Ekonomik Politik Kriz ve Birleşik Sınıf Mücadelesi
Dünyada gelişen ve değişen çok yönlü dönüşümler, şüphesiz Türkiye’yi de etkilemektedir. Mevcut durumda dünya çapında yaşanan aslında kapitalizmin krizidir ve bununla beraber ulus devletlerin çözülme sürecidir. Dolayısıyla bu, kısa vadede etkisi toplumlar nezdinde pek görünür olmasa da uzun vadede etkisi muhakkak olacaktır. Onun için ulus devlet sistemi her alanda krizle karşı karşıyadır. Küresel ısınmadan tutunuz, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda topluma nasıl bir yönetsel idare sağlama noktasında tam bir çıkmazdadır. Evet şüphesiz reformist güncel bazı tedbirler veya çabalar oluyorsa da bu sadece geçici ve taktiksel olmaktan öteye gitmez. Çünkü mevcut toplumsal dinamikler sürdürülebilir boyuttan çıkmıştır. Dolayısıyla mevcut dünya çapında yaşanan krizden çıkış yolu olarak enternasyonal ve devrimci alternatifleri topluma sunmak gerek. Bunun yolu şüphesiz örgütlü toplumu oluşturmaktan geçer. Mesela ekonomik anlamda Paris Komünarlarının pratiklerinden faydalanılabilir, ekolojik dengeyle uyumlu yerel komünler nezdinde yenilenebilir enerji kaynakları üretimi yapılınabilir veya daha geliştirilebilir. Şimdi konumuza derinlik katmak açısından Türkiye özgülünde düşünürsek, mevcut durumda toplumsal ekonomik kültürel ve çevresel kriz daha da derinleşmektedir.
Şuan aslında TC’nin kuruluşundan bu yana en ağır çok yönlü kriz yaşanmaktadır. Ve mevcut durumda toplum üzerinde karabasan gibi çökmüş ağır bir faşizm ile karşı karşıyayız. Ekonomiden tut sağlığa, eğitimden tut doğaya, her alanda tam bir yağma ve talan gaspı vardır. Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim. Gerçekten siyaset üstü bir sistemsel kriz vardır. Toplumun hemen hemen herkes bundan muzdarip ve bir şekilde şikayetçi. Ağır sosyolojik bir tahribatın olduğu toplumun yüzde doksanı iliklerine kadar hissediyor, adeta bir isyan durumu vardır ve bunun nedeni şüphesiz mevcut durumda ki ağır faşizmdir. Ve yürütücüleri konumunda olan AKP-MHP iktidar koalisyonu ve küçük varyantları olan ulusalcı kemalist Vatan Partisi ile özdeşleşmiş Perinçekçi koalisyondur. Kürdistan’da yaşanan savaş bu mevcut iktidarın kendini ayakta tutması için adeta “can simididir.” Çünkü artık hem Türkiye halklarına hem de Kürdistan halklarına yutturabilecek hiç bir siyasi argümanları kalmamıştır. Bunun için başta ekonomik krizin ve tüm sorunların faturasını işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara mal etmeye çalışmaktadır. İşte her gün yapılan zamlar ortadadır, gün geçtikçe ekonomik kriz daha da kötüye gitmektedir. İnsanlar artık en insani ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaktadır. Esnafın hali perişan bir durumdadır, çiftçi üretim yapamaz hale geldi veya zararına üretim yapmakta. İnsanların alım gücü ile üreticinin malını piyasaya sürmek için satış kar marjı düşmektedir. Dolayısıyla bu da insanları bezdirmektedir.
Bunlara sebep olan Kürdistan’da yaşanan savaş gerçekliğidir. Daha dün iktidarın küçük ortağı şunu demişti siz Efrin’de kullanılan bir merminin fiyatının kaç olduğunu biliyor musunuz? Aslında bu bile her şeyi ve ekonomik çöküşün neden olduğunun açık göstergesidir. Bunları görmeyen ya da görmek istemeyen gerçek anlamda Kürdistan’daki savaşın maliyetinin Türkiye ekonomisini nasıl etkilediğini anlayamaz. Her gün onlarca savaş uçaklarıyla Kandil’i bombalamak, Şengal’e dönük bombardımanlar, bunların hepsi Türkiye ekonomisini olumsuz etki etmekte ve bunun faturası yoksul halk kesimlerine, işçi-emekçi sınıfına kesilmek istenmektedir. Neden mi çünkü savaş politikalarına gerçek anlamda en çok etkilenen emekçi sınıfı yoksul halk kesimi ve Kürtlerdir. Artık bu savaş öyle bir noktaya geldi ki sadece ekonomik olarak değil ahlaki çöküntüyü de beraberinde getirmektedir. Daha geçen Dersim’de yaşamını yitiren gerillanın cenazesi ailesine kargo ile gönderebilecek kadar insanlık değerlerine ters bir durum yaşandı. Kaldı ki bu daha önce de yaşandı. İşte savaş gerçekliğinin geldiği nokta budur.
TC’nin Kürt halkına yönelik imha ve savaş politikaları ile tüm Türkiye’nin ezilen mazlum halklarına, işçi-emekçi sınıfı ve demokrasi güçlerine diz çöktürme ye dönük savaş politikalarının kaynağı ve nedenleri aynıdır. Peki bu durumda muhalif hareketler ve partiler ne yapmakta yada demokrasi güçlerinin izlediği tutum duruş nedir veya ne olmalıdır? Şunu belirtmekte fayda var; CHP ve İP şovenist siyaset yapma misyonu dışında halka pek hitap edemiyor. Geriye HDP ve bileşenleri bir de TİP kalıyor. Onlar da çok ağır faşizm koşullarında ve baskı altında mücadele yürütmektedir, ancak yetersiz kalınıyor. Onun için daha geniş tabanlı demokrasi ittifakına ihtiyaç vardır. Demokratik toplum kuruluşları, meslek odaları ve sendikalar ile beraber aydın ve sanatçıların içinde olacağı demokratik güç birliği, mücadele birliğine ihtiyaç vardır. Yine işçi sınıfıyla eş güdümlü ortak platformlar ve mücadele kaçınılmazdır. Çünkü bu olmazsa eksik kalır. Özellikle sınıf mücadelesi sadece Türkiye metropollerinde sınırlı kalmamalı. Kürdistan’da işçi sınıfı ve emekçiler, yoksul az topraklı ve topraksız köylüler örgütlenmeli. Özgün örgütlenme gereklidir. Çünkü Kürdistan’da halk yoksuldur. Ayrıca şu an ulusal devrimci demokratik ve özgürlükçü bir mücadele sürdürülmektedir. Dağda sokakta zindanlarda Kürt halkı büyük bir direniş içindedir. Dolayısıyla bir yandan da yoksullukla mücadele durumu var. Ancak seçimle kazanılan belediyelere hukuksuz olarak kayyum atanmasıyla HDP’nin uygulamak istediği ekonomik projeler eksik ve yetersiz kalmaktadır. Rejim, belediyelere boşuna kayyum atamadı. Biz ise bu baskı ve yasaklamalara rağmen yeni örgütlenme biçimleri yaratarak rejime gerekli cevabı vermeliyiz.
Mesela şöyle bir örnek verecek olursak; Mardin Mazıdağı’nda Cengiz Holding işletmesi olan ETİ Bakır İşletmeleri tam bir karabasan gibi halka kan kusturmakta. Kapitalizmin ağır durumu yaşanmakta. Devletin zor aygıtlarını kullanarak tam bir talan ve yağma yapmaktadır. Polis gücüyle idari amirler üzerinde bütün insanlar üzerinde denetim kurmak istemektedir ve şu günlerde Mazıdağı’nın birçok köyünde hukuksuzca insanların arazilerine gasp yoluyla el koyabilmekte maalesef.
Aynı zamanda Mazıdağı’nın ikinci büyük köyü olan Evciler’de daha büyük işletme devreye sokmak istemektedir. Köylülerden habersiz arazi ölçümlerine başlandı bile. Hatta ilk başlarda köyün muhtarına kaymakam üzerinde baskı kurdular ve tehdit ettiler. Buna rağmen köylüler şu aşamada direniş kararı almış bulunmakta. Bunları neden söyleme gereği duyduk. Şunun için; daha önce Mazıdağı’ndaki işletmede hiçbir şekilde işçilerin örgütlenmesine fırsat tanımamakta ve insanları açlıkla terbiye etme politikası yürütülmektedir. Dolayısıyla insanlar işten çıkarılma korkusuyla sessiz kalmakta ve her türlü baskıyı sineye çekmekte. Ama muhalif sendika örgütlenmesi olsa durum böyle olmayabilir. Maalesef durum bu şekilde. Onun için devrimci çıkışlar gerek. İşçi örgütlenmesi ve yerel halkın ulusal direniş mücadelesi birlikte yürütülmelidir. Bu böyle olmazsa yakın zaman içinde mesela Evciler köyü ve doğası büyük bir talana maruz kalacaktır. Çünkü onlar için bu köy stratejik bir köy. Halihazırda askeri ve istihbarat operasyonlarının yaşandığı bir alandır. Fabrikanın maden için buraya girmesi çok olumsuz etkileri olacaktır.
Acil yapılması gereken direnişi örgütlemek ama nasıl? Hem halkı bilinçlendirmek, hem de işçi sınıfı mücadelesini yürüyen ulusal demokratik mücadeleyle birlikte büyütmek gerek. Bu konuda HDP’ye ve onun bileşeni yurtsever, sosyalist, komünist güçlere sesleniyoruz. Birleşik devrim mücadelesinin anlamı bizim pratiğimizde zorunluluk haline gelmiştir.