Bugünden Yarını Kurmak!

Bugünden Yarını Kurmak!

Değişim süreklidir, ister doğada olsun isterse toplumda. Her değişim kendine has bir yasallık içinde gelişir. Doğa ve toplumsal değişimler birbirinden farklıdır ama birbirine benzer özellikler de taşır. Her değişim tek düze bir doğrultuyu izlemez ve olumlu bir sonuç vermez. Nasıl ki doğanın bağrından çıkan bir deprem büyük bir yıkıma yol açmaktaysa toplumsal yapıdaki ekonomik krizin sonucunda totaliter ve faşist güçlerin iktidara gelmesiyle onarılması çok zor büyük toplumsal çöküşler meydana gelmektedir. Mussolini İtalya’sında, Hitler Almanya’sında, Franco İspanya’sında, Pinochet Şili’sinde olduğu gibi.

Bu örnekleri çoğaltarak listeyi uzatabiliriz ama içinizi daha fazla karartmamak adına burada noktaladık. 12 Eylül faşizminden bugüne kadar olan dönemi yaşayanlar için her şey gözle görülebilir ve elle tutulabilircesine açık seçik ve somuttur. Hani bir halk özdeyişi, “Görünen köy kılavuz istemez.” diyor ya yaşanmışlıklar da belleğimizde, yüreğimizde ve tenimizde öylesine diridir, berraktır ve ibretle doludur. Tabi ki ibret almak isteyene ve ibret almasını bilene…

Ülkemizde toplumsal değişime büyük bir ihtiyaç var. Değişim ihtiyacı gün geçtikçe kendini daha da çok dayatmakta. Toplum; halklar, ezilenler, sömürülenler, kadınlar, gençler içinde yaşamakta olduğu kâbusun sona ermesini güzel günlere kapının aralanmasını istemekte. İstemek ne kelime? Güzel yeni bir yaşamın özlemiyle tutuşurcasına yanmakta, onun sevdasıyla oturup kalkmakta. Ve devrimciler ki bu çok büyük heyülayı gerçeğe dönüştürmek için tende ve tinde bütün zamanını bu mukaddesat için feragat ettikleri için devrimcidirler. Ne muazzam bir kelime: Devrimci! Ve demokratik nitelikli herhangi bir yeni yaşamı değil, insanlığın en sonuncu ve en soylu toplumsal yapısı olacak olan “Savaşsız, sömürüsüz bir dünya” için mücadele verenlerin adıdır, Komünist. Onun içindir ki ay güzelliğinde onlara yaraşmaktadır, ‘Yoldaş’ hitabı. Ne hikmetse bu son kırk yılda sol çevrelerde birbirlerine gelişi güzel ‘yoldaş’ diye hitap edip bu kavram sıradanlaştırılarak kullanımı artıysa da kelimenin özü orta yerde duruyor.  Yoldaşlık çok yüce bir kavramdır. Politik ortak bir amacı ifade eder. Bugün bu topraklarda karanlıktan aydınlığa doğru olan yönelim çoğalıyor. Güneşe yürüyen halk yığınlarının arasında yoldaşlık bağlarının gelişmesi ve güçlenmesi hiç kuşkusuz çok sevindirici ve değerlidir. Bu deyim kimine ağır bir sorumluluk verip onurlandırırken kimisi de bu deyimin cazibesine kapılarak coşmakta. Deyim yerindeyse ‘sarhoş’ olmakta. Burada Mustafa Suphi’lerin 10 Eylül 1920’de Bakü’de kurduğu ambleminde orak-çekiç ve kızıl yıldız bulunan Türkiye Komünist Partisi’nin genel sekreterlerinden İsmail Bilen’in, “Her yoldaş denilenle yola çıkılmaz.” sözü akla gelmektedir, haklı olarak.

Toplumsal değişimin karanlıktan aydınlığa doğru gerçekleşmesi için devrimci özne olmazsa olmazdır. Kapitalizmin mezar kazıcısı işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı biliminin kurucuları Karl Marks-Friedrich Engels yazarak uluslararası işçi sınıfına sundukları “Komünist Parti Manifestosu”, kapitalizmden sosyalizme geçiş için bir kılavuzdur. 21 Şubat 1848’de yayınlanan bu eserin üzerinden 173 yıl geçmesine rağmen güncelliğini hala korumaktadır. Her komünist ve ‘yoldaş’ kelimesiyle böbürlenen her kişi K. Marks ve F. Engels’in eserlerini mutlaka okumalı, okuyanlar bir daha okumalı, özümsemeli ve teoriyi pratiğe dökmek için canla başla çalışmalıdır. Yoksa başka nasıl devrimci olunabilir? Devrimci olmak, bir kişilik gerçekliğidir. Toplumun değişip dönüşmesi için, halkaların özgürleşmesi için, en ezilen, en sömürülen ve artık-değer yaratan, devrimci nüveler taşıyan, gelişip güçlenerek politik erki kazanmaya yürüyen bir işçi sınıfı ve onun bağlaşıkları olan ezilen halklar, kır emekçileri, aydınların oluşturduğu ittifakın aktif bir neferi olmaktır, asıl önemli olan.

1970’den bugüne kadar olan dönem bizim için en büyük hazinedir. Acılar-sevinçler, atılımlar-likidasyonlar, duraksamalar-çöküşler, yengiler-yenilgilerle dolu bir dönem. İşçi sınıfı ve halklar en çok bu dönemde çiçeğe durdu, umut yüklü oldu. Sol güçler en çok 1976-1980 yılları arasında birbiriyle çatıştı. Okları asıl düşmanları olan emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı değil tam tersine birbirlerine karşı yöneltti. Burjuvaziye karşı mücadele zeminini harabeye çevirdi. At izi it izi birbirine karıştı. O süreçte yapılan 12 Eylül faşist darbesi irili ufaklı bütün sol, sosyalist, ilerici ve devrimci güçleri, çıkışları ve nüveleri tarumar etti. O dönemi yaşayanların hafızaları taze olsa gerek.

Bugün dünden çok farklı bir süreç yaşanmakta… Her ne kadar aklımız ikide bir dünkü yaşanmışlıklara gidip gelmekteyse de ve kimi yerlere takılıp kalmaktaysa da ‘dün’ bir daha gelmemek üzere geçti. Aklımız fikrimiz, plan-programımız bugünle ilişkili olmalı ve yarını bugünden tasarlayarak katkı sağlayabiliriz. Taktik ve stratejik politik çalışmalar ülkenin toplumsal, ekonomik ve politik gerçekliğiyle çakıştığı oranda devrimci değişim ve dönüşüme katkı sağlar, zaferin kilometre taşları döşenir ve güneş zapt edilir. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt ve bütün ezilen halklarımızın ortak özlemidir; güneşli yeni bir yaşam, güneşli bir ülke ve güneşli bir dünya.

Güneş doğudan yükseliyor. Güneşi kadınlar doğurdu. Güneş pırıl pırıl parıldayan ilk ışınlarını yeryüzüne, dağların doruklarına, ovaların sonsuzluklarına atmadan önce kadınlar uyanır şafak vaktinde. Ve ilmek ilmek örmeye başlar yaşamı. Bugün Mezopotamya’dan doğarak dünyanın dört bir yanını saran ve karanlığı sarsan Kürt kadınlarının dilindeki “Jin, Jîyan, Azadî!” (Kadın, Yaşam, Özgürlük!) belgisi bu sözlerimizi doğrulamıyor mu? Hiç kuşkusuz doğrulamaktadır. Özgür Kadın Mücadelesi hepimizi heyecanlandırıyor.

Bu muazzam güç kendiliğinden olmadı, bir günde ortaya çıkmadı. Her şeyden önce bir gerçeklikten bir düşünce olarak doğdu. Bu düşünce imanla inançla yürekten inanarak pratiğe damıtıldı. Her fert hevaline/yoldaşına sımsıkı bağlı kalarak karanlığa karşı omuz omuza çarpışarak yürüdü. Düştüler, kalktılar, yeniden özgürlüğe koştular. Bir düşenle bin oldular. Pes etmek nedir bilmeden ardına bakmadan ilerlediler. Bu süreçte birbirlerinin gözlerinin içine baktılar, bakıp da umutlandılar. Hasta ziyaretlerini, taziyeleri, anmaları ve zindan görüşmelerini, tutsak ailelerini yalnız bırakmayıp sıcak dayanışmalarını esirgemediler. Köyde şehirde, ovada kırda, içerde dışarıda, ülkede sürgünde, yeryüzünün her yerinde baş eğmeyip onurunu korumayı bildiler. Paylaşmaktan ve sade yaşamaktan mutlu oldular. Destansı bir mücadele ile dünya halklarına ilham verdiler. Bugün dünya halkları ve büyük insanlık ‘esmerleri’ konuşmakta... Esmerler ki müthiş sevmekte ateşi ve alınlarının çatına vuran mavi gökyüzündeki güneşi. Esmerlerin neferi olmak, yoldaşı olmak ve bileşeni olmak büyük bir bahtiyarlık!

Düne dönüp baktığımızda yoldaşlarımıza olan borcumuzu ödeyemediğimizi ve sorumluluğumuza yerine getiremediğimizi görmekteyiz. Politika Gazetesi’nin yazı işleri müdürleri Ali İhsan Özgür ve Kemal Tayfun Benol’un adı gazetenin künyesinde bir kızıl yıldızdır. Hep parıldayacak! TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi, bir gençlik önderi kadar tanınmamakta. Bunun en büyük sorumlusu Kemalist Şefik Hüsnü ve tayfasıdır, ikide bir günah çıkaran Yağcılardır. Bu durum burjuvazinin işçi sınıfına karşı tavrından bağımsız düşünülemez.  İşçi sınıfının en karizmatik önderi Kemal Türkler’i işçiler, emekçiler, devrimciler ve anti-faşistler yeteri kadar tanıyor mu, anlıyor mu ve anısı yaşatılıyor mu? Ve İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı Bakiye Beria Onger, işçi sınıfının eşsiz eğitimcisi-ajitatörü Süleyman Üstün, ’68 kuşağının gençlik önderi Harun Karadeniz, ‘ser verip sır vermeyen yiğit’ Mustafa Asım Hayrullahoğlu, … Bu değerler anılmadan, anısı yaşatılmadan ülkede devrimci bir işçi sınıfı hareketi gelişip boy atabilir mi? Bu soru hepimize! Daha kaç yıl geçecek, kaç devran dönecek? Bir muamma, zor bir bilmece!

Ülkenin kan dolaşımında devrimci büyük kalbi beslemeye bir nebze de olsa katkı sunmak en doğru tek alternatiftir. Katkı sunmak için önce kalbimiz sağlam olmalıdır. Kalbi sağlam olmayanın kolektife bir yararı olamaz. Tensel ve tinsel olarak her yönüyle boydan boya sağlam olanlar ancak mücadele verebilir, direnebilir ve zaferi kazanabilir. Dünü özeleştiriden geçirip deneyim kazanarak ve bugünden yarını kurmaya başlayarak…


Konuyla ilişkili diğer makaleler