Efrin Savaşı ve Olası Sonuçları Kürt ve Türk Halklarının Bu Savaşta Çıkarı Yoktur!

Efrin Savaşı ve Olası Sonuçları Kürt ve Türk Halklarının Bu Savaşta Çıkarı Yoktur!

AfrinSavaş kazanmak için yola çıkanlar, çoğu zaman kaybederek gerisin geriye dönmüşlerdir. Kısa vadeli kazanımlar zaman geçtikçe yenilgiye dönüşmüştür. Büyük alanları fetheden kimi imparatorlar, yola çıktıkları topraklara bile geri dönemeden ölümün kucağına yatmışlardır. Baştan bellidir derler ya, işte böyle bir durum karşısında tarihin bu dersleri neden unutulur. Egemenliklerini devam ettirmek için savaşı bir yol olarak gören nice imparator sonunda kendi yıkımlarını da hazırlamışlardır bu şekilde. Kazananının olmayacağı bir savaşa girişmenin mantıki bir izahı da bu nedenle yoktur. Öfkenin ruha hakim olmasını, sadece bazı karakteristik  özellikler ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. İki büyük dünya savaşı yaşamış olan insanlıktan, bunlardan ders çıkararak  sorunların barış içinde çözülmesine çaba göstermesini beklemek doğal olan bir tavırdır. İnsanlığın geçirdiği evrime baktığımızda savaş yıllarının çoktan geride kalması gerekmektedir. Bugün dünyamızı çevreleyen sorunları incelediğimizde de savaşların sona ereceği günlerin daha  uzakta olduğunu görmekteyiz. Yeryüzündeki zenginliklerin eşit paylaşımı ve halkların özgürlüklerine kavuşması gerçekleşmedikçe de bu savaşların kaçınılmaz olacağını söyleyebiliriz. Bunun en önemli nedeni egemenlerin elde etmiş oldukları ayrıcalıkları, sömürü ve baskı düzenlerini  öyle kendiliklerinden bırakmayacak olmalarıdır. Var olan düzeni devam ettirmek içinde çeşitli yöntemlere başvurmakta ve saldırgan politikalar yürütmektedirler. Milliyetçi kışkırtmalar ve egemen kesimlerden saldırıların olmadığı yerlerde, halklar birbirleri ile barış içerisinde yaşamaktadırlar. Kandan beslenen faşistlerin ve emperyalistlerin kışkırttıkları savaşlar, halkları için yıkımdan başka bir şey sunmamaktadır.

 

Bu savaş, halklarımızın değildir

Uluslarası ve bölgesel güçlerin uzun bir zamandır Suriye, Irak ve Yemen’i kapsayan  bir savaş yürüttüklerini biliyoruz. Suriye ve Irak’taki gelişmeler ve bunlardan kaynaklı sorunların çözümü bölgenin yeni bir çehreye kavuşmasını da beraberinde getirecektir. Bu ülkelerin demokratikleşmesi de temelde Kürt sorununun çözümüne bağlıdır. Başur ve Rojava olarak adlandırdığımız, her iki Kürdistan parçasında Kürtler  önemli kazanımlar elde etmekle kalmayıp uzun vadede sorunun demokratik temellerde çözümlenmesi için de başarılı adımlar atmışlardır. Ancak son dönemlerde sergilenen bazı oyunlar ve saldırılarla elde edilen kazanımlar geriletilmeye çalışılmaktadır. Kürtlerin yüzyılı dediğimiz gelişmelerin yaşandığı son yıllarda, bu kazanımları geriletmek için de yoğun bir saldırı yapılmaktadır.

Yüzyıllık haksızlığın giderilmesi için Kürtler büyük bir direniş ve mücadele içerisindedirler. Egemen devletlerin Kürtlerin özgürleşmesinden korkmaları anlaşılırdır. Ancak halklarımız, Kürtlerin özgürleşmesinden, kazananlar olarak bu mücadelede yer tutacaklardır. Bu açıdan bakıldığında Kürt Özgürlük Mücadelesi bölge halklarının da çıkarlarını temsil etmektedir. Halklarımıza karşı sürdürülen her savaş bizim değildir ve halklarımızın çıkarlarını temsil etmemektedir. Suriye üzerinden sürdürülen egemenlik savaşı ve bölgeye yeni bir dizayn verme çabası, ABD ve Rusya’ın yeni manevralarına göre sahada değişkenlikler gösterse de, devam etmektedir. Suriye üzerindeki kapışma bölgenin bundan sonra nasıl bir yörüngeye gireceğinin de önemli ip uçlarını vermektedir. Suriye’de sular durulmadan bölgenin savaş halinden çıkması pek olasılılıklı görünmüyor. Bunun devam etmesi emekçi ve yoksul halk için yeni felaketlerinde habercisidir. Suriye’de çözümün bir kaç anahtarı bulunmaktadır. Bunlardan önemli olanlardan bir tanesi de Kürtlerin yeni Suriye’de oynayacakları roldür. Bu nedenle  Kürtler üzerinden yeni hesaplar yapılmakta ve herkes kendi planlarına göre bir yaklaşım göstermektedir. Kürtler bu çabalara karşı özgür ve demokratik bir Suriye’den yana tavır belirlemiş ve mücadelelerini de bu temelde yürütmektedirler. SDG çatısı altında tüm Suriye halklarının ortak bir mücadele gücü oluşturulmuş ve bu önemli kazanımlar elde etmiştir. Nasıl bir Suriye sorusu, bugün önemli oranda bu mücadele ile netlik kazanmaktadır.

Suriye üzerinde söz sahibi olmak isteyen güçlerin çeşitliliğinden dolayı halkların kendi çıkarları temelinde bir gelişmeyi yaşamaları için daha çok mücadele etmeleri gerekmektedir. Suriye savaşının bitmesi, uluslararası güçlerin ve bölgesel ittifaklarının anlaşmaya varmaları ile mümkündür. Bunların anlaşmaya varmaları belirli dengelerin oluşmasına bağlıdır. Savaşın sona ermesinden sonra Suriye’nin nasıl dizayn edileceği, bu güçler tarafından henüz kararlaştırılmadığı için de çatışmalar devam etmektedir. Rusya ve ABD sahada henüz bir anlaşmaya varamadıkları için bölgesel aktörler de kendi paylarını arttırmak için yeni girişimlerde bulunmaktadırlar. TC de baştan itibaren Suriye’de kendi lehine belirli gelişmelere yol açmak için aktif bir faaliyet içerisinde bulunmaktadır. DAİŞ, El-Nusra gibi cihatçı terör çetelerini kullanarak Suriye’ye doğrudan müdahalelerde bulunmuştur. Bunlardan bir sonuç alamaması ve tersine Rojava Kürtlerinin siyasi ve askeri örgütlenmelerini geliştirmeleri, TC’nin Kürt düşmanı yüzünü göstermesi bakımından da bir turnusol kağıdı vazifesi görmüştür. DAİŞ eliyle Kobani’de yapamadıklarını bu kez bunlardan arta kalanları devşirerek, birlikte Efrin’e karşı bir saldırı ve işgal hareketi başlatmışlardır.

Efrin: Zeytin dalına asılan savaş

Efrin’in hedef seçilmesinin esas nedeni Kürt düşmanlığıdır. Burada şu ve ya bu adla varolan örgütler sadece bir bahanedir. TC Kuzey Kürdistan’ı da etkileyecek gelişmelerin önünü almak için bu saldırıya geçmiştir. Güney Kürdistan’daki referanduma karşı da benzer bir düşmanca tavır göstermiş ve bizzat Erdoğan’ın ağzından  aç bırakmakla tehdit etmiştir. Kürtler eski Kürtler değiller. Bugün hemen her parçada bir mücadele içerisindeler ve küçümsenmeyecek kazanımlar elde etmişlerdir. Eskiden olduğu gibi katliama uğratıp susturulamamaktadırlar. Bundan dolayı da saldırganlaşmakta ve katliamlara girişmektedirler. Baskı ve katliamlarla sonuç alabileceklerini düşünmektedirler ki Efrin’e karşı savaşa giriştiler.

Efrin, çevresi kuşatılmış ve sadece küçük bir koridor ile diğer Kürt ve SDG elinde olan alanlara bağlı bir bölge. Zayıf bir halka olarak görüldüğünden olacak ki buraya saldırı düzenlendi. Buna rağmen bir kaç günde tamamlanacak denilen saldırı aradan geçen uzun zamana rağmen yavaş ilerlemektedir. Büyük bir askeri güç ve hava desteğiyle sürdürülen bu saldırının karşısında güçlü bir direnişin de olduğunu görmekteyiz. Efrin bir ilçe, 6 nahiye ve 364 köyden oluşan  bir alan. Ve üç tarafı da Türkiye tarafından kuşatılmış bir durumda. Büyük bir seferberlik ve özel birliklerin yoğun hava desteğiyle süren bu savaşın aradan geçen uzun zamana rağmen neticelendirilememesi karşı direnişin güçlülüğünden gelmektedir. TC sınır güvenliğini bahane ederek bu saldırıya giriştiğini söylese de uluslararası kamuoyuna bu tür saldırıların olduğunu ispatlayacak herhangi bir kanıt da göstermiş  değil. Nitekim Almanya Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada böylesi kanıtların sunulmadığını belirtti. Uluslararası kamuoyu da bunun bir aldatmacadan ibaret olduğunu bilmektedir. Efrin, Suriye iç savaşında çatışmalardan etkilenmeyen ve buradaki halkların barış içerisinde yaşadığı tek bölge olması açısından da farklı bir konumda değerlendirilmelidir. Savaşın etkilemediği bu bölgeye şimdi TC savaşı dayatmıştır. BMGK aldığı ateşkes kararının Efrin’i de kapsadığını açıklaması TC tarafından gözardı edilmektedir. ABD ve batılı güçlerden bu yönlü gelen uyarılara rağmen saldırganlığını sürdüren TC’nin bu pervazsızlığının altında yatan bir çok neden vardır. Efrin’in bir tehdit oluşturmadığını defalarca dile getiren uluslararası güçler, TC’nin saldırılarını durduracak adımları atmada şimdiye kadar başarılı olamamışlardır veya buna uygun bir reçete sunmamışlardır. BM kararlarını uygulatacak ve gözetecek, gerekirse de yaptırımlara girişecek bir merciinin olmaması TC’nin bu saldırganlığını sürdürmesine neden olmaktadır.

TC’nin Suriye’ye dönük planları, savaşın başlamasından bu yana  tutmamıştır. Yatırım yaptığı güçler sahada başarısız olmuşlardır. Tüm bunlardan sonra, önce El-Bab da şimdi de Efrin’de kendisi birlikleriyle devreye girmiştir. Sınır güvenliği denilerek nereye kadar gidilecektir? Yarın burada başka oluşumlar ortaya çıktığında nasıl bir tavır takınılacaktır? Bundan dolayı savaşa ve savaş çığırtkanlığına son vererek halklar arasında barışın önüne yeni engeller çıkarılmamalıdır. Efrin’de her  mezhep ve dinden halklar barış içerisinde bir yaşamın tohumlarını atmışken buna saldırmak, eski imparatorluk   hayalleri peşinde koşarak içeride ömrünü uzatmaya çalışmak, bir yerde bu hayal sahiplerinin yıkımına yol açacaktır. Eskiden buraları Osmanlı topraklarıydı diyerek kendi saldırganlığına bir de tarihi kılıf uydurmaya çalışmaktadır. O zaman da zorla ele geçirilmiş ve halkların baskı altında tutulduğu topraklardı buraları. Bu toprakları bugünkü koşullarda zorla elde tutmanın hele hiç imkanı yoktur. Belki geçiçi başarılar elde edebilirler, tüm imparatorluklar gibi gelenler yenilerek geri dönmek zorunda kalacaklardır. Başarılı olmaları uzun vadede imkansız görünmektedir.

Efrin: Daha son söz söylenmedi

Efrin savaşının en can alıcı bölümüne daha gelinmedi. Şehir savaşının başlaması çatışmanın boyutunu farklılaştıracaktır. O zamana kadar uluslarası toplum BMGK kararını Efrin’de de uygulamak için baskılarını arttırıp bir sonuç alamaz ise, kaçınılmaz bir şekilde şehir savaşı başlayacaktır. Kobani benzeri bir direnişin gelişmesi karşısında gelişmelerin nasıl bir seyir alacağını yaşayıp da göreceğiz. SDG’nin 1700 kişilik Arap birliğini de Efrin’e gönderme kararı alması, savaşa bir başka boyut kazandıracaktır. En azından Suriye halkları arasında dayanışma tohumlarının ekilmesine yol açacaktır. Bu da TC’nin işgal hareketine karşı direnişe yeni bir boyut kazandıracaktır. TC’nin diline doladığı “buradan Araplar sürülüyor” iddialarının da ne kadar içi boş olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Efrin, yıkılmadan teslim olmayacaktır. Burada önemli olan koalisyon güçleri ve Rusya’nın bu saldırılara karşı daha ne kadar sessiz kalacaklarıdır. TC’nin, Rusya’nın alan açması ile bu işgale girişebildiği konusunda her kesim aynı görüşte. ABD  sesli  itirazlarına rağmen bu işgali engellemek için çok ciddi adımlar atmış değil. Rusya ve ABD TC’yi nereye götürüyorlar? Rusya’nın ekonomik işbirliği ve TC’yi NATO ile çelişkiye düşürmek amacı ile bu işgale gözyumduğunu söylemek eksik kalmaktadır. TC çeşitli işbirliği ve tavizlerle, Rusya’nın bu işgale göz yummasını şimdilik sağlamaktadır. Efrin’de direniş süresi uzadıkça, TC’nin kayıpları artacak ve planında aksamalar meydana gelecektir. Rusya’nın, bu işgalin yol açtığı yıkıma daha ne kadar ortak olacağı, Suriye rejim güçleriyle Türkiye’nin desteklediği cihatcı çetelerin çatışmasının alacağı boyuta bağlıdır. Rusya Kürtleri zayıflatmak ve Suriye’de kendi egemenliğini kurma peşinde. Bunun için de böylesine kirli ilişkilere girmektedir. Böylelikle ABD’nin Suriye’de SDG ile ittifakına karşı TC’yi savaşa sürmektedir. NATO’da müttefik olan iki gücü karşı karşıya getirmekle siyasi manevra başarısı gösterdiğini düşünmektedir.

Efrin saldırısına –buradan Türkiye’ye herhangi bir saldırı olmamasına rağmen- uluslararası güçlerin engel olmamalarının önemli bir nedeni, Rusya ve ABD’nin Suriye’nin geleceği konusunda uzlaşmamış olmalarıdır. TC, bunu fırsata çevirerek Rusya’ya sağladığı bazı ekonomik ve siyasi imtiyazlarla bu izni koparmıştır. Rusya bu izin ile Esad rejiminin TC tarafından yeniden muhatap alınmasının temel taşlarını yola döşemiştir. Bir de Türkiye’nin kontrolünde olan ve Birleşmiş Milletlerin terörist olarak gördüğü bu cihatçı çeteleri, bu şekilde yola getireceğini ve rejimi en az kayıpla bunlara karşı ayakta tutacağını hesaplamaktadır. TC bu işgal hareketi ile güçlendiğini sanıyor olsa da içerisine sürüklendiği savaş ortamından zayıflayarak çıkacaktır. Rusya’nın hava sahasını kapatması bile TC’nin işlerinin sarpa sarmasına yol açacaktır. Böylesine ince dengelere bağlı bir savaşın sonunda kazanamayacağını anlayamayacak kadar Kürt düşmanlığı ile gözleri kararmış durumdadır. Rusya ile ilişkilerin bozulması demek TC’nin Suriye’de operasyonlarını sürdürememesi de demek olacaktır.

Suriye üzerinden hesaplaşan uluslararası güçler, Kürdistan’ın yeni bir statüye kavuşması konusunda yeni gelişmelere hazır değiller. Kürdistan’ı egemenlikleri altında tutan devletlerin toprak bütünlüğünden sık sık söz etmeleri de yeni oluşumlara sıcak bakmadıklarını göstermektedir. Güney Kürdistan referandumuna karşı alınan tavır ile son Efrin işgalini engelleyecek adımların atılmaması da bu sebebtendir. Yeni kurulacak bir Kürdistan bölgedeki dengeleri tümden değiştirecektir. Yeni ve güçlü bir devlet ortaya çıkacaktır. Bunu istedikleri gibi kontrol edemeyeceklerini düşünüyor olmalıdırlar ki Efrin’e karşı yürütülen işgal hareketine göz yumuyorlar. Böylelikle Kürtleri kendi aralarında bir denge unsuru olarak kullanmak ve daha ileri olanaklara kavuşmalarını önlemek istemektedirler. Rusya ve ABD’nin bölge üzerinde bir egemenlik kavgası içerisinde olduklarını, Kürtlerin yeni bir statü kazanmalarını da kendi çıkarları doğrultusunda belirlemek istediklerini görmekteyiz. İşte TC bu karmaşıklıktan yararlanarak, Efrin işgaline girişti.

Efrin işgali, iç sorunları gizlemenin bir aracı olarak da kullanılıyor. Karşılarında sanki düzenli ve modern silahlara sahip bir ordu varmışcasına propaganda kanalları harekete geçirilmekte. Seferberlikten söz edilmektedir. Tüm bunlar içeride işlerin iyi gitmediğine işarettir. Uluslararası kredi kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu düşürmeye devam etmektedirler. Dış borç artıyor, faizler ile enflasyon  yükseliyor ve bir siyasi kriz yaşanıyor. Baskı ve tutuklamaların dozajı her geçen gün arttırılmaktadır. Toplumsal sorunlar çözümsüz bırakılmakta ve yeni sorunlar yaratılmaktadır. AKP-MHP faşist ittifakının toplumu daha fazla baskı altına almasına karşı bir yerlerden patlamalar yaşanması kaçınılmaz görünmektedir. İktidarda kalmaları zorlaştıkça yeni oyunlar döndürülmektedir. ’Kızıl elmaya gidiyoruz’ denilerek milliyetçilik körüklenmekte ve savaşa karşı olanlar üzerinde de yoğun bir baskı ve tutuklama yapılmaktadır. Kendi denetimlerindeki medya kuruluşlarını da bu iş için kullanmaktadırlar.

TC Suriye’deki savaşa karıştıkça yeni rizikolar almak zorunda kalacaktır. Bunlar da sonuçları ağır olacak olan rizikolardır. İç sorunları gizlemekte  bir müddet başarılı da olsalar rizikolar arttıkça ekonomik çöküş de gelişecektir. Savaşın daha çok kaynak tutacağı kesindir. AKP’nin iktidarda kalmak için başvurduğu savaş, yıkılmasına da yol açacak kıvılcımları içerisinde barındırmaktadır. Emekçi kitleler daha ne kadar yalanlar ve baskı ile zorbalık altında tutulabilir. Tarih halkların diktatörlere başkadırıları ve zaferleri ile doludur. Halklara karşı haksız savaş yürütenler yenilgiden kurtulamamışlardır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler