DÜNYA VE TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİNE BAKIŞ

DÜNYA VE TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİNE BAKIŞ

Erdogan ve Xi JinpingEKONOMİK OLASILIKLAR - ABD Mİ, RUSYA VE ÇİN Mİ?

TC (dikkat ederseniz AKP-SARAY Rejimi demiyoruz) 24 Haziran seçimleri sonrasında çok ciddi bir ekonomik kriz ortamına dört nala koşmaktadır. Önlerinde iki olasılık mevcut. Birincisi; ABD ve NATO’ya her yönlü itaat etmeyerek, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, İran ve Hindistan

ile başlattıkları ilişkileri geliştirerek kaynak yaratmak ve ABD ve NATO sisteminin bir parçası olarak ama onlara her konuda itaat etmeden daha ortada bir rol üstlenmek. Veya, İkincisi; Bugüne kadar Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, İran ve Hindistan ile ABD ve NATO’nun izin verdiği ölçüde ilişki içinde kalarak tam anlamıyla ABD ve NATO’ya yaslanmak.

Seçimler öncesi Rusya ve Çin ile kurulan yeni ilişkiler ABD ve NATO’nun başını çeken emperyalist ülkeleri fazlasıyla rahatsız etmişti. Seçim sonuçlarını beklediler. Seçimlerin hemen ertesi günü TC ile yeni pazarlıklar başladı. Rusya, Çin ve Hindistan’dan uzak durun, İran’a hiç yaklaşmayın biz size ne istersek vereceğiz demeye getirdiler. Bugün ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan bu yönde açık sinyaller gelmektedir.

Sinyallerin de ötesinde ABD Rusya, Çin ve İran’a karşı uyguladığı ambargoları sertleştirmeyi ve kaçak kapıları kapatmaya çalışıyor. Ekonomik olarak zorda olan Türkiye’nin sorunlarını görece olarak rahatlatmak için bu yasakları delmesi ABD ve NATO başlarını son derece rahatsız ediyor.

Rusya, Çin ve Hindistan ile kaynakları belirlenmiş ve şekillenmiş dış kaynak yatırım ve yardımları ile ilgili somut ön anlaşmalar olduğu bilinmekle birlikte, ABD, İngiltere ve Almanya, IMF’nin de yardımıyla bu kaynaklar yerine kendi kaynaklarının tercih edilmesini dayatıyor. NATO Zirvesi ve G20 Toplantısı bu konuların ikili görüşmelerde ele alındığı ortamlar oldu. Ankara’ya yüksek diplomatik temsilcilerin biri gidiyor, biri geliyor. Rusya, Çin, İran ve Hindistan ise bu süreci dikkatle izliyor. Baskı kurmuyor. Önümüzdeki hafta sonu BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) Güney Afrika'da gerçekleşecek olan olağan zirvesinde Türkiye'nin olası alacağı ihtimaller masaya yatırılacak. Erdoğan da Zirve'ye konuk olarak davetli. TC’nin nasıl bir yolu tercih edeceğini bekleyerek görmek istiyorlar.

Biz de dikkatli bir şekilde süreci izlemeye devam edeceğiz. İki durumda da ülkede işçi, emekçi ve yoksulların durumunda bir düzelme olmayacak. Birinde siyasi anlamda bugüne kadarki gibi ABD emperyalizmine ve NATO’ya sonsuz bağımlılık perçinlenecek. Diğerinde ise tabiri caiz ise TC “ortanın malı” olacak. Bir o yana çekilecek, bir bu yana. Siyasi anlamda ortada davranarak iki taraftan da sürekli yeni olanaklar elde etmeye çalışacak, şantaja dayalı esnafça bir politika yürütecek. İkisi de onursuz yol. Ancak doğru olan yolun seçilmesini TC’den beklememek gerekir. Ne zaman ki bu ülkenin gerçek sahipleri dümene geçerler, işte o zaman bütün zorluklarına karşın rota onurlu yola doğru kıvrılmış olacaktır.

 

***

 

BRİCS Ülkeleri TemsilcileriBRİCS ZİRVESİ VE TÜRKİYE

Sarayın başı Erdoğan geçtiğimiz günlerde Güney Afrika Cumhuriyeti’nde düzenlenen BRİCS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirvesine İslam Kalkınma Örgütü adına temsilci ve gözlemci olarak katıldı.

Erdoğan, zirve esnasında ÇHC Devlet Başkanı Cinping ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşülen ve kamuoyu ile ayrıntısı paylaşılmayan konulardan bir tanesi Türkiye’nin BRİCS’e katılması diğeri ise ülkeler arası görüşmeler ve ABD NATO ilişkileri idi.

Türkiye Çin ve Rusya ile yüksek hacımda olmak üzere askeri, nükleer, sanayii ve finansal konularda yeni anlaşmaların ön görüşmelerini tamamladı. Projeler kabarık. Çin ve Rusya, Türkiye’nin ABD ve NATO ile olan çıkar çelişkilerinden yararlanarak Türkiye’ye bu alanlarda destek vererek bir yandan Türkiye’nin müttefikleri ile ilişkilerinin gerginleşmesine katkıda bulunmak istiyor. Çin ve Rusya diğer BRİCS üyelerini de Türkiye’ye yatırım yapmaya teşvik ediyor.

Diğer yandan BRİCS ülkelerinin pazar olarak Türkiye açısından önemi büyük. Özellikle ithalat ve ihracat arasındaki cari açığı kapatmak için Türkiye’nin bu pazarlara açılarak ihracat yapması önemli bir etmen. Onun için Rusya, Güney Afrika ve Brezilya ile yeni anlaşmalar imzaladılar. Çin’e ise özellikle yarı mamul ürünler ihraç etme ve ortak projeler gerçekleştirme konularında görüşmeler yapılıyor. Türkiye ayrıca ÇHC vatandaşları için ilgi çeken bir turizm ülkesi. Türkiye ÇHC’den senede bir milyondan başlayarak kısa zamanda 10-12 milyona çıkacak bir turist akımı peşinde. Türkiye, ÇHC ile Avrupa arasında yürüyen ticarette de lojistik ortak olmak için büyük çaba sarfediyor.

Rusya ile ilişkilerinde, BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) pazarını hedefleyen Türkiye, aynı zamanda Orta Asya’daki BDT ülkeleri ve Rusya’nın Kafkas, Ural ve Altay Özerk Cumhuriyetleri ile daha yakın siyasi ilişkiler kurma peşinde. Rusya bu çabaların ne denli farkında ise ÇHC yönetimi de Türkiye’nin sözde “Doğu Türkistan” konusundaki kirli emellerinin de farkında. Onun için bu konular karşılıklı ilişkilerde sürekli bir sorun olmaya devam ediyor ve edecek.

Rusya ve Çin ise uluslararası politik dengeler ve blokların hesaplaşması açısından Türkiye’yi bir piyon olarak kullanma amacından vaz geçmeyecekleri için bu gel-gitli ilişkiyi sürdürmekte kararlılar.

Önümüzdeki dönemde ABD ve AB üyesi emperyalist devletler Türkiye’yi çeşitli ambargolar ile caydırmak istemeye devam edecek, Çin ve Rusya da ateşe körükle gider misali Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye devam edecekler.

Kanal İstanbul Projesi’nin 25 milyar Dolar karşılığında bir Çin devlet ortaklıklı şirket tarafından “Yap İşlet Devret” modeli temelinde kabul edildiği ve ön görüşmelerin sonuçlanma aşamasına geldiği BRİCS Zirvesi’nden gelen dedikodular arasında.

İşin bir diğer yanı daha var. Rusya ve Çin ve kısmen Hindistan, Türkiye’de lisanslı üretim yapacak uzay, hava ve savaş araçları üretme anlaşmaları imzaladıkları yüksek sesle dile getirilen dedikodular arasında yer alıyor. Türkiye ile Rusya arasında sadece S400 alımları değil, muhtelif savaş araçlarının Türkiye’de lisanslı üretiminde somut adımların sonuç aşamasına vardığı konuşuluyor. Böylece Türkiye belki motor bulamadığı içi seri üretimine geçemediği Altay Tankı projesini de yaşama geçirebilecek duruma gelecek. Çin ile de özellikle hava savunma ve uzay sistemleri alanında oldukça ilerleme sağlandığı söyleniyor.

Bu gelişmeler eğer gerçekse ve gerçekleşirse, Çin ile Türkiye arasında sağlandığı söylenen 3,5 milyar dolarlık finans anlaşması devede kulak olarak kalacak ve asıl finanasal hacim bu miktarın belki de 20 katına ulaşacaktır.

Türkiye’deki iflah olmaz kemalist ekonomik kalemler Türkiye ekonomik olarak battı batıyor feryatlarında bulunadursun, Türkiye bu olanakları doğru değerlendirirse bir yandan ABD ve NATO üyesi emperyalist ülkelerin kucağında eskisi kadar oturmaya devam etmeyecek, iki minare arasında beynamaz olacak ve diğer yandan da ülkede ciddi istihdam olanakları oluşacak ve ekonomik krizin aşılmasında kendi çıkarları temelinde taze bir kan sağlanmış olacaktır. Evet, bırakın batma tehlikesini, Türkiye zaten ekonomik olarak batmış durumda. Önemli olan sınıfın penceresinden bu gelişmelerin nasıl değerlendirileceğidir.

Bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye ilerici ve devrimci güçlerinin ve de özellikle sosyalist ve komünistlerin yaklaşımı nasıldır, nasıl bir bakış açısı geliştirirler, nasıl değerlendirirler? Bu konuyu tartışmaya açmak ve görüşleri bu sayfalarda yayınlamak istiyoruz.

 

***

Kamu Borcu ve TürkiyeEKONOMİK VE POLİTİK KRİZDEN ÇIKIŞ YOLU

Evet, taze finans kaynaklarının yaratılması ülke ekonomisinin içine girdiği krizin etkilerinin en azından geçici olarak toplumsal yaşama yansımasını engelleyebilir veya erteleyebilir. Bu bir gerçek. Bizim asıl tartışmak istediğimiz konu, öyle olsa dahi, yeni yatırımlar ve istihdamlar sağlanacak olsa dahi, bu ögelerin sınıfın durumunda nasıl etkileri olacağı ile ilgili.

Türk “Sol”unda en yaygın düşünce “ekonomik kriz derinleşiyor, bu sınıf mücadelesini keskinleştirecek ve bizi devrime yaklaştıracak” düşüncesi gibi düz mantık bir düşüncedir. Bu doğru olmamakla birlikte tam tersi olan ülkede yeni yatırım ve istihdamların gerçekleştirilmesi de sınıf savaşımını “bitirecek veya sönümlendirecek” koşullar sağlamaz.

TC Devleti hızla ilerlediği ekonomik bataktan çıkabilmek için yöneticileri vasıtasıyla yeni “ittifak” ilişkilerine giriyor. Bunu yaparken eski ve kalıcı ittifaklarını da daha fazla destek verebilmeleri için sıkıştırmayı hedefliyor. Ne ki, bizi ilgilendiren sadece konunun bu yanı değil. Sınıfın durumu, işsizlerin, yoksulların, emekçilerin yaşam koşulları yeni yatırım ve istihdam koşullarında nasıl olacak ve bunun sınıf savaşımına yansıması nasıl olabilir.

Yeni yatırımların gerçekleşmesi ve istihdamın artması işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam koşullarında bir değişiklik getirmeyecek. İşgücü sömrüsü ve paralelinde patronların kazancı daha da artacak. Patronların daha az ücret ile daha fazla üretim yaptırma ilkesi nedeniyle işçi sınıfının sosyal yaşamı rahatlamayacak tam tersine daha da daralacak. Bu uygulamalar karşısında işçi sınıfının haklarına sahip çıkmasını engellemek için sendikal, demokratik, yani, ekonomik ve sosyal hak aramalarının engellenmesi için işçi sınıfının örgütlenmesi üzerindeki kısıtlamalar sürecek. Reformist ve burjuvazi ile uzlaşmacı sendikalar gündemde tutulmaya çalışılacak. Bütün bu uygulamaların da tepki ile karşılanmaması için ülke Sıkıyönetim kararnameleri ile yönetilmeye devam edilecek.

Diyeceksiniz ki, “madem kapitalistler yeni yatırımlar yapıp istihdam olanakları yaratıyorlar, bu etmenler normalde işçi sınıfının yaşamını ve çalışma koşullarını olumlu yönde etkilemez mi?” Normalde evet ama kapitalist rekabet ve sömürü koşullarında hayır! Uluslararası ticarette rekabet olanaklarını daha da artırmak, yapılan yatırımları ve sonucunda üretimleri ihracata yönelik bir ekonomik sistemde değerlendirmek ve dolayısıyla ithalat ile ihracat arasındaki makası kapatmaya çalışan bir burjuva devleti, işçinin sömürü ve yaşam koşullarını iyileştirmez. Tam tersine sömürüyü azgınlaştırır ve yaşam koşullarını kısıtlar.

TC, yeni yatırımlara yönelirken askersel sanayi alanındaki yatırımlara öncelik veriyor. Bu faktör, TC’nin dünyada ve özellikle bölgede emperyal amaçları ile sıkı sıkıya bağlı bir stratejidir. Dolayısıyla bugüne dek teknoloji ithal eden bir ülke olan TC, Çin ve Rusya’dan satın alacağı veya kiralayacağı teknoloji ile yerli üretimi artırmayı ve bu ürünleri dış pazarlara satmayı hedefliyor. Özellikle savaş endüstrisinde bu yola girecek bir TC bölge için daha büyük bir tehlike arzetmeye aday bir ülke olacaktır. Bu durumun oluşması TC açısından yeni bir niteliksel durumdur. Bugüne dek ABD ve NATO TC’ye bu olacağı tanımadığı için şimdi şansını Rusya ve Çin ile denemektedir. Onlar da uluslararası siyasi dengeler açısından bu “ihtiyaca” yanıt vererek emperyalist blok içinde bir yarılma yaratmaya yatkın gözüküyorlar. Yani ateşe körükle gidiyorlar.

Barış, demokrasi, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin bu koşullarda görevleri bir yandan zorlaşıyor, diğer yandan ise kolaylaşıyor. TC’nin yeni projesini uygulamak için uyguladığı faşizan baskı ve diktatörlük koşullarında mücadele etmenin zorlukları göz önüne alınarak, yeni mücadele ve örgüt biçimleri yaratarak toplumun ve özellikle sınıfın en kılcal damarlarına kadar girecek kalıcı örgütlenmeler ve çalışmalar gerçekleştirmek ise başarının anahtarı olacaktır.

Üst düzeyde, siyasi parti ve kurumlar arasında oluşturulacak iş birlikleri veya parlamenter mücadele ile sınırlı stratejiler ve de sadece günlük protesto eylemleri ve açıklamaları ile şekillenecek çalışma tarzı günümüzün ihtiyaçlarına yanıt vermeyeceği gibi tasfiyeciliğin devamından başka bir anlama gelmeyeceği aşikardır. İşçi sınıfının politik örgütünün rotasını çizdiği, rejim ile çelişkisi olan en geniş güçleri bir araya getirecek, sınıfsal anlamda işçi sınıfının öncülüğünde ve çekirdeğini sınıf örgütlenmesinin oluşturacağı kitlesel bir direniş hareketinin oluşması, il, ilçe, semt, mahalle ve sokak temelinde, işyeri, fabrika, tersane, maden ve rafineriler özelinde stratejik bir çalışmanın yürütülmesine bağlıdır. TC’nin ekonomik ve politik krizden kalıcı bir çıkış yolu, yani işçi sınıfı öncülüğünde halkların demokrasisine ve sosyalizme yönelecek bir yönelim için döşeyeceği yolun inşa edilmesi ancak bu şekilde mümkündür.


Konuyla ilişkili diğer makaleler