Din, Laiklik ve Marksizm (3)

Din, Laiklik ve Marksizm (3)

Din dersi öğrencileriDin, -ender durumlarda da olsa olumlu roller üstlenerek- ‘‘Homo-religiös’’ün yakasını bırakmadan binbir tanrı ve tapınma pratiğini ve kutsal kitaplarını değiştire gele, uzuncadır onun karışık ama heyecanlı serüvenine eşlik etmektedir. Uzun bir süre daha eşlik edeceğini tahmin etmek zor değil...

Bazen bir tahta put, bazen iyi yontulmuş bir mermer bazen de pişirilmiş topraktan uzunca ‘‘fallus’’ ile tasvir edilmiş bir tanrı figürünün ya da fikrinin, insanlığı kendi önünde secde ettiren gizemli iktidarı değişmedi. İnsanlar kentler kurdu, kentleri birleştiren uzun yollar; denizler üzerinde giden gemiler, havada uçan dev makinalar yaptı, lakin, yontulmuş tahta, bronz ya da mermerden heykellerden kurtararak erişilmez yüksekliğe çıkardığı Tanrı’yı şu günlerdeki tahtını bırakmaya kolay ikna edebileceğe benzemiyor.

‘‘Göktanrı’’ bütün tanrıların ‘‘güzel özelliklerini’’ kendinde toplayınca, insanlık ürettiği tanrı heykelciklerinin ellerinden alınmasını bir türlü unutamadı. Musa, Sina Dağı’nda, ‘‘Bazı sorular’’ sormak üzere tanrısına gittiğinde, ‘‘Exodüs’’teki İsrailoğullarının ilk yaptığı iş, altınlarını eritip öküz şeklinde bir tanrı heykeli yapmak olmuştu. Parıltıları çok uzaklardan görülebilen bir tanrı, öküz şeklinde de olsa keyiflerini yerine getirmişti. Musa, dağdan inip hepsini azarlayıncaya kadar çok mutluydular. Bütün gece içki içip dansetmişlerdi. “El yapımı” tanrılarının sonsuza dek ellerinden alındığını anladıklarındaysa iş işten geçmişti.

İlk tanrılardan bazıları iyiydi, bazılarıysa güzel. Kuvvetli olan ve bir öküze ya da yılana benzetilenler de vardı. Klanların, köylerin, göçebe aşiretlerin kendilerine özgü tanrıları da vardı. Yahudilerin kutsal kitabındaki, İbrahim Peygamber’in Ur’dan Kenan’a göç ederken babası Azer’in putlarını da yanına alıp almadığını bilmiyoruz. Ancak Tevrat’ta tek tanrılı dinlerin, tevhid inancının ortak peygamberlerinden sayılan Yakup Peygamber’in putlarının kuzeni Raşel tarafından çalındığının açık seçik anlatılması, tek tanrılı dinlerin peygamberlerinin bile bir köşede el yapımı tanrılarının olduğunu, putperestliğinin varlığını gizli ya da aşikar tek tanrılı dinlerde de devam ettirdiğinini gösteriyor.

İmparatorlar Tanrı’yı tekellerine almıştı. Tek tanrı fikri köylülerden vergi almayı da kolaylaştırıyordu. İmparatorlar bütün vergileri Tanrı adına toplatıyordu. Vergi ödemeyen köylüler imparatorun adamları tarafından kırbaçlansa da Tanrıya karşı suç işlemiş sayılıyorlardı. ‘‘Cumhuriyet’e kadar miras kalmış ve “laik devletin” sloganı olmuş, ‘‘Vergilendirilmiş Kazanç Kutsaldır’’ belgisi, ihtimal o zamanlara bir özentidir.

Önce "tanrılarını" arkadan da topraklarını kaptırdı imparatorlara küçük köylüler...zanatkarlar da atölyelerini... Dün tek tanrıya inananlara yapılan ağır işkenceler artık adına ‘‘Hristiyanlık’’ denilen yeni dinin kabulüyle şimdi tek tanrıya inanmayanlara yapılıyordu. İşkenceyle öldürülenlerden ilk gruba girenlerin tahta parçaları üzerine yapılan yaldızlı ikonalara adları verilebildi sadece. Roma’daki bu hızlı değişim kimbilir kilise tarihçisi Eusobious’u ne kadar şaşırtıyordu. Roma’nın imparatorları, Roma’nın ünlü Tanrılarını terkettiler; zaten neredeyse tamamı Yunan Panteon’undan araklanmış ve sadece isimleri değiştirilmiş putlarıdı. Elin Tanrısı ile cennete gidilmezdi gerçekten...

Kudüs de önceleri bir Roma kentiydi ve erkin putperest sahipleri yıllardır ‘‘tek tanrı’’ya inanan Yahudilerle kültürel bir alışeriş içinde oldukları halde onları ‘‘tek tanrı’’ fikrine Hristiyan ‘‘sahabi’’lerden Tarsus’lu hemşehrimiz Pavlus tarafından pazarlanmıştı Akdeniz'de.

Panteonun gelmiş geçmiş tüm tanrılarının özellikleriyle mündemiç yeni bir tek tanrı fikri, bir imparatorluk fikri kadar üretim ilişkilerine de uygundu. Tarım, demiri, bakırı işleme, gök cisimlerine bakıp bir takvim oluşturarak sel baskınlarını hesaplamayı öğreniverdiler önce Babilliler sonra Mısırlılar. Bu günkü üniversitelerin öncüleri o yüzyıllarda ortaya çıktı...

Arap yarımadasının yukarılarına doğru, doğu-batı arasında gerilmiş bir yay gibi uzanan verimli hilalde, Hristiyan Bizans’la iç içe yaşayan Arap toplulukları, Hristiyanlık ve Yahudilik karışımı yeni bir dinle Müslümanlık’la tanışacaklar ve nedenleri hala çok iyi anlaşılamayan bir hızla Müslüman olacaklardı. Ticaretin, sanayinin, denizcilik ve tarımın gelişmesine çok uygun bu coğrafyada artık ticaret tek tanrılı dinlerin en sonuncusunun eline, Müslümanlara geçmişti. Mezopotamya’nın verimli topraklarındaki tarım arazilerinden toplanan adaletsiz vergilerinin Konstantiniye’deki sarayda binbir entrikayla paylaşılmasının el değiştirmesi hızlı oldu. Hipodrom’daki göz kamaştırıcı oyunları bile Palelogosoğulları’nın tahtını koruyamadı. Bizans surlarının ardında Kırmızılar ve Yeşiller arasındaki sınıf savaşımını yeni yetme Osmanlı feodalitesi kazandı. Ağızları keskin cellat baltaları vergiler, rant ve haracın paylaşılması yüzünden artık Osmanlı sarayının zindanlarında inip kalkıyordu insanların boyunlarına. Osmanlı’nın büyük camileri ve sarayları Doğu Roma İmparatorlarının saray ve kilise kalıntıları üzerinde yükselmeye başladı. Bir iki revizyonla kıbleyi gösteren mihraplarındaki küçük açı farkına aldırmadan kiliseler camiye çevrildi. Baskıdan tehditten ya da başka bir çok nedenden insanlar akın akın Müslüman oluyorlardı. Bizans'ın yeni efendisi II. Mehmet, toplanması Tanrı’yla garantilenmiş Bizans vergi sistemi ‘‘tımar’’ı aynen korudu.

14. yy ortalarında İstanbul’dan yola çıkıp Kırım’dan Avrupa’ya doğru harekete geçen Yersinia Pestis (Veba) yüzünden kent meydanları yakılmayı bekleyen ceset yığınlarıyla doluyordu. Burjuvazinin, topraktan kopardığı ve ‘‘özgürleştirdiği’’ köylüler ve zanaatkarlar kent sokaklarında serbestçe akan lağımlarda dolaşan fareler yüzünden vebadan kırılmaktaydı... Bir çok kent nüfusu salgından ölenlerle yarılanmıştı adeta.

Savaşlar kıtlıklar salgın hastalıkları kilise için iyi ticari konjonktür sayılır. Kilise canbazları her türlü felaketi büyük bir kurnazlıkla ganimete çevirirler. Veba salgını, kilisenin yeniden meşrulaşması, kaybettiği itibarı geri alması için bir fırsat olmuştu... Daha sonraları yaygınlaşan Cüzzam illeti de kilisenin paraya, iktidara ve altına çevirdiği büyük felaketlerden biridir. Büyük felaketler sonrası ortaya çıkan çaresizlik, korku, acı, ruhban sınıfı için bulunmaz nimettir, çaresiz ve hasta insanlar kilise kapılarında şifa bulmak için, bir kap haşlanmış patates yiyebilmek için toplanmaya başladılar. Aşevleri, hastaneler muhtaç insanların yüzlerine ‘‘Tanrıya daha çok inanıp kiliseye daha çok bağışta bulunsalardı’’ başlarına böyle bir felaket gelmeyeceğini alçak sesle fısıldadılar utanmazca... Mihrapları, Apsisleri ve tavanları altın yaldızlarla kaplı büyük katedral binaları ve Selatin camileri de bu yıllarda yükselmeye başladı.

Siyasal İslam:

Takiyye, Muta Nikahlı Fuhuş, Tefeciliğin Meşru Kılınması, Bilim Düşmanlığı...

Başa dönersek bir feodal üst yapı kurumu olan ‘‘Din’’ in, feodalizmin yok olmasıyla birlikte beklentileri ihlal ederek yeni sömürücü sınıfın, kapitalist sınıfın hizmetine girdiğini biliyoruz. Kapitalist toplumda dinin geçirdiği evrim dalgalı bir seyir izlese de tek tanrı mabetleri ve Tanrı’nın hizmetkarları ustaca ‘‘İllüzyonu’’ devam ettirmeyi beceriyorlar. Bu tabii ki devlet ile dinin gizli bir sembiyozası sonucudur. Marks, insanı dine mahkum hale getiren koşulların ortadan kaldırılmasıyla ‘‘dinin’’ kolayca ortadan kalkabileceğini söylerken, daha da önemlisi ‘‘İnsan dini yapar, din insanı değil” diyerek tam da açıklamakta en çok zorlandığımız noktada imdadımıza yetişiyor...

Eğer, ‘‘dini insan yapıyor’’sa, insanın ürettiği bütün ideolojiler gibi din de insanoğlu/kızı yaşadıkça kendine zamana ve mekana uygun bir ibadet pratiği geliştirecektir. Her şey gibi dinler de değişimin değişmez yasası mucibince değişmektedir.

Gerçekçi olalım, özünden koparılarak imparatorların ve erk sahiplerinin çıkarlarına uydurulmuş bir din anlayışının gerçekte dinin bir tahrifatı değil onun yaşayan ve evrilen özü olduğunu -zor olsa da- kabullenmek zorundayız. Din sanılanın tersine çok dinamik bir üst yapı kurumudur. Bügün İslam, ticaretin yağmanın saldırganlığın önünde hiç bir engel teşkil etmemektedir, eden yerleri de hızla değiştirilmekte ve günün koşullarına uydurulabilmektedir. Dinin önderleri ve müminler dinlerinin temsil ettikleri sınıf çıkarlarına ciddi engel haline geldiğinde bizleri hayretler içinde bırakan bir şekilde yeni bir din, yeni bir kitap, yeni bir peygamber etrafında hızla toplanacaklardır. AKP çevresinin Recep Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman cılız seslerle de olsa "ahir zaman peygamberi" olduğunu ifade etmelerine kendi içlerinden hiç tepki gelmemesi tekil bir olgu değildir.

1980 sonrasının yapısal kırılmasında Türkiye'de bütün sınıflar bedeli ne olursa olsun hiçbir ahlaki ve vicdani engele takılmadan zenginleşmek istemekteydi. Devletin stratejistleri bunu çok iyi hesaplayarak, ‘‘karıncayı ezmenin günah olduğu bir dinin’’ mensuplarını adım adım bir komşu ülkede, Suriye’de iç savaşı destekleyerek, silah ticareti yaparak (büyük ihtimalle savaşan bütün taraflara silah satarak) milyonlarca insanın birbirini boğazlamasına zemin hazırlayabilmekte ya da yüzbinlerce ağacın kesileceği, derelerin göllerin kirlenebileceği bütün rant projelerinde mütedeyyin tabanının geniş desteğini alabilmektedir.

İslam dinin diğer ‘‘İbrahimi’’ dinlerden ayıran en büyük özellik faizin hiç bir ‘‘aması’’ olmadan yasak olmasıdır. Oysa ki, Amerikan ve Batı bankacılık sisteminin en büyük paydaşları şeriatla yönetilen İslam ülkeleridir. Müslüman halkın da, din görevlilerinin de faizle hiç bir sorunu yoktur. Araba ve ev satışlarında İslami bankacılık yaptığını söyleyen bir şeriatçı Arap bankasında banka müdürlerinin kredili satışlarda, ürünü kağıt üzerinde üzerine almakta sonra toplam faizi ana paranın üzerine ekleyerek tekrar satış yapmakta ve böylece kağıt üzerinde faiz görünmemekte haram bir işlem ‘‘Tanrının gözünden’’ kaçırılmaktadır.

“Bir virgülü bile“ değişmeyen İslam’ın kutsal kitabını bir kenara koyup, uyduruk hadislerle kendi deyimleriyle ‘‘Muharref’’ İslam kurmuşlardır. İslam’ın reformasyonu bizzat ortodoks İslamca gerçekleşmektedir. Bunun üzücü tarafı bu reformasyonla İslam, olumlu evrensel bir barış fikrine doğru değil faşist ve yağmacı bir toplum düzeninin vicdanı yapılmaya doğru evriltilmektedir.

Evlilik öncesi cinsel ilşki İslam dininin en önemli yasaklarındadır ve zina yapan kadın ‘‘recm’’ ile cezalandırılır. Muta yoluyla, Müslüman ülkelerin otellerinde gecelik nikahlarla perdelenen yaygın bir fuhuş sektörü vardır.

Devletin Müslüman yorumcuları islamın sosyal ve ticari hayatın önüne çıkardığı bütün sınırlamaları by-pas edebilmekte bu da inananlar arasında hiç bir sorun ve tepki doğurmamaktadır. İslam ve onun kutsal kitabı bizzat ona inandığını söyleyen insanlarca çöpe atılmış, kuralları çiğnenmiştir. Hırsızlıklara yağmaya, köleliğe uygun yeni reforme bir din uydurulmuştur.

Kutsal kitapların bizzat müminler tarafından çiğnenmesi yeni ve tamamen ahlak dışı bir hadis dinine karşı dinin itibarını kurtarmak devrimcilere düşen bir görev olamaz. Bu bakımdan kendilerini ‘‘İlerici Müslümanlar’’ olarak tanımlayanların görevlerini paylaşmamızın sosyalist bir karşılığı olamaz.

İslamın ve ona inanan insanların dinlerini düşürdüğü bu bataklığın sorumlusu kendileridir. Tecavüzün, tefeciliğin, Amerikan uşaklığının, emek düşmanlığının manzumesi, siyasallaşmış bir dinin içine düştüğü bu utanç verici durumu temizlemek ve din tüccarlarına kaybettikleri itibarı geri kazandırmak reddedilmesi gereken bir görevdir.

Burjuvazinin Laikliği Proletaryanın Çenesini Yormasın

Kendilerini modernitenin öncüleri ilan eden Kemalist burjuvazinin laiklik anlayışı ile cihatçı Selefi şeriat yanlılarının sisteme bakışı arasında pek bir fark yoktur. Kemalizm kuyrukçusu ‘‘soL’’ partilerin bizleri iliştirmeye çalıştığı laiklik de kodları yüz yıl önce zevahiri kurtarmak, askeri rejimin gerçek yüzünü saklamak üzere formüle edilmiş iki yüzlü bir laiklik anlayışıdır.

Adem ile HavvaMadem ki Tanrı bizi “Bir Elma” yüzünden cennetten kovdu öyleyse tekrar cennete dönmeye çalışmanın onurlu bir yanı kalmamıştır. Cenneti bu dünyada yaratmanın anlamı ise insanlık için çok daha heyecan verici ve ahlakidir. Bu dünya da onurumuzla yaşamak ve yalan, hurafe, ve illüzyon üzerine kurulmamış yeni bir toplum kurmak isteyen bütün Sosyalistlerin kendine özgü devrimci bir laiklik ve din anlayışı olmalıdır. Bu anlayışın belirli ilkelerle sabitlenmiş bir dogmalar bütününden ziyade, kapsayıcı, dinamik, ve hayatın akışı içinde kendini yeniden tariflemekten korkmayan bir belgesi olmalıdır.

Din İnsanı değil, İnsan Dini Yapar...

Eğer Marks’ın dediği gibi ‘‘Dini insan yapıyor’’sa, Sosyalist hareketin kendisine gerici sınıfların laik-Antilaik çatışması içinde bir yer açmaya çalışmasının hiç bir anlamı yoktur. Gerici sınıflarların laik-antilaik kavgasında proletaryaya düşen ya da düşecek bir şey olmadığı kesindir. Sosyalistlerin kolları sıvayarak, üretici güçlerin gelişmişlik düzeyine uygun yeni ve modern bir sekülarite tanımını yapması, gecikmiş ama zorunlu bir adımdır. Ancak bu konuda ilerici sınıf ve tabakalarda var olan kafa karışıklığını giderecek tek dinamik yaklaşım tabii ki ‘‘hiç bir düşüncesini halktan’’ gizlemeden, geçici kısa vadeli siyasal başarı arzularının ilkelerini yok etmesine izin vermeyen sosyalistlerin konuya yaklaşımları olacaktır...olmalıdır.

Fabrikalarda, plazalarda, eğitim kurumlarında, tarım işletmelerinde çalışan insanlar için yeni yepyeni bir din yaratmanın zamanı geldi. Henüz ve hiç bir zaman son noktasının konulmadığı, konulmayacağı bir dinin birleştirici büyüsü ve muhteşem aydınlanması etrafında birleşmenin zamanı gelmiştir.

Biz:

ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,

yârin yanağından gayrı her şeyde

her yerde

hep beraber!

diyebilmek

için”...

Öyle bir din yaratacağız ki hep beraber, kadınların, çocukların, ve tüm emekçilerin, bu dini ve onun büyüleyici kurallarını tartışmaya başladıkları gün onun adı artık “Din” bile olmayacak... Peygamberi ve din adamları olmayacak...Yarattığımız bu yeni anlayış kendi eserimiz olacak ama ona tapmayacağız, önünde asla secde etmeyeceğiz...

Öylesine ideal bir dünyanın kurucuları olarak, bilime ve öğrenmeye aşık Babillilere Tanrı’nın verdiği birbirinden farklı dilleri konuşma cezasını bir ödül kabul edeceğiz, ayrı dilleri konuşmanın, farklı düşünmeninse bir ceza değil bir zenginlik olduğunu düşünerek, Tanrı tarafından cezalandırılan Babillilerin bilim, gözlem, ve öğrenme sembolü kulesini gökyüzüne doğru inatla, tekrar ve daha görkemle inşa edeceğiz.

İşe İbadethane ve Ruhban Sınıfından Başlamalı

Babil KulesiHenüz ve hiç bir zaman son noktasının konulmadığı ve konulmayacağı bilimsel bilgi ışığında, korkmadan devinen ve epistemolojisini tanrısal bir zırha bürünmemiş; kutsallığını ‘‘noktasına ve virgülüne’’ dahi dokunulmamış kitaplardan alma iddiasındaki külleşmiş bir iman yerine, her baskısında gelişen ve değişen, bilimin ışığında yeniden gözden geçirilen, eksik kalan yerleri tamamlanan, yanlışlığı anlaşılan sayfalarının korkmadan çöpe atılabildiği bir kitabı, sık sık noktaları ve virgülleri yeri değiştiren bir kitabın ateşiyle karanlıkları aydınlatacağız hep beraber... O kitabın kutsallığının kaynağı artık dokunulamaz olması değil, ‘‘noktasına ve virgülüne’’ dokunulmamış olması hiç değil, tam tersine; her yeni baskısının bir önceki baskıdan daha doğru daha aydınlatıcı; değişebilmeleri doğal değil, zorunlu olan kitabımız, savaşların iç kargaşaların, haçlı seferlerinin, cihad çağrılarının değil, barışın, ilerlemenin, insanın kendi kaderine hükmetmesinin kitabı olmasındandır.

Bütün emekçilerin ortak iradesiyle şekillendirdiği ve yarattığı bu dünyayı bile her zaman emekçilerin aleyhine yorumlayan, onu olmayan bir başka dünyanın geçici konaklama yeri sayarak, emeğin, sanatın, kültürün milyonlarca yıllık birikimini “yalan” ilan eden bütün kenelerin yerine mesleği insan vicdanının ihtiyaçlarına, insanın hayat karşısında düştüğü en çaresiz durumlara ‘‘kaderden’’, ‘‘ilahi takdir’’den çok daha ileri ve gerçekçi açıklamalar getirebilen, bildiklerini ve bilmediklerini saklamayan bilim insanlarının aldığı bir vicdan dünyasının ve onun hümanist alt yapısınının aciliyetini biz şimdi burada dile getirmezsek kim ne zaman getirecek...

Artık bütün dini bilgiler, camiler, cemevleri kiliselerde değil, ancak 18 yaşından sonra devam edilebilen akademi ya da meslek okullarına bağlı bağımsız kurumlarda verilmelidir. Bütün ibadet yerleri üniversitelerin ilgili akademik birimlerine bağlı olmalı. Akla, sağlığa, bilimsel bulgulara aykırı hiç bir şeyin ibadethane kürsülerinden dile getirilmesine izin verilmemeli, akla, bilime, genel ahlaka aykırı tek bir kelime edilmesine bile hoş görüyle bakılmamalıdır. İbadethane kürsüleri din görevlilerin aklına eseni söylediği, boş şeylerin konuşulduğu yalan kürsüleri olmaktan çıkarılmalıdır.

Dini Dernek ve Cemaatler

Vatandaşların hangi dini derneğe ya da cemaate katılacakları kararı tamamen kendi özgür iradelerinin sonucu olmalıdır. Bu konuda devletin hiç bir zorlaması ya da engeli olmamalıdır. 18 yaşından küçük çocukların dini cemaat ve tarikatlara üye alınması, bunların ayinlerine katılması yasaklanmalıdır. Bütün dini cemaat ve tarikatların gelir kaynakları ve harcamaları tıpkı diğer dernekler gibi denetlenmeli; toplanan paraların dernek tüzüğünde belirtilen amaçlara uygun harcanması sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Tarikat ve cemaat yönetimleri de şeffaf, denetime ve itiraza açık, hesap veren, seçimle gelip seçimle giden yöneticilerden oluşmalıdır, dernek program ve tüzüğünde belirtilen görevler dışında faaliyet gösteren yöneticiler kongreyi beklemeden görevlerinden alınabilmelidirler.

Diğer sivil toplum kuruluşları için geçerli olan kısıtlamalar dini dernek ve tarikatlar için de geçerli olmalı, ırkçı, faşist halkı birbirine düşman eden söylemler beyanlar, eğitimler ve basın faaliyetleri yasak olmalı. Cihatçı, intiharcı, insan beden ve ruhunu yaralayan sadist, mazohist, sado-mazohist hiçbir ibadet şeklinin uygulanmasına müsamaha gösterilmemelidir.

Kadınlar

Kadınlar hayatın hiçbir alanında ama hiç bir alanında kadın oldukları için dini aşağılamalara uğramamalıdırlar. Kadınlar ve genç kızlar bedenlerinden utanmadan, kadın olmaktan kaynaklanan, regl, doğum, emzirme, kürtaj ve çocuk bakımı gibi hiç bir özelliklerinden ve bedensel faaliyetlerinden ötürü, küçümsenmemeli, dışlanmamalıdır aksine bu olgular kadınların onur sembolleri olarak görülmelidir.

Evlenme nasıl iki eşin ortak verdikleri bir kararsa boşanma da evli çiftlerin özgür iradesi ile verebilecekleri bir karar olmalıdır. Din adamlarının burunlarını evlenme ve boşanma dönemlerinde eşlerin işlerine sokmaları -işleri sadece zorlaştırdığından- yasaklanmalıdır, Boşanma dinin, din adamlarının değil, öncelikle karı-kocanın özgür iradeleri üzerinden olabilmelidir. Çocuklu ailelerde çocukların eğitim ve bakımlarının nasıl yapılması gerektiğine ilişkin kararları uzman psikologlar vermelidir.

Anne, baba hiç bir zaman çocuklarının bakımsız ve ilgisiz kalacağı korkusu ile ıstırap halini almış bir evliliği dini ve geleneksel nedenlerle sürdürmemelidir. Cumhuriyet’in, kadına kağıt üzerinde verdiği bazı göstermelik haklar gene Cumhuriyet’in karakollara doldurduğu gerici, ırkçı, faşist ve kadın düşmanı polisler tarafından geri alınmakta, yardım için karakollara sığınan kadınlara, kadının sağlığının gereklerini göz önüne almadan, din esaslı bir ahlak anlayışının gerici erkek egemen kuralları dayatılmaktadır. Zor duruma düşürülmüş, imdat isteyen bir kadın ya da genç kız, karakollardan sonra aynı kafayı taşıyan savcıların ve hakimlerin insafına terk edilmektedir, böyle devam etmesi mümkün değildir.

Kadınların dini ve diğer nedenlerle bir baskıya maruz kaldıklarında haklarını koruması gereken hukuk sistemi açık, doğrudan ve katı bir şekilde genç kızları, anneleri ve kadınları koruyucu özellikler taşımalıdır. Devletin bütün memurları ve yasaları kadın özgürlüğünün ve gelişiminin teminatı olmalıdır. Kadın cinayetlerinde; tahrik, gelenek gibi bütün hafifletici nedenler ceza hukukundan çıkarılmalıdır.

Çocuklar

Dini tarikatların ve cemaatlerin en çok saldırdıkları ve çürüttükleri şeylerin başında dini eğitim veren kuruluşlar, okullar, kuran kurslarına devam eden çocuk zihinleri gelmektedir. Burada çocuklar ailelerine, kardeşlerine anne ve babalarına karşı yabancılaştırılmakta, aile ve vatan sevgisinden uzaklaştırılmaktadır. Buralarda çocuklar sadece cinsel yönden istismar edilmekle kalmayıp, tek yanlı, bilimden uzak, hurafe ve dogmalarla, intihar bombacısı robotlar yetiştirilmektedir. İstisnasız bütün dini cemaat okulları, kuran kursları feshedilmeli, yerine bilimsel pedagojik formasyona sahip ve 18 yaşını bitirmiş insanların devam edebileceği din akademileri kurulmalıdır. Buralarda sadece dini eğitim değil, sosyal bilimler, felsefe ve başka inanç ve dinler de öğretilmelidir. Farklı inançlara hoşgörü dinsel eğitimin en temel ilkesi olmalıdır. İngiliz Emperyalizmi’nin Kemalizm’e kurdurduğu İlahiyat Fakülteleri modeli baştan ayağa yeniden yapılanmalı, şu anda okutulmukta olan dinler tarihi gibi göreceli bilimsel alanların kapsamı genişletilmeli, İlahiyat Fakülteleri siyasal iktidara “İllüzyonist” yetiştiren kurumlar olmaktan çıkarılıp geleceğin bilimle donatılmış ilahiyatçılarının yetiştirildiği akademilere dönüştürülmelidir.

Askerlik

Kapitalist toplumlarda gençlerin bilimsellikten uzaklaştırıldıkları kurumlardan bir diğeri de ordudur. Orduların er/erbaş eğitim programları, sadece gençlerdeki isyan, soru sorma, merak etme, mizah gibi gençlere özgü en temel özellikleri yok etmek için değil, aynı zamanda bilim dışı hurafelerin genç dimağlara sokulduğu çağdışı yöntemler izlemektedir. Kapitalist ülkelerin ordularının ikbal peşinde koşan generallerine, düşünmeden hareket eden, bir emre programlanmış, gerektiğinde tanrı için öldüğüne inandırılmış mankurtlar gerekmektedir. Kışlalarda genç askerler, bir devletin vatan savunması için eğitim almaktan çok, bir kutsal dava uğruna orada bulunduklarına şartlandırılmaktadır. Sofra duaları, Allah!... Allah! diye başlayan hücum taktikleri, ölenlerin şehit yaralıların gazi ilan edilmesi, savaşın, yağmanın sinsice meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır. Vatanını savunmak isteyen bir askerin fedakarlığına kimsenin diyecek bir şeyi olamaz. Ancak modern bir toplumun geleceği az sayıda insanın fedakarlık ve kahramanlığı üzerine değil, en geniş toplumsal kesimlerinin katılacağı ortak bir sorumluluk anlayışıyla yürütülür. Bütün bir toplumun sorumluluğu cennet vaadedilerek cepheye sürülen uyuşturulmuş, robot haline getirilmiş gençlere yüklenemez. Cennet vaatleriyle emperyalist talan savaşlarını meşrulaştıran din anlayışı da din adamları gibi kışlalardan atılmalıdır.

İnsanlığın geleceğini savaş bilançolarındaki ölü sayıları değil, barışın ve uluslararası diyalogun insanlığın tek ve ortak refleksi olması tayin edecektir. Gençlerin yeri Tanrı yolunda ölümün kutsandığı savaş meydanları değil, barış ve insanlık uğruna bilim, spor, ve sanat ödüllerinin boyunlarına asıldığı madalya kürsüleridir.

Laikliğin de Ötesinde...

Yaşamın insanların önüne bazen en beklenmedik zamanda en acı sürprizlerle gelmesi, var olan bütün maddi destek ve imkanlara rağmen insanı önüne çıkan bu sorunlar karşısında aciz ve yetersiz bırakabilir. İnsan kendini yalnız, güçsüz hatta gereksiz hissedebilir.

İnsanın altından kalkamadığı bu sorunların her zaman çok ağır olması da gerekmez. Bazen insanlar çok basit, yüzeysel sorunlar karşısında da sendeleyebilirler...düşebilirler...

Sebebi her ne olursa olsun, insanın altından kalkamadığı sorunlar için başvuru adresi, ağını kurup avını bekleyen ‘‘zehirli din örümcekleri’’ olmamalıdır. Acı çeken insanlar ya da toplumlar; yaşlılar, sakatlar ya da onların yakınları şarlatanlarının ağlarına en kolay düşürdükleri insanlardır. Onlar insanların böylesine zayıf dönemlerini kollarlar, zor durumdaki insanlara bir şekilde yanaşıp sahte bir umutla acılarını dindirmeyi vaat ederler. İnsanları zor durumlarında böylesi tuzaklara düşürmeden insanın önüne çıkan sorunlardan onlarla yüzleşerek kendini tanıyarak çıkmasını sağlayacak kurumların ve bilimsel alanların tabanın ve etkinliğinin artırılması acil hedefimiz olmalıdır.

Köylerde, kasabalarda, kentlerde hiç bir insan sorunlarıyla baş başa bırakılmamalıdır. İhtiyaç duyduğunda her bireyin başvurabileceği, ketum insani kanallar kurulmalıdır. İnsanın manevi sıkıntılarının çözümüne yardımcı olacak kurumlar ne kadar bilimsel çalışırsa çalışsın, hiç bir reçete hiç bir formül insanın dostları yakınları, akrabaları, iş arkadaşları kısaca toplumun bütünü ile sağlıklı açık bir ilişki kurulmasının yerine geçemez.

Bazı sol Kemalist çevrelerce bize önerilen içi boş bir laiklik anlayışının hayatın gerçeklerinden ne kadar uzak olduğunu anlamak için programlarına bir gözatın demek isterdik ancak hiç bir şey bulamıyacağımız kesin, çünkü hiç bir şey yok...

En “Cumhuriyetçi” laiklik anlayışı bile insanlığın sıkıntılarını, bu ve gelecekte ortaya çıkabilecek ruhsal hastalıklarını çözebilecek bir reçete içermez. Burjuva laikliği, Kemalizm’in kendi yarattığı hastalığa karşı verdiği bir “placebo” dur.

İşçi sınıfı ve onun devrimci ideolojisi, işçi sınıfı tarih sahnesine çıktığından beri toplumsal ilerlemenin, aydınlanmanın ve laikliğin en katıksız ve açık sözlü tek temsilcisi olmuştur. Onun, aydınlanma ve laik bir toplum mücadelesi için burjuvazinin hiç bir katmanının hiç bir ideolojisini ödünç almaya ihtiyacı yoktur. Yeter ki modern ve eşitlikçi bir toplum düzenini arzulayanlar, proletaryanın ve onun henüz bir araya gelmemiş siyasal örgütlerinin bu günkü parçalanmışlığını, bu günkü handikaplarını, geleceğimizi kurmanın önünde kalıcı bir engel olarak görmesin... -SON-

Yaralanılan Kaynaklar:

-Mert, Nuray. Laiklik Tartışmasına Kavramsal Bir....Bağlam Yay., İst. 1994-El Eşari Ebul H. İlk Dönem İslam Mezhepleri, Kabalcı Yay., İst. 2005

-Maclure, J. - Taylor C. Laeizitaet und Gewissenfreiheit Suhrkamp, Berlin 2010

-Malcom L. Ortaçağda Dinsel Sapkınlıklar, Kabalcı Yay., İst. 2015

-Le Goff, J. Geschichte u. Gedaecthnis, Campus, 1986 Almanya

-Eş Şehristani, M. b. A. Dinler ve Mezhepler Tarihi.Kabalcı Yay., İst. 2015

-Weber, M. Protestan Ahlakı ve.......... Oda Yay., İst. 2014

-Artz, B. Frederick, Orta Çağların Dini, İdea Yay., İst. 2006

-Bauberot, J. Laiklik... Bilgi Üniversitesi Yay., İst. 2009

-Taylor, C. Seküler Cağ, İş Bankası Yay., İst. 2015

-Zürcher, E. J. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yay., İst. 2012

-Engels, F. Anti-Dühring, Sol Yay. İst. 1975

-Hodgesohn, M. İslamın Serüveni İz Yay., İst. 1993

 

 


Konuyla ilişkili diğer makaleler