Gençlik ve Seçimler

Gençlik ve Seçimler

14 Mayıs seçimlerinde resmi verilere göre, yaklaşık 65 milyon seçmen oy kullanacak. Ve bu seçmenlerin 4 milyon 904 bin 672’si ise ilk kez oy kullanacak gençlerden oluşuyor. 18-27 yaş aralığındaki seçmen sayısı 13 milyon civarında. Medyada popülerleştirilerek X, Y, Z kuşakları diye kategorize edilmeye çalışan gençlerin seçimlerde nasıl bir “seçmen davranışı” göstereceği, elbette partilerin seçim stratejilerinin temel konusu. Bu konuda birçok araştırma yaparak, genç seçmenlerin ilgisini çekecek vaatler geliştirilmeye çalışılıyor.

Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de yaşayan gençlerin yüzde 48’i Türkiye’yi az gelişmiş ya da gelişmemiş bir ülke olarak görüyor. Gençlerin yüzde 82’si gelir dağılımının eşit olmadığını düşünüyor. Yüzde 64’ü işe alımlarda liyakatin esas alınmadığını düşünüyor. Yüzde 82’si herhangi bir STK üyesi değil, yüzde 56’sı politikacılara güvenmiyor.

Bu veriler toplumun diğer kesimlerinin eğilimleriyle benzerlik gösteriyor. Dolayısıyla bu verilerin gençliğin eleştirilerini ve beklentilerini tam olarak yansıttığı düşünülmemelidir. Anketlerden çok sosyolojik çalışmalara daha fazla dikkat kesilmek gerekiyor. Bu noktada öncelikle, öncesi bir tarafa son 20-30 yılımızda hangi normların toplumsal ilişkilerde hâkim olduğuna bakmak gerekir. Ve toplum her zaman farklı stratejilerinin birbiri üzerine etkide bulunduğu bir siyasal mücadele alanı olduğuna göre, bu mücadeledeki farklı aktörlerin ne kadar güçlü, etkili olduklarına bakmak gerekir.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de topluma hakim olan normlar, ekonomiden eğitime, “insan kaynakları”na kadar sirayet eden neoliberal normlardır. Neoliberal normlar kısa vadelilik, anı yaşa, projecilik, süreksizlik, parçalılık, gevşek bağlar, rekabetçilik, bireycilik, belirsizlik ve geleceksizlik olarak sıralanabilir. Gençlerin büyük kısmının okulda, diğer kısmının işçi ve işsiz olarak yaşadığına göre, bu neoliberal normların onların da bugüne ve geleceğe dair algı ve düşüncelerini etkileyen temel faktörler olarak görmeliyiz.

Özellikle lise ve üniversite gençliği açısından eğitimin işlevi, içeriği bu açıdan çok önemli olduğunu biliyoruz. Eğitim, toplumda iyi bir iş sahibi olmak, sınıfsal olarak durumunu değiştirmek açısından hem ideolojik, hem yönetim tekniği hem de somut bir işlev görüyor. İşçi sınıfı ve emekçiler açısından çocuğunun eğitim sayesinde gelir düzeyi yüksek bir işe kavuşması en temel yatırımdır. Neoliberal eğitim politikası da, eğitimi bir kamusal hak olmaktan çıkararak, rekabet normunun gereği olarak piyasalaştırmıştır. Zengin olmak, daha iyi koşullarda yaşamak için aile ve/ya kişi kendine “yatırım” yatırım yapmalıdır, eğitim bir hak değil, bir yatırım aracıdır. Neoliberal yönetimin bir ilkesi olarak geliştirilen Kamu-Özel İşbirliği hukuku/normu okullarında da “şirket-okul işbirliği” şeklinde üretilmiştir. “Kişisel gelişim” diye bir piyasa yaratılmıştır. Okulların sosyal bilimler alanları gelecek vaat etmeyen bölümler olarak içi boşaltılırken teknik bölümler, mühendislikler vb. üniversitenin tamamı haline getirilmeye çalışıldı.

Eğitimin, bu genel durumuna rağmen, Türkiye’de işlevini de oynayamadığı açıktır. Eğitimin bilimsel, laik ve demokratik bir nitelik taşımaması, sürekli yap-boz tahtası olması bir yana, özellikle 2016’da AKP ile eğitim alanında büyük bir kadrolaşma ve hakimiyete sahip olan Fethullah Gülen Cemaati arasındaki çatışma sonrasında oluşan durum, eğitimin sürdürülemez hale getirmiştir. Çalınan sorular, iptal edilen sınavlar, cemaatlerce basılan kitapların yarattığı güvensizlik, KHK’larla binlerce öğretmen ve öğretim görevlisinin işten atılması, pandemi ve en sonda depremde olduğu gibi herhangi bir toplumsal çalkantı anlarında eğitimin tatil edilmesine kadar bir sürü sorun eğitim sistemini düzen için bile işlemez hale getirdi. Fırsatı yakalayanın yurtdışına gitmesi ya da gitmek için fırsat kollaması bu açıdan gayet normal.

İktidarın “her okul bitirene iş bulmak zorunda değiliz” söylemi de tam bir neoliberal normu ifade ediyor. AKP iktidarı, kamu ve özel sektörde iş bulma mekanizmasını kendi parti büroları üzerinden, tarikatlar ve başkaca örgütlenmeler üzerinden toplumu örgütlemek için kullanmada büyük başarı elde etti. Yandaşı olmayan kurumlar üzerinde hatta Avrupa Birliği fonları ile çalışan “sivil toplum örgütleri” alanında bile bütün mali kaynakları denetlemek ve kendine yandaş üretmek için baskı yaptı.

“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” onaylamasında da görüleceği gibi AKP’nin başarısının temelinde neoliberal normları toplumun sağduyusu ile birleştirerek kabul ettirmesinde yatıyor. AKP sadece kendisi çalmadı, herkese kamu kaynaklarını çalmayı öğretti, teşvik etti. KOSGEB, Bölgesel Kalkınma Ajansları, ucuz krediler vb. yoluyla herkesin girişimci olmasını teşvik etti. Ve bunda da başarılı oldu.

Türkiye’nin içinde debelendiği ekonomik ve siyasi koşulların bir avuç iktidar hanedanının ve burjuvazinin dışındaki hiç kimseye gün yüz göstermediği ve gelecek vaat etmediği açık. Gençler bakımından da en güzel yıllarının içi boşaltılmış, bir o kadar da hiçbir gelecek vaat etmeyen eğitim kurumlarında yarış içinde geçiyor olması, büyük bir depresyon üretiyor. Herkes gibi gençler de bütün umutlarını, arzularını geleceğe erteliyor. Ama gelecek de, en azından yakın geleceğin de onlara hiçbir şey vaat etmediğini görüyorlar. Hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak Türkiye’nin öyle birkaç yılda düze çıkmayacağının farkındalar. Ayrıca daha küresel konular olan iklim krizi gibi faktörler de var.

Kuşkusuz bütün bunlar, ciddi birer mücadele alanı... Gençlerin içine sokuldukları bu cendereye rağmen, sık sık okullarda, sokaklarda öfkelerini, taleplerini haykırdıklarını gördük. Kobane için dayanışma eylemleri yapan ve Suruç’ta IŞİD katliamına maruz kalan gençler, ODTÜ’lülerin Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanları Gökçek ve şimdi de Mansur Yavaş’ın yol projelerine karşı eylemleri, Boğaziçililerin kayyum rektöre karşı eylemleri, “Barınamıyoruz” diyenler, okullardaki cinsel taciz ve şiddete karşı mücadele eden genç kadınlar, vb. Elbette Gezi’nin kahramanlarının da gençler olduğunu ölümsüzleşenlerden biliyoruz.

Bütün bu mücadelelerin en önemli bileşeni Kürt gençlerinin mücadelesinden bahsetmek gerekir. Kürt özgürlük hareketinin en dinamik kesimi olan Kürt gençlerinin Newrozlarda, HDP mitinglerinde ve gençlik meclisi çalışmalarında kendini gösteren kitleselliği sürekli polis terörü ile bastırılmaya çalışıldı, çalışılıyor.

Bu direnç noktalarına karşın, gençlerin yaşadığı sorunları anlamada, onların öfkelerini, tepkilerini örgütlü bir mücadeleye dönüştürmekte başarılı olunmadığı açık. Dönem dönem bazı gençlik gruplarında artışlar görülse de bunlar kısa sürede sönümlenmektedir. Gençlerin apolitik gibi görünmesi, neredeyse yarım asırdır siyasetin ve örgütün aşağılanmasının beyinlerde yarattığı iğfalin olduğu kadar mevcut politik yaklaşımlara, örgütlere karşı bir siyasal tutum olduğunun da altını çizmek gerekir. Partilerin ve örgütlerin, gençlerin umutsuzlukları, dertleri ile hemhal olmak, isyanlarını paylaşmak yerine siyasetin ağır konularında görevler üstlenmeleri bekliyor. Keskinleşen çelişkiler, sertleşen mücadele koşulları içinde “dost-düşman” ikilemine tabi kılınıyor. Bu kontrast içinde gençlerin genç olmaya imkanları ve zamanları kalmıyor. Örgütlenme araç ve biçimlerde, söylemlerde değişikliğe gitmek kadar değişim ve dönüşüm için zaman faktörünü de hesaba katan stratejiler geliştirmek gerekiyor.

14 Mayıs seçimlerinde ilk kez oy kullanacak 4 milyon 904 bin 672 gençlerin kararlarının gerçekten de seçim sonucuna önemli bir rol oynayacağı kesin. Gençlerin özellikle üniversite ve işçi gençlerinin içinde bulundukları karamsar tablonun onları otomatik olarak muhalefete yönlendireceğini düşünmek son derece spekülatif bir beklenti. Aksine gençlerin siyasete olan güvensizlikleri, yaşadıkları ekonomik vb. sorunlar onları kısa vadeli bireysel planlara yönlendiriyor. Örgütlülük olmadan, kendiliğinden bu durumdan çıkış mümkün değil.

İlk kez oy kullanacak seçmenlerin önemli bir oranı (bazı araştırmalarda 2 milyondan fazla) Kürt gençleri. Türk egemenlerin karabasanı olan “kıvırcık saçlı, esmer” Kürt gençleri iktidarın da hedefinde. Özel savaş teknikleri ile HDP’nin örgütlenmelerini dağıtmak için elinden geleni yapan iktidarın uyuşturucu başta olmak üzere her türlü çürütme aracının devreye sokularak Kürt gençlerini düşürmek için elinden geleni yaptığını biliyoruz. Bütün bunlara rağmen eylemlerde ve Newrozlarda gençliğin mücadele azmini gördük, görüyoruz.

Eğitimden etnik ve kültürel kimliğinden kaynaklanan farklı sorunlarla çoklu bir öznellik gösteren gençlerin siyasete olan ilgilerinin kuvvetlendirilmesi kolay bir mesele değil. Onlara sadece “gelecek” vaadinde bulunmak da etkisiz. Çünkü geleceğe gitmeden bugün gençliklerini yaşamalarını istiyorlar. Bilimsel, laik, demokratik eğitim hakkının güvenceye alınması, işsizlik, iletişim, seyahat gibi bazı temel ihtiyaçlarının ailelerine yük olmadan sağlayabilmeleri gibi beklentilerinin sahiplenilmesi onlar için çok önemli. Fakat bununla yetinmemek gerektiği de çok açık. Gençlere bedava internet kotaları gibi vaatler onları sadece keyfine bakan sorumsuz ergenler muamelesi yapmak olur. Oysa asıl vaat, birey olarak güvende hissetmenin tek yolunun birtakım kolektif faaliyetlerden ve aidiyetten geçtiğini göstermek. Özellikle deprem sonrasında, bireysel çabaların, niyetlerin ne kadar acziyet yarattığını hep birlikte deneyimledik. Deprem karşısında bir kişi olarak ne yapabilirsin ki; dolabındaki eşyaları paylaşmak, koli taşımak vb. dışında. Ancak örgütlü olduğun zaman böylesi felaketler anında değerli bir çalışma içinde olabileceğimizi hep birlikte gördük.

Gençlerin eğitim, sağlık, barınma, iletişim hakları için mücadele ile “devrim hakkı” için mücadeleyi bir ve aynı anda yapmak gerekiyor. Bunlar arasında öncelik-sonralık ilişkisi kurmak yerine hepsinin farklı araç ve biçimlerle örgütlenmek gerekiyor. Dünyadaki gençlik hareketlerindeki örgütsel çeşitliliğe rağmen bizde sadece parti ve örgütlerin gençlik kolları ile sınırlı bir alan var. Sorunların ağırlaşması, krizin derinleşmesi ile örgütsel araçların tek tipleşmesi arasındaki ilginç bir paralellik var. Gençlerin farklılaşan sorun ve taleplerini hiyerarşik olmayan biçimde ele almak, geleceğe ertelememek ve buna uygun çeşitlilikte araç ve biçimler geliştirmek gerekiyor.

14 Mayıs seçimleri genel olarak “tarihsel bir an” olarak ele alınıyor olsa da, öncesi, esnası ve sonrası biçiminde bir süreç olarak düşünmek en doğrusu. Seçimlerin sonuçları ne olursa olsun önümüzdeki birkaç yılın da çalkantılı geçeceği kesin. Sistemin geleceğe ertelenen talepleri bu süreçte karşılama imkanının olmadığı açık. Cumhur İttifakı’nın zaten artık hiçbir vaadi yok. Ama Millet İttifakı’nın da bütün “hesap soracağız” “bahar gelecek” vaatlerinin aldatmacadan ibaret olduğu açık. Açık olan tek şey, seçimlerden sonra ekonomik “acı reçete”, burjuvazi içinde iç çatışmalar…

Bütün bu çalkantılar içinde daha kötü bir duruma düşmemek için tek yol örgütlü olmak. Bekleme koridorundan çıkmak, harekete geçmek.


Konuyla ilişkili diğer makaleler