Erkan Baş’tan yanıt mektubu: “Mesele bir bütün olarak burjuva ideolojisinden kopmak”

Erkan Baş’tan yanıt mektubu: “Mesele bir bütün olarak burjuva ideolojisinden kopmak”

Her şeyden önce röportajımızı okuyarak görüşlerini bize ileten Ergin Doğru arkadaşımıza teşekkür ederek başlamak istiyorum, en kısa sürede özgürlüğüne kavuşmasını ve bu tartışmayı yüz yüze yürütebilmeyi diliyor, sevgilerimi iletiyorum.

Bize ilettiği görüşlerine dair kısaca düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım. Ayrıntılar bir yana anlaşamadığımızı düşündüğümüz temel noktalara işaret etmekle yetineceğim.

1- Burjuva devrimi nedir? Ne değildir?

Mektup içinde sık sık söz edildiği gibi tartışma Türkiye solu açısından klasik denilebilecek tezlerin karşı karşıya geldiği bir biçimde yürüyor. Temel anlaşmazlık noktamız ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun bir burjuva devrim süreci olup olmadığı… Ergin arkadaş, daha mektubun başında şu soruyla bizim bakışımıza olan mesafesini ortaya koyuyor, “Sayın Baş’ın söylediği gibi cumhuriyet bir burjuva devrimi, öncüsü M. Kemal burjuva devrimci midir?”

Evet kesin olarak böyledir. Marksistlerin, Türkiye’de Mustafa Kemal önderliğinde yaşanan süreci başka biçimde adlandırmaları mümkün değildir.

Mektubun başındaki İttihat ve Terakki ile ilgili kısımları ayrıca tartışmak üzere konunun özüne yoğunlaşalım. Ancak örneğin milliyetçiliğin bir burjuva ideolojisi olduğunu, burjuva devrimleri ile çağdaş bir akım olarak doğduğunu unutmamamak gerektiğine işaret etmeden geçmeyelim.

Bence Ergin arkadaşımız mektubunda

“M. Kemal’in istediğini elde edemeyince yenilgi ve işgalden rahatsız olan etnik ve inançsal farklılıkları örgütlemeye ve onlara önderlik etmeye giriştiği biliniyor.” diye başlayan ve “1920 Kurucu Meclis bu ruhu yansıtır.” cümlesiyle biten bölümde esas olarak bizim tezimizi kabul ediyor. Fakat burjuva devrimlerine bizim anlayamadığımız ölçüde bir misyon atfederek hataya düşüyor.

Ergin arkadaş, altını bizim çizdiğimiz cümlede olguyu-gerçekliği ortaya koyuyor.

Biz niyet okumalarından, kafalardaki düşüncelerden değil hayatın gerçeğinden-pratikten hareket etmek durumundayız. Aslında ne yapmak istediğini tartışmanın bir anlamı yoktur ve ne yapmış olduğu konusunda anlaşıyoruz. Bu yapılanın adını koymak konusunda çekinceli davranmamıza gerek yok. TKP’nin kuruluş belgelerine ve Komintern belgelerine baktığımızda gördüğümüz budur.

Bir devrimin karakterini okumak aynı zamanda o dönemin koşullarını anlayabilmekten geçiyor. Devrimler "iyi" ya da "kötü" şeklinde değerlendirilmezler, sınıfsal karakterleri ve çağın koşullarıyla orantılı olarak belirlenen sınırlara sahiptirler. Kemalizmin komünistlere ya da halka karşı işlediği suçlar onun sınıfsal niteliğini ve tarihsel plandaki "ileri" yönünü değiştirmez. Kemalizmin tarihsel yerine oturtmak, sınıfsal bakış açısıyla adını koymak veya “ilericilik” atfı da onu sevdiğimizden veya sevmediğimizden değil, tarihsel materyalist bakış açımızdan kaynaklanıyor.

Ergin arkadaşımızın çok sık tekrarlanan bir hataya düştüğü kanaatindeyiz, Kemalizmi "zaten olmadığı ve olamayacağı bir şeyi" olmadığı için eleştiriyor. Sıkıntı burada. Eğer Kemalistler Ergin’in onları eleştirdiği şeyleri yapmamış olsalardı bizim onu burjuva değil sosyalist diye adlandırmamız gerekmez miydi?

Komünistler tarihteki herhangi bir altüst oluşu tarihsel perspektiften bakarak değerlendirirler. Bu tavra göre örneğin Robespierre de düşman olabiliriz ya da Fransız devrimcilerini "işçi sınıfına ihanet eden, Fransız emekçilerini kandıran" diye eleştirebiliriz.

Kemalizme olmadığı bir şeyi giydirmeye çalışıp, giydiremeyince de kaldırıp çöpe atan bir anlayışın tarihsel materyalizmi kavramasında en hafif deyimle bir eksik olduğunu söylememiz gerekir.

2- 1923 Lozan Antlaşması bir kırılma mı?

Mektupta yer alan şu satırları bir defa daha dikkatle okuyalım.

“…1920 Kurucu Meclis bu ruhu yansıtır.

Sonrasında 1923 Lozan Antlaşması sonrasındaki dönem ise farklı bir M. Kemal ve cumhuriyetini yansıtır. Cumhuriyetin ilanı ile istediklerini elde eden M. Kemal cumhuriyetin kuruluş sürecindeki ittifak güçlerini ret etmiş ve tekçi zihniyet anlayışıyla cumhuriyetin geleceğini belirlemiştir.”

Oysa örneğin M.Suphi ve yoldaşlarının katledildiği tarih Ocak 1921’dir. Aynı tarih Çerkes Ethem’in ve meclisteki THİF’in tasfiye edildiği tarihtir. Ve bunları tamamlayacak biçimde Ankara Hükümeti’nin ilk defa emperyalistler tarafından resmen muhattap alındığı Londra Konferansı’nın da tarihi Ocak 1921’dir.

Yani bize göre ortada 1923 itibariyle yaşanan bir kırılma filan yoktur. Süreç başından itibaren sınıfsal mantığına uygun biçimde ilerlemektedir. Ve burjuvazinin 1900’lü yıllarda oynayabileceği kadar ileri bir rol oynadığı bir burjuva devrim süreci işlemektedir. Bize düşen bunun sermaye diktatörlüğünün kurumsallaşması anlamına geldiğini sadelikle ifade etmektir..

İşçi sınıfının bağımısız bir güç olarak tarih sahnesine çıktığı andan itibaren gericileşen burjuvazinin, işçi sınıfının artık iktidar deneyimleri yaşadığı bir dünyada ancak bu kadar “ilerici” olabileceğini anlamak çok zor olmamalı.

Sonuç olarak;

Bize göre Türkiye’de solun meselesi özel olarak Kemalizm’den kopmak kopamamak biçimde ele alındığı sürece, aslında ülkemiz devrimci hareketinin birikimine yakışmayan basit hatalar yapılmaya devam edilir. Sorun bir bütün olarak burjuva ideolojisinden kopulmasıdır.

Bunun yolu da post-marksist, liberal bir takım tarih tezlerine sığınmak değil, tarihsel materyalist bakış açısıyla kuşanıp, bunun verdiği özgüvenle eşyayı adıyla anmaktan korkmamaktır.

Kemalizme faşizm dediğimizde daha devrimci olmadığımız gibi bilimsel olarak dayanağı olmayan bir kavramlaştırmayla ayaklarımızın yerden kesilmesine neden oluruz. Oysa bizim en önemli gücümüz bilimin yol göstericiliğinde tarihsel gerçekleri referans almamızdır.

Sözünü ettiğimiz hatalı yaklaşım bir taraftan halklarımıza dönük baskı, şiddet ve katliamlardan burjuvazinin rolünü silikleştiren bir hataya savrulmaya neden olurken bir taraftan da halkla bütünleşmenin en önemli gereklerinden birisi olan gerçeğin gücüne yaslanma şansımızı yitirmemize neden oluyor.

Örneğin Ergin arkadaşımızın bir taraftan solun evrensel değerlerinden söz ederken bir taraftan bu evrensel birikimin tartışmasız bir parçası olan Jakobenizmi bir çırpıda silmesi bu hatalı yaklaşım bir ürünüdür. Lenin dahil pek çok marksistin gururla geleneğimizin bir parçası olarak gördüğü bu burjuva devriminin en ileri akımına karşı küçümseyici yaklaşımın da gerici-liberal bozulmanın en önemli göstergelerinden birisi olduğunu görmemiz gerekir.

Şöyle bitireyim, Türkiye’de tarihsel olarak ilerici, devrimci hangi değer varsa bunların hepsi devrimcilerin, komünistlerin mücadelesinin, alınterinin ve hatta gerektiğinde kanının-canının eseridir. Kimse bunları burjuvaziye ait değerlermiş gibi görmemizi, bunları burjuvazinin bize bahşettiği fikrine teslim olmamızı beklememelidir.

Burjuvazi tüm diğer egemen sınıflar gibi kendiliğinden bize hiç bir şey bahşetmez, ancak mücadele ederek kazandıklarımızı sanki kendisinin bir lütfuymuş gibi sunmayı bilir. Tam bu nedenle bu toprakların tüm ilerici değer ve kazanımları ancak komünistlerin elinde, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşayacaktır.

Kemalizm ise geldiğimiz noktada ne Türkiye’yi kurtuluşa götürebilecek bir yol çizebilir ne de Türkiye sosyalist hareketini ilerletecek yanları kalmıştır. Ancak komünistlerden kemalizmin gerisinde bir çizgiye çekilmelerini beklemenin, düpedüze anti-marksist bir bakışı devrimciliğin kıstası saymanın hiç bir karşılığı yoktur.

Ergin arkadaşa bu vesileyle görüşlerimizi Politika okurlarıyla paylaşma olanağı da verdiği için teşekkür ediyoruz.

Erkan BAŞ


Konuyla ilişkili diğer makaleler