Fiili Durum: Özyönetim

Fiili Durum: Özyönetim

HDP’ nin Haziran (7 Haziran) seçimlerinde % 80’in üzerinde oy aldığı ilçe, mahalle ve semtlerde yaşayan Kürt halkı, seçimlerden hemen sonra yaz aylarında, yaşadıkları bu yerellerde fiili durum yaratarak “özyönetim” bölgeleri ilan etmişti. Hazirandaki milletvekili seçimlerinde istediği sonucu alamayan AKP iktidarının yönettiği devlet güçleri de bu fiili durumu bastırmak ve yenilgisinin asıl sebebi olan Kürtleri cezalandırmak için -12 Eylül faşizminin artıkları ile anlaşarak- aylardır, bu yerellerde sıkıyönetim ilan edip bütün özel birlikleri ve silahlarıyla, tankları ve toplarıyla, uçaklarıyla operasyonel planlı saldırılar düzenleyip, bu yeni yaşam deneyimlerini terörize ederek bastırmaya çalışmaktadır. Bu saldırılar, 1 Kasım seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, daha da şiddetlenerek devam edecektir.

Bu yaşananlar üzerinden Kürt Özgürlük Hareketi’ni eleştirmeye çalışanların (ki eleştirmek bir haktır), bu aralar sık sık dillendirdikleri soru şu: Şimdi zamanı mıydı? Bu tutum, köşeye sıkışmış AKP yönetiminin elini güçlendirmiyor mu? Sosyal şoven grupları bir kenara bırakarak, “zamanı mıydı?” sorusunu yönelten sol ve sosyalist kişi ve örgütlere biz de bir soru soralım: Şimdi değilse ne zaman? Yanıtını da yine biz verelim:

Bir ülke düşünün ki “erk”i elinde bulunduranlar, Ankara’ da (otoriter-tekçidevletin başkenti), Mart ayından bu yana “fiili durum” yaratarak (meclis Mart ayının sonunda kapatılmıştı) meclisi kapatmış, “yürütme, yasama ve yargı” organları tek elde toplanarak artık rejimin değiştiğini ilan etmişlerdir. Bu, öylesine operasyonel fiili durumdur ki burjuva devletin asıl sahipleri bile (ordu-bürokrasi-burjuvazi...) ya yaşananların vahametini anlayamamış ya da bu totaliter baskına boyun eğmiştir.

Ankara’daki bu fiili durum karşısında, “zamanı mıydı?” diye sormak yerine başkentte “tekçi yönetim” ilan eden bu anlayışa karşı, yerellerde “özyönetim” ilan eden bir halkı anlamaya çalışalım. Devletin artık yönetemediği, halkın % 90’ının da artık yönetilmek istemediği bu yerellerde, Ankara’ nın “tekçi yönetim” anlayışına karşı Kürt halkının fiili durum yaratması, hem siyaseten hem de zamanlama açısından oldukça doğrudur.

Diğer önemli bir konu da “hendekler” konusu. Yani, “öz savunma” alanlarıdır. Asıl hendekler (fiili olarak görünmüyor olabilir), önce “tekçi yönetim” tarafından Ankara’da kazılmıştır. Zayıflayan ve halktan korkmaya başlayan iktidar sahipleri, kendilerini korumak için, önce içte (meclisin çevresinde) hendekler kazarak (Marttan bu güne), Kürt’ lerin, sol ve sosyalistlerin seçtikleri vekillerin, yasama organı olan meclise girmelerini engellemeye çalışmış; ardından Ankara’nın çevresinde daha geniş ve büyük hendekler kazarak ezilen halkların, kadınların, emekçilerin; sol ve sosyalist örgütlerin Ankara’ ya girmelerini engellemeye çalışmışlardır.

Ankara’daki tekçi yönetim, bu sekiz aylık sürede, sadece bir kez içteki (meclis çevresindeki) hendekleri doldurarak milletvekillerini alalacele meclise doldurup “Savaş Teskeresi”ni onaylatmış, bir kez de dıştaki (Ankara’ nın çevresindeki) hendekleri doldurarak “Barış” isteyen beş yüz bin kişiyi Ankara’ nın içine çekip (Hiç engel çıkarmaksızın) bombalayarak halka: “Sakın bir daha barış, özgürlük, ekmek demeyin!”, “Bir daha Ankara’ ya gelmeyin!” demiştir.

Bu durumda, Kürtler vekillerini meclise gönderemeyecekse; emekçiler, işçiler, ezilenler Ankara’ya giremeyecekse; yani Ankara halkın ekonomik, siyasi ve yerel sorunlarını çözemiyorsa, bu olumsuz koşulların Kasım seçimleriyle de değişmeyeceği biliniyorsa yapılacak tek şey, halkın, yaşadığı yerellerde fiili durum yaratarak, kendi kendini yönetebileceği alanlar oluşturmasıdır. Kürtler bunu uygulamaya koydu. Onları eleştirmek yerine anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır.

Devrimci, demokrat ve sosyalist kişi ve örgütler, “Zamanı mıydı?” sorusu yerine, “Taktiksel mi, yoksa stratejik bir karar mı?”, “Türkiye’nin diğer bölgelerinde özyönetim modeli uygun mudur?”, “Uygunsa nasıl bir mücadele ile bu amaca ulaşılır?” sorularını dillendirirse daha doğru ve gerekli bir iş yapmış olurlar. Bizim yapmamız gereken asıl şey, bu soruları yanıtlamak için konuyu derinlemesine tartışmaktır. Değilse, Kürt Özgürlük Hareketi’ni eleştirmek “havanda su dövmek” anlamında bir kibirlilik emaresinden başka bir şey değildir.

Bizce, Kürt özgürlük hareketi bu kararı stratejik ve geri dönülemez bir karar olarak almıştır ve uygulamaktadır. Demek ki, buna olanak verecek koşulların olgunlaştığı tespitini yapıyor. Özyönetim ilan edilen il, ilçe ve bölgelerde, T.C.’nin Vali, Kaymakam, Emniyet Müdürlükleri, Mahkemeler, Nüfus idareleri, Vergi Daireleri, Devlet Hastahaneleri vs. gibi devlet kurumları ile öz yönetim kurumlarının “yan yana” olmasının nasıl sağlanacağı sorunu derinleştirilerek tartışılması ve netleştirilmesi gereken bir konudur.

TKP’nin program taslağında savunulan Federatif Sosyalist Cumhuriyet hedefi çerçevesinde, özerklik ve özsavunma bizce Marksist-Leninist açıdan anlam kazanıyor. Dolayısıyla bize uzak ve yabancı bir hedef değil. TKP, bu olguyu merkezi sosyalist devlet yapılanmasının modeli olarak tanımlıyor. Bu amacın Kürt özgürlük hareketi açısından, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde koşulların olgunlaştığı bölgelerde bugünden uygulanmaya başlaması konusu, yukarıda belirttiğimiz konuların da ışığında yapıcı olarak tartışılması gereken bir olgudur ve uygulanabilirliği ele alınmalıdır. Bütün mesele Türkiye’nin geneli açısından, Türkiye İşçi Sınıfı’nın devrimci hareketinin ve demokrasi, sosyalizm güçlerinin bu örgütlülük düzeyine ve mücadele yeteneğine kavuşmuş olup olmaması sorunudur. Bizce, kavuşmuş olsaydı bu konu tartışma konusu dahi olmaz ve mümkün olan her yerde uygulanmaya başlanırdı. Kürt Özgürlük Hareketi de bölgede bunu gerçekleştiriyor.


Konuyla ilişkili diğer makaleler