Dünya Yeniden Şekilleniyor

Dünya Yeniden Şekilleniyor

Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı ve Rusya Federasyonu Başkanı

Seksenli yılların sonu, doksanlı yılların başında Dünya Sosyalist Sistemi’ni hedef alan ve geçici olarak başarılı olan emperyalizmin karşı-devrim hareketi sonucunda dünyada tek kutuplu bir düzen egemen oldu.

Kraldan fazla kralcı eski sosyalist devletlerin liderleri ve yönetimleri, kendilerine ABD, İngiliz ve Alman emperyalistleri tarafından dayatılan ekonomik ve politik uygulamaları seve seve kabul ettiler. Bir yandan sosyalizmin yarattığı sosyal kazanımları tepkileri azaltmak için kısmen korumaya çalışırken, sosyalizmin yarattığı devasa altyapıların üzerinde çürümüş kapitalist düzenler kurdular.

Emperyalizm kendi açısından taviz vermedi. Dünyanın farklı bölgelerinde çok kanlı savaşların ateşlerini körükledi. Avrupa’nın göbeğinde Yugoslavya ilk icraatları oldu. Yakıp, yıkıp talan ettiler. Milyonlarca masumun katledilmesini sağladılar. Ardından tek bir federatif cumhuriyetten birkaç uydu devlet yarattılar. Yetmedi, Afganistan, Irak, Suriye, Libya ile devam ettiler. Afrika’da birden fazla iç savaş ateşlediler. Eski Sovyet Cumhuriyetleri’nden Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ile özerk Cumhuriyetlerden Abhazya, Osetya, Dağıstan ve Çeçenistan’a el attılar. Onbinlerce masum katledildi. Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da karışıklıklar yaratmaya çalıştılar. Olmadı, beceremediler. Ama zarar verdiler. Çin ve Rusya’yı kuşatmak, iç karışıklıklar çıkarmak için değişik zamanlarda farklı girişimlerde bulundular. NATO’nun sınırlarını doğuya ve kuzeye karşı genişletmek için somut adımlar attılar. NATO üyesi devletlerin sayılarını neredeyse iki katına çıkardılar. Doğu Avrupa’da NATO’ya yeni üye olan devletleri bekletmeden AB’ye üye yaptılar. Bu hem yeni NATO üyesi devletler için bir “ödül” idi, ama aynı zamanda ekonomik pazarlarını genişletip, politik nüfuz alanlarını geliştirme stratejilerinin bir parçası idi.

Sovyetler Birliği’nden kalan en büyük coğrafya olan Rusya’da oluşan kapitalist düzen tüm sanayii, tarım ve bilimsel teknolojik gelişmeleri yok etti. Her alanda batı emperyalizmine göbekten bağımlı yeni sistemler kuruldu. Uzayı fethetme konusunda dünyanın en ileri ülkesi özelliğine sahip, Sovyetler Birliği’nin varisi Rusya, ABD ve AB emperyalistleri ile işbirliği içinde uzay alanında dahi bağımlılık ilişkilerine girdi. İkinci Dünya Savaşı’nda üretilen ve sivil alanda da kullanılan eşsiz ve çok ileri havacılık teknolojisi yerle bir edildi. ABD ve AB tekellerine bağımlı hale getirildi. Savaş ile savunma araç ve gereçleri alanında dahi batı teknolojileri kullanılmaya başlandı. Bunlar uç örneklerdir. Değilse, ekonominin ve yaşamın her alanında batı teknolojilerine ve emperyalist tekellere teslim olundu. Otomotiv, demir çelik, ve aklınıza gelebilecek her sektörde Sovyet makinelerinin ve teknolojilerinin yerini uluslararası tekellerin teknolojileri aldı. Artık tam bağımlı ve her açıdan kontrol altında bir ekonomik ve siyasal düzen oluşmuş oldu. Günlük kullanımda tencereden, semavere, kollarında taşıdıkları saatlerden, ceplerindeki mobil telefonlara kadar her şey ama her şey batıdan ithal edilmeye başlandı. Rusya, petrol, doğal gaz, kereste, çelik ve gazete kağıdı dışında tüm ihracat kalemlerini kaybetti. Daha önce sınıf karşıtlığı nedeniyle satamayacak ama yeni koşullarda satabileceği ürünleri dahi satamayıp almak durumunda kalan bir ülke haline geldi. Ekonominin tamamı petrol ve doğal gaz ihracatı temelinde sınırlandı. Bırakınız ekonomiyi, orduları dahi dağılır duruma geldi, savunma araç gereçleri geliştirilemez oldu. Bu koşullarda ABD, AB ve onların savaş örgütü NATO için eşsiz gelişme koşulları oluşmuştu.

Bu süreç içinde “sosyalizm” adı altında Çin’de Çin Komünist Partisi öncülüğünde devlet kapitalizmi gelişti. Dünyada eşi benzeri olmayan bir gelişme sağladı ve batılı emperyalist güçlerin hesaplarına çomak soktu. Rusya’da gidişata müdahale etme ihtiyacı doğdu. Hiçbir farklı sınıfsal güdüleri olmamalarına rağmen bir grup eski devlet kadrosu kansız bir darbe ile işbirlikçi Yeltsin’i görevlerini terk etmeye zorladı ve 2000’li yılların başında Putin dönemine geçildi. Ulusal çıkarlarına daha fazla dikkat veren kapitalist bir Rusya’nın her alanda yeniden inşasına başladılar. Sanayide, tarımda ve teknolojide ithalata bağımlılığa son vermediler ama ülke savunması alanında ilk aşamada yıllarca süren hazırlıklarla yeniden bağımsız ve güçlü sistemler kurdular. Orduyu toparladılar. Ve sonunda NATO bir yandan Kazakistan üzerinden saldırıya hazırlanırken, diğer yandan Ukrayna üzerinden Rusya sınırlarına dayanma aşamasına gelince harekete geçtiler. “Bu kadarı artık yeter” dercesine müdahale ettiler. Önce Kazakistan’daki “renkli” darbe hazırlıklarını bastırdılar, ardından da Ukrayna’ya özel askeri operasyon başlattılar. Dünya karıştı. ABD, AB ve İngiltere’nin hesapları beklenmedik bir şekilde alt üst oldu. Dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ambargo dalgası başlatıldı. Para trafiğinden sokaktaki Amerikan köftecisine kadar, alkolsüz içecekten mobilya ve tekstil markalarına kadar herşeyi kapattılar. Rusya’yı ekonomik olarak izole etmek ve boğma planlarını yürürlüğe soktular. Şubat sonunda ABD doları karşısında Ruble’nin değeri 70 Rublelerden 150 Rubleler kadar çıkarak değer kaybetti. Bu % 100 bir kayıptı. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Rusya karşı hamle yaptı. Bundan sonra petrol ve doğal gazı Dolar ve Euro yerine sadece Ruble ile satarım dedi. Başta BAE, Türkiye, Çin, Kazakistan ve Sırbistan’dan alternatif ticari kanallar açıldı. Alışveriş Ruble’ye dönünce Rusya ile ticaret yapmak isteyen her kurum ve kuruluş Ruble satın almak zorunda kaldı. Böylelikle de Ruble’nin döviz karşısında değeri arttı. Dün itibarı ile 1 Dolar 60 Ruble’den işlem görür duruma geldi. ABD, AB ve İngiliz emperyalistleri kendi kazdıkları kuyuya düşmüş oldular. Avrupa’da yakıt ve enerji fiyatları % 100 artarken, marketlerde sıvı yağ fiyatları 0,79 Euro’dan 5.99 Euro’lara çıkarken Rusya’da ilk başlarda oluşan hafif fiyat artışları haricinde yaşam normal sürmeye devam ediyor.

Uygulanan ambargo, bugünlerden başlamak üzere önümüzdeki süreçlerde Rusya’da, tarım, sanayii ve teknolojide, öze dönüşü zorunlu olarak başlatıyor. Sovyetlerden kalma dünyanın en büyük otomobil fabrikası AvtoVaz (LADA fabrikası) Fransız Renault ve Japon Nissan kontrolüne geçmişken, şimdi tüm hisseler tekrar Rusya devleti tarafından devletleştirildi ve bundan sonra üretimini artırarak geliştirme sürecine girdi. Bu sadece bir örnek. Her alanda benzer adımlar atılıyor. Rusya’nın her tarafına, Moskova çevresi dahil devasa seralar kurularak yaz kış meyve ve sebze üretimine başlandı. Havacılık ve uzay sektöründe tekrar eski teknolojiler yenilenerek Tupolev, İlyuşin tipi uçakların üretimine geçiliyor. Takım tezgahları, sanayii altyapıları tekrar emperyalist tekellere bağımlılıktan bağımsız üretime geçecek alt yapı hazırlıkları dönüşüm sürecine girdi. Ülke dışına uçuşu ABD’li tekellerin el koyma risklerine bağlı olarak imkansız hale gelen Boeing ve Airbus uçakları ki, bunların sayısı yaklaşık 700 adet, Putin’in geçen hafta imzaladığı bir kararname ile devletleştirildi. Bu 25-30 milyar dolarlık bir değerin devletleştirilmesi anlamına gelmektedir. Mc Donalds’dan, Coca Cola’ya kadar tüm mağaza ve fabrikalara el konularak yeni marka isimleri altında devletin kontrol ve koordinesinde üretime devam edilme süreçleri başladı. Verdiklerimiz sadece birer örnek.

Kısacası dünyada emperyalizmin gemsiz ve yularsız 30 yıldır sürdürdüğü haçlı seferlerinin önünde artık engeller oluşmaya başlıyor. Ve bu değişimi ABD ve AB emperyalistleri kendi elleri ile yarattılar. Rusya’nın şimdilik geliştirdiği karşı ataklar devlet kapitalizmi niteliği taşıyor. Varı olan devlet yönetiminden de farklı bir adım beklemek saflık olur. Ancak batı emperyalizmi ile bu tür ciddi sorunlar yaşayan Rusya’nın önümüzdeki süreçlerde rejimin siyasal ve toplumsal nitelikleri konusunda da bir dizi sorunlar ile karşılaşacak olmaları beklenmelidir. Bu süreçler çok kısa zamanda oluşacak ve sonuç alınacak anlamında değerlendirmemek gerekir. Ancak toplumsal ilerlemenin nesnel dinamikleri bu değişimleri belli bir vadede dayatacak. Çünkü Rusya halkları batı emperyalizminin bu saldırıları ve uygulamaları karşısında farklı motiflerle dahi olsa bir değişim gerekliliği karşısında yaşamın gerçekleri tarafından eğitiliyor ve olgunlaştırılıyor. 

Sıcak olarak yaşadığımız bu süreçler Bağımsız Devletler Topluluğu, Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRİCS’in de işlevlerinin, niteliklerinin ve rollerinin uluslararası ekonomik ve politik alanda gelişerek değişeceğine bir işaret oluyor. Bu tür mekanizmaların bir anda değişmesi ve gelişmesi mümkün değildir. Ancak bu yönde yoğun planlamaların ve çalışmaların olduğu farklı açıklama ve belgelerde satır aralarında okunmaya başlandı bile. Bu gelişmelerin tümü dünyanın 24 Şubat 2022’den öncekinden farklılaşacağının göstergeleridir. İlk aşamada siyasal, sınıfsal anlamda sistemsel bir değişiklik beklememek gerektiğini de göz ardı etmeden, ABD ve AB emperyalistlerinin, başta NATO olmak üzere uluslararası örgütlerinin – ki bunların içinde İMF ve Dünya Bankasını da sayabiliriz- hareket alanlarının daralacağı ve dünyada son 30 yılda olduğu gibi at oynatamayacakları süreçlere girildiğini tespit etmek gerekiyor. Bunlar gönlümüzde yatan özlediğimiz ve coşkuyla duymak istediğimiz niteliksel değişiklikler anlamına gelmese dahi, benzetme yapacak olursak, feodalizmden burjuva demokrasisine geçiş dönemlerindeki değişikliklere benzer toplumsal ilerlemenin ileriye doğru gelişmesini tarif eden bir sürecin başlangıcıdır. Emperyalizm açısından evdeki hesap çarşıya uymadı ve karşı-devrimi yaşamış en önemli devlet olan Rusya’da ise dikişler patlamaya başladı diyebiliriz. Rusya’da devlet yönetimi pek istekli olarak bu sürece yönelmemiş olsa dahi, kendi varlığını korumak için girmek zorunda kaldığı bu yol, beraberinde ister istemez toplumsal anlamda, ekonomik ve siyasal olarak yeni bir yönelime girilmesinin zorunluluğunu dayatmaktadır.

***

Şimdi en az dünyadaki gelişmeler kadar bizi yakından, hatta çok daha yakından ilgilendiren bir konuya kısaca değinelim. Bu değişim ve dönüşüm sürecinde Türkiye nasıl bir duruş sergileyecek, yer belirleyecek ve rol üstlenecek? Bu sorunun yanıtı, dar kalıplar içinde bakılırsa zor yanıtlanacak niteliktedir. Soruya toptancı ve kestirme yanıt vermek mümkün değildir. Devrimci dönüşümlerin toplumsal koşullarının henüz oluşmadığı koşullarda, devrimin ordusunu da yaratmak için öne alınması gereken demokratik süreçler olmalıdır.

Kısaca toparlarsak. Bu süreçler içinde Türkiye iç toplumsal sorunların çözümünde demokratik adımlar atmalıdır. Sömürü mekanizmaları kısıtlanmalı, iş ve çalışma yaşamında demokratikleşmenin adımları atılmalıdır. Başta Kürt ulusal sorununun barışçıl adil siyasal çözümü olmak üzere ülkedeki ulusal, dinsel ve mezhepsel eşitsizlikleri giderilmesi yönünde anayasal değişiklikler gerçekleştirilmelidir. Uluslararası alanda NATO üyeliğinden çıkılmalı, AB ile bağımlılık ilişkileri koparılmalıdır. Dünyanın yeniden düzenlenmesi sürecinde ülke halklarının ve başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen sömürülen toplumsal katmanların çıkarlarına uygun bağımsız konum alınmalı, duruş sergilenmelidir.

Var olan Saray rejimi NATO ile Rusya arasında sıcak çatışmaya dönüşen süreçler ve ABD ile AB emperyalistlerinin uyguladıkları ekonomik ambargolardan yararlanarak sorunları fırsata çevirme politikaları izlemektedir. Bu politika köklü gerekçeler ve hedefler ile değil, Türkiye’nin ağır ekonomik sorunların pragmatik çözümleri için kullanılmaktadır. Bu yolla Saray Rejimi’nin içine düştüğü siyasal kriz aşılmaya çalışılacaktır. AKP sürekli güç kaybetmektedir. Devlet içinde farklı fraksiyon ve grupların çatışması kamuoyuna yansır duruma gelmiştir. Varolan pragmatik dış politika ve onun getireceği faydalar ile AKP-Saray Rejimi’nin kurtarılması hesaplanmaktadır.

Saray Rejimine karşı şekillenen 6 partiden oluşan düzen muhalefeti hiçbir sorunun çözümü konusunda olumlu işaretler vermemektedir. Kapitalist sömürü düzeni aynen devam edecek, Kürt sorununun çözümü konusunda bırakın olumlu adım atmayı aynı devlet politikası sürdürülecek ve ABD, AB ve NATO’nun politikalarına daha da uyumlu olunacağı sinyalleri verilmektedir. Bu durum son derece tehlikelidir. Ne Saray Rejimi, ne de 6’lı düzen muhalefeti devletin kurucu iradesi ve doktrininin dışına çıkabilecek durumda değildir. Dolayısıyla Demokratik Alternatif yaratma ve ülkedeki niteliksel değişim ve dönüşümlerin koşularını kolaylaştıracak düzen dışı muhalefetin gelişip güçlendirilmesi tutulması gereken ana halkadır. Sosyalistler ve komünistler bu sürecin içinde ve en önünde yer alacaklardır. Türkiye’de gelişecek demokratik bir yönelim Ortadoğu’da savaşların sonuçlanması, demokratik gelişmenin önünü açacağı süreçlerin olanakları güçlendirecektir. Ortadoğu devletleri ve Türkiye, ABD ve AB emperyalistlerinin bir satranç tahtası olma niteliğinden çıkarılmalı ve bağımsız politikalarını geliştirecek niteliğe kavuşturulmalıdır. Bugünün hedeflenecek ve en geniş anti-emperyalist, anti-faşist, anti-kapitalist güçlerin asgari müştereklerde birleşerek oluşturacakları güç, sürecin ilerletilmesi ile savaşsız ve sömürüsüz bir sosyalist toplumsal düzenin kurulmasının teminatı ve ilk adımları olacaktır. Yoğunlaşmamız ve odaklanmamız gereken çizgi budur.


Konuyla ilişkili diğer makaleler