmesinden gerekse de Biden ile görüşme çabalarından istediği sonucu alamamış olacak ki Rojava’ya yönelik yeni provakasyonlar tertiplemek peşinde. Rusya ve Suriye yönetimi, son zamanlarda TC’yi direkt işaret ederek ‘yabancı güçlerin çekilmesi gerektiğini’ yüksek sesle dile getirmeye başladılar. İdlip ve M4 karayolu çerçevesinde TC verdiği sözleri yerine getirmediği gibi DAİŞ ve cihatçı çetelere kalkan görevi görmeye devam etmektedir. Suriye’den çıkmak zorunda kalacağı günlerin yakınlaşması ve içeride işlerin istediği gibi gitmemesinden kaynaklı yeni oyunlar kurmakta ve böylelikle ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Rojava’da saldırgan konumda olan ve Kürtlerin kazanımlarını hedefleyen TC’nin saldıranın kendisi olmasına rağmen saldırıya uğradığı yalanını ortaya atmaktadır.

‘Büyük devletiz ve bölgede oyun kurucuyuz’ diyerek bölgede geniş bir coğrafyada saldırı yürütmektedir. Bu saldırıları uzun süre devam ettirmesi mümkün görünmemektedir. Buna ne ekonomik gücü ve ne de askeri gücü yeter. ABD ve Rusya gibi uluslararası güçlerin bile yer yer bazı alanlardan geri çekildikleri göz önüne getirildiğinde TC’nin savaşı yayma girişimi günü kurtarmaya yönelik girişimleri aşamamaktadır. Savaşı yaydıkça kendi çöküşünü de hızlandıracaktır. Moskova önlerine kadar giden Hitler aynı faşist mantıkla kendi çöküşünü de hazırladı. AKP-MHP faşizmi varlığını sürdürmek için aynı yoldan gidebileceğini sanıyor. Kürtler girdiği bu yolda, bu faşist güruhun önündeki en önemli engel. Bunun için Rojava kazanı kaynatılmakta ve yeni saldırıların zemini yaratılmaya çalışılmaktadır. ABD Başkanı Biden Ulusal Acil Durum Kararnamesi’ni bir yıl daha uzattığını Kongre’ye bildirirken SDG’ye desteğinin devamını açıkladı. Biden, oldukça sert ifadeler kullanarak yaptığı açıklamada “Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarının İŞİD’le mücadeleye zarar verdiğini, sivilleri tehlikeye attığını, ABD dış politikası ve güvenliği için tehdit oluşturduğunu”  söyledi. Rusya ve ardından ABD’den beklediğini bulamayan Erdoğan yönetiminin, Rojava’ya dönük yeni provakasyonlar tertiplemesi sıkışmışlıktan kurtulma çırpınışlarıdır. YPG’yi bahane ederek ABD ve Rusya’dan yeni tavizler koparmaya çalışmaktadır. ABD ve Rusya’nın Suriye üzerinde henüz bir anlaşmaya varıp varmadıkları bilinmemektedir. Suriye meselesinin çözümü için ortak adımlar atmak istedikleri bilinmektedir. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile Suriye Dışişleri Bakanı Mikdad’ın açıklamaları ‘Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi zamanının geldiği’ yönünde birbirlerini destekler nitelikteydi. TC’nin bundan sonra Suriye’de başka bir yola gireceğine dair belirtiler yok. Şimdiye kadar denediği oyunu sürdürecek ve DAİŞ artığı cihatçılara daha fazla oynayacaktır. Bölgede ne kadar islamcı görünümde cihatcı çeteler varsa onlarla işbirliğine girecek ve Kürtlere karşı saldırtacaktır.

Efrin, Serekaniye ve Gıre Spi’de etnik temizlik ve demografiyi değiştirme planlarını Rojava’nın diğer alanlarına da yayarak Kürtler arasına hançer gibi bu cihatçı çeteleri sokmaya çalışmaktadırlar. ‘Bın xwet, Ser xwet’ sınır hattı kilometrelerce genişliğe yayılmak istenmektedir. TC’nin bu serseri mayın hali ve tümüyle AKP-MHP faşist egemenliğinin devamına odaklanmış saldırganlığı Rusya ve ABD’den ne kadar destek bulur ya da bu güçler bu saldırganlığa daha ne kadar göz yumar, önümüzdeki günlerde belli olacaktır. Erdoğan’ın başında bulunduğu bu rejim artık son hamlelerini oynamaktadır. Bunun için Suriye’de bir çözümün önünü tıkamakta ve böylece dış tehlike kılıcını halkın başında asılı tutmaktadır. Suriye’de başarısız olduğunda binlerce cihatçı ve DAİŞ artığı çeteyi kucağında bulacak, bunları kontrol altında tutması da zorlaşacaktır. Yani elinde pimi çekilmiş bir el bombası ile başbaşa kalacaktır. Patlamasa bile çöküşlerini hızlandıracaktır.

Başur Kürdistan Rolünü Oynayabilir mi?

TC’nin Rojava’ya dönük saldırıları Rusya ve ABD’den onay gelmedikçe sınırlı bir çerçevede kalacağa benziyor. AKP-MHP faşist rejiminin ayakta kalmak ve Osmanlı hayallerini canlı tutmak için yeni ‘başarılara’ ihtiyaçları var. Başur Kürdistan’a yönelik başlattıkları işgal saldırılarından beklediklerini alamadılar. En son savaş teknikleri ve silahları kullanmalarına rağmen gerilla direnişini kıramadılar. Dağlar sürekli bombalanıyor, ormanlar yakılıyor ve binlerce ağaç kesiliyor, tüm bunlara rağmen gerillalar karşısında bir ilerleme kaydedilemedi. KDP’yi ve bazı yerel güçleri savaşa çekme planları da tutmadı. Köyler ve siviller bombalanarak buradan bir tepki yaratmak istediler, bunda da bir başarı sağlayamadılar. Bundan dolayıdır ki Rojava yeniden gündeme alındı. Rojava’da fitili ateşlenecek yeni bir çatışma ve saldırı aynı zaman da Başur’daki başarısızlığını örtmeye de yarayacak bir kalkan görevi görecektir. Bu bakımdan Başur’un kazanması Rojava’nın kazanmasıdır, tersi durumda da Rojava’nın kazanması Başur’un kazanmasıdır. Kürt özgürlük mücadelesinin içerisinde yer alan her kesimin bu gerçekliği gözönünde bulundurması gerekmektedir. Her iki parça kazandığında bu yüzyılı  Kürtler de kazanmış olacaklardır.

Başur Kürdistan’a yönelik işgal saldırısı, sadece orada üslenmiş olan PKK gerillalarına yönelik bir hareket olarak görülürse bu büyük bir yanılgı olur. İşgal başarılı olursa bunun sonuçları Kürtlerin yüzyılı kaybetmelerine yol açacak ciddi tehlikeleri de içerisinde barındırmaktadır. Bu oyunu boşa çıkarmak için PKK ve KDP’ye önemli sorumluluklar düşmektedir. Başur Kürdistan’a yönelik TC’nin her alanda bir kuşatması mevcuttur. Ekonomik, siyasi ve askeri kuşatmanın boşa düşmesi ‘Bıra Kujınin’ kesinlikle önlenmesine bağlıdır. Öteden beri TC ile işbirlikçi ilişkiler içerisinde olan bazı kesimlerin provakasyonları arttırdıklarını görmekteyiz. Bu çevrelerin KDP içerisinden etkilemeye çalıştıkları bazı çevrelerin olduğunu da görmekteyiz. Yer yer çatışmalara varan karşı karşıya gelmeler olsa da burada sağ duyuyu korumak önemlidir. Maxmur ve Şengal’de yapılmak istenen provokasyonlara karşı KDP Kürtlerin birliğini gözeten bir tarafta durmasını bilmelidir. PKK ve diğer Kürt örgütleri de ulusal birlik içine çekmek için bu çevrelerden gelen provakasyonlara karşı uyanık olmasını bilmelidirler. Bazı çevrelerin yaptığı açıklamaların rüzgara söylenmiş sözler olarak görmeli ve uçup gitmelerine ses çıkarmamalıdırlar. TC’nin nefes bile aldırmayı zorlaştıran bir baskı kurmaya çalıştığı bilinmektedir. Bu baskıları boşa çıkarmak Kürtler arası diyaloğun güçlendirilmesi ile mümkündür. TC’nin oyunlarına gelinmeden işgal karşısında durulmalıdır. 

Son yapılan Irak seçimlerine katılımın Kürdistan’da da %50’nin altında kalmasını bir kez daha düşünmeleri gerekmektedir. Bu durum onlar için üzerinde düşünmeleri gereken bir durumdur. Halkın güvenini kaybettikleri bir ortamda bir de ‘Bıra Kujinin’ günahına bulaşmamalıdırlar. Eski bir Yunan atasözü vardır: Herkes torunu için bir zeytin ağacı dikmelidir. Her yurtsever Kürt de gelecek nesiller için miras olarak bir şeyler bırakmalıdır. Bu da ulusal birliğe giden yola hizmet etmektir. Bölge halkları ile birlikte demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesi için mücadele bayrağını yükseltmelidirler.


Konuyla ilişkili diğer makaleler