Esat Canan: “Cenazelere ulaşamadıkları anlaşıldı...”

Esat Canan: “Cenazelere ulaşamadıkları anlaşıldı...”

BDP ve HDP eski milletvekili Esat Canan14 Eylül 2015’te yayınlanması gereken, ancak kapağında Tayyip Erdoğan’ın fotoshop selfiesini bastığı için 18. sayısı yasaklanan, toplatılan ve internet sitesine erişimi engellenen NOKTA Dergisi ile dayanışma amacıyla Dağlıca’da ölen askerlerin cenazelerini almaya giden gruba önderlik eden eski BDP ve HDP milletvekili Esat Canan ile yapılan NOKTA Dergisi’nin 18. sayısındaki söyleşinin bir kısmını yayınlıyoruz.

Politika

Nokta dergisinden Fatih Vural’ın sorularını yanıtlayan (14 Eylül 2015) Esat Canan’ın açıklamalarının bir bölümü özetle şöyle:

Sivil bir inisiyatif alarak, büyük bir cesaretle Dağlıca’da şehit edilen 18 askerin naaşını olay yerinden aldınız. Orada neler gördünüz, olay nasıl olmuş?

Biz bir insani görevi yerine getirmek üzere o gün harekete geçip cenazelere ulaştık. Çatışmalar bir gün önce yaşanmıştı. O çatışmaları da televizyonlardan öğrendik. O bölgeyi iyi bilen biri olarak detayların resmi kanallardan geleceğini düşündüm. Üzerinden 24 saat geçmesine rağmen şehitlerin ve yaralıların durumunu ğrenemedik.

... Çatışmanın yaşandığı alan, derin bir vadidir. Yüksekova’dan Doski bölgesine giden vadinin içinde, Doski’dir oranın adı, çatışmalar yaşanmış. Ben, vali ve kaymakam beyleri de aradım. Yardımcı olmak istediğimizi, yaralı varsa bir an evvel hastaneye ulaştırmak istediğimizi söyledim.

Bunu ne zaman söylediniz?

Olayın duyulmasından bir gün sonra... İş uzadıkça, “Belki de orada çok çetin koşullar vardır” diye düşündük. Dağlık bir alan... Çatışmaların sürdüğü bir ortamda oraya varıp cenazeleri almak çok kolay bir iş değil. İçinde çocukların ve kadınların da bulunduğu böyle sivil bir girişimde bulunmamız halinde bize dokunulmayacağını düşünerek kendimizi ortaya attık. ‘Sekiz asker savrulmuştu, sekiz asker sıkışmıştı’

Arazi şartları nasıl orada, vadi ne uzunlukta?

Yüksekova’nın ova kesimi bittikten sonra, dağın eteğinde Kamışlı Jandarma Karakolu var. O karakolun ve dağların ötesi, Yeşiltaş ve Dağlıca’ya kadar giden, 50-60 kilometre uzunluğunda bir vadidir. Çatışmanın yaşandığı yer, Kamışlı Jandarma Karakolu’na yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta, Gürkavak köyü yakınları. Bu köy, on sene öncesine kadar kullanılıyordu fakat şimdi kimse yok.

Göçe mi zorlandılar?

Evet. Ormanlık bir köydür. Çatışma ise asfalt üzerinde yaşanmış. Gittiğimizde manzara şöyleydi: Birbirine 300-400 metre uzaklıktaki iki zırhlı araç, yola döşenen mayınlarla patlatılmış. İlk zırhlı araç, yol kenarından tarlaya savrulmuş. Öbürü ise ters dönmüş; ama paramparça olmuş. Birinci araçtaki askerler tamamen aracın dışına fırlamıştı. Savrulan askerlerin cenazeleri güneşin altında, etrafa dağılmış şekilde bekliyordu. Diğerinde ise askerlerin cenazeleri aracın içinde duruyordu.

24 saat mi beklemiş naaşları?

Çatışmalar bir önceki gün öğlen saat 3’te başlamış. Biz de ertesi gün 3’te oradaydık. Tam 24 saat!

O gün hava yağmurlu muydu?

Asla! Güneşli bir gündü ve epey de sıcaktı. Askerlerin bedenlerini toplarken sıcaktan korunmak için zaman zaman ceviz ağacının gölgesine çekildik, sıcaktan. Bir gün öncesi yağmurluymuş. Bizim ekibimiz yaklaşık 150 kişiydi ve içinde muhtarlar da vardı.

Çekinmediniz mi?

O riski ve korkuyu hep içimizde taşıdık tabii; ama “Sivil insanlara bir şey yapmazlar herhalde” dedik. Gittiğimizde yerde silahlar ve askeri malzemeler de vardı. Bir araçtaki askerlerin silahları oradaydı; ama diğer araçtaki askerlerin silahları yoktu. PKK almış olabilir. Eğer devlet oraya bizden önce gitseydi, ne o naaşlar ne de silahlar öyle ortada durmazdı. Demek ki gitmemiş! Gittiğimizde çatışmalar devam ediyordu.

Devlet, 24 saat içinde sizce neden oraya gidemedi?

Orası bir güvenlik bölgesi. Halkın girmesi mümkün değil; gittiğimizde de çatışmalar hâlâ sürüyordu.

Yani devletin giremediği o çatışma alanının içine siz 150 sivil girdiniz...

Evet. O sırada silah sesleri de geliyordu. Hatta uçaklar tepeleri bombalıyordu. Arkadaşlara “Çabuk olun. Bir an evvel toparlanıp dönelim” dedim. O şartlarda gittik. Devletin neden gitmediğini ben bilemem; ama o cenazeleri devletin 24 saat boyunca oradan almadığı açık ve acı bir gerçektir.

Gitmeye karar vermeden önce istişare ettikleriniz oldu mu?

Ben üç dönem görev yapmış eski bir milletvekiliyim. ANAP, CHP ve geçen dönem HDP milletvekilliği yaptım. Buranın ileri gelen ailelerinden birine mensubum ve ilçeyi iyi biliyorum. Bu tür durumlarda hep riski göze almışımdır. Daha önce Yüksekova Çarşısı’nda polisle halk karşı karşıya geldiğinde de o taş yağmuru altında alana girip sadece insanlar ölmesin diye çabalamış bir insanım. Şemdinli’de kitabevi bombalandığında da oradaydım. Sorumluluk duygum bunu gerektirir.

Askerlerin tümü olay anında mı şehit olmuş? Bu yönde bir gözleminiz oldu mu?

Bir tanesi, zırhlı araçtan fırlamış, sırtüstü yatıyordu. Vücudunda hiçbir kurşun izi yoktu. Sanki ölmemiş, cesedi bozulmamış gibiydi. Sanki biz gelmeden hemen önce ölmüştü. Bir de sol kolunu bir bezle sarmıştı, muhtemelen kanamayı durdurmaya çalıştı. Zırhlı araçtan on metre kadar da uzaklaşmıştı. Diğerleri için aynı şeyi söyleyemem. Çünkü onların bedenleri çok kötü bir durumdaydı. Ben, o askerin yaşamak için mücadele verdiğini düşünüyorum. Ama 24 saat kimse oraya gitmeyince kurtuluş umudu da kalmadığını sanıyorum.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Cenazeleri özel komando birliklerimiz tahliye etti” dedi.

Doğru değil! Bu açıklamasına çok üzüldüm. Biz, insanlık adına, Müslümanlık adına, cenazelere saygı gereği, oraya ilk intikal eden insanlarız. Kendi ellerimizle cenazeleri sardık. Sonradan Sayın Başbakanın o sözlerini duyunca donup kaldım! Bizim yaptığımız işi, Sayın Başbakan, başkasına mâl ediyor. Biz görüntüleri verdikten sonra da Başbakan Yardımcısı, bu görüntülerin geçmişe ait olduğunu söyledi. Çok yadırgadım, çok üzüldüm.

Devleti güçsüz göstermemek adına yapmış olabilirler mi?

Bizim böyle bir çabamız yok ki! Kaldı ki neden 24 saat gelemediklerine dair de tek bir laf etmedik. Hassas olduk. Ben oraya şov yapmak veya siyasi bir kariyer için gitmiş olsaydım, inanın bu konuda çok daha detaylı bilgiler de verebilirdim! O hassasiyeti çok iyi bilen bir eski politikacıyım. Kimseyi de suçlamadım. Başbakanın ve yardımcısının inkârlarına rağmen en ufak bir kaygım yok, çünkü yaptığımız iş belgeli. Kaldı ki telefonlarıyla fotoğraf çeken arkadaşları da bunları hiçbir yerde paylaşmamaları noktasında uyardım. Şov, propaganda yapmak istesem çok rahat yapardım; ama yapmam. Bana yakışmaz.

Devletten bir teşekkür bekler miydiniz?

Beklerdim. Benimle birlikte gelen Yüksekovalı insanların devletten teşekkür beklemeye de hakkı var. Oraya gittiğimizde yanımıza daha sonra gelen yarbay ya da binbaşı, “Allah sizden razı olsun. Çok yardım ettiniz” deyip teşekkür etti. Bu kadar! Ama hükümetten kimse aramadı. Allah korusun, birimizin başına bir şey gelseydi, bir mayın patlasaydı, kim ne diyecekti? Ama bütün bunları düşünerek ve Allah’a güvenerek 150 kişi yola çıktık. Güvenlik tartışması da yaşandı aramızda; çünkü çok riskli bir alan. On beş gündür yasak bölge. Kimse geçmemiş. Asker bile geçmemiş.

Yola çıktıktan sonra herhangi bir yerden izin almanız gerekti mi?

Kamışlı Karakolu’na vardığımızda, “Şehitlerin cenazelerini almaya gideceğiz. Bize yol açın” dedik. Üsteğmen düşündü, taşındı, “Size yolu açacağım” dedi ve yolu açtı.

Üsteğmen sizinle birlikte gelmeyi teklif etmedi mi?

Hayır. Biz oradan ayrılınca arkamızdan onlar da bir hazırlık içine girdiler. Böyle olunca korktum da. Asker arkamızdan gelirse, PKK da hâlâ oradaysa ve bir çatışmaya girerlerse biz siviller arada kalırız diye... Üsteğmenden güvenliğimizi sağlamasını istedik. Biz oraya varıp şehit askerlerin cenazelerini toplamaya başladıktan takriben bir saat sonra asker olay yerine geldi. Orada bir, iki silah patladı. Cenazelerin yarıdan fazlasını toplamıştık... Komutanlardan birisi aracından hiç çıkmadan “Cenazeleri bize ver” dedi. Biz cenazeleri kendi arabalarımıza almıştık. Pick-up götürmüştük. Arkadaşlar itiraz ettiler. Ben de “Tartışmayı uzatmayın. Madem ki asker geldi. Onların aracına cenazeleri nakledelim” dedim.

Burada iki ciddi merak konusu var: Birincisi, çatışmalar öğlen saat 3’te başlamasına rağmen Sayın Başbakan akşam 7’deki milli maça gitti ve ikinci yarıda ayrıldı. “Dört buçuk saat boyunca bir Başbakan nasıl olur da böyle bir çatışmadan haberdar olmaz? Ya da haberdar olarak mı maça gitti?” soruları kafa kurcalıyor. İkincisi de, 24 saat boyunca şehit sayısı açıklanmadığına göre gerçek sayı, söylenenden çok daha mı fazla?

Aynı gün mü?

Aynı gün. Orada başka şehit olup olmadığı konusunda bizim de elimizde kesin bir bilgi yok. Bir, iki gün önce de o bölgede çatışmalar yaşanmış. Bahsettiğiniz o iddialar burada da söylendi; ama teyit ettiremedim. Yalnız, gittiğimiz gün öğlen saat 12’de sayın valiyi aradım. Yardımcı olmak istediğimizi söyleyince vali bey memnun oldu. “İyi olur; ama bir değerlendirmemiz lazım. Size dönerim” diyerek, kesin bir şey söylemedi. Fakat Sayın Başbakan “O gün sabahtan itibaren cenazeleri tahliye etmeye çalıştık” diyor. Başbakan Davutoğlu doğruyu söylemiyor. Sen cenazeleri sabah tahliye ettiysen bizim orada işimiz ne? Valinin bu tahliyeden nasıl haberi olmaz?

Hayatınızdan endişe ettikleri için olabilir mi?

... Devlet kendi zaafını kabul etmez. Hep güçlü devlettir! Ama bizim gördüğümüz manzara pek de öyle değildi! Keşke “Devlet güçlüdür” diyenlerin birisi de bizim yanımızda olup o hali görebilseydi. Benim konuşmamın pek etkisi olmaz. Çünkü ben Kürt’üm diye söylediklerime itibar etmeyebilirler! Bir devlet yalan söylemeye başlamışsa onun söylediğini çürütmekte zorlanırsınız. Bu, su bardağıdır. (Masadaki bardağı kaldırıyor.) Devlet, “Hayır, bu bir su bardağı değil” derse, ben nasıl çürüteceğim bunu?

Benim düşünceme göre cenazelerle ilgili devlet bilgi alamadı. Görüyor; ama bilgi alamıyor. Bu, bir devlet için çıkmazdır! “Ne yapacağız?” diye düşünmüş olabilirler. Kamuoyuna bir açıklama yapamıyorlar. Cenazelere ulaşamadıkları böylece anlaşıldı. Devlet, “Cenazelerime ulaşamadım” diyebilir mi? Diyemez. Güçlü devlet ya!