Gorbaçov Ve Çöküşün Anatomisi - İkinci Bölüm: Kaosun Özneleri Ve Gelişimi

Gorbaçov Ve Çöküşün Anatomisi - İkinci Bölüm: Kaosun Özneleri Ve Gelişimi

SSCB ArmasıOluşmuş Farklı Ajandalar

Yukarda tespit edilen son derece doğru ve haklı hedefleri “kim gerçekleştirecek” sorusuna cevap ararken, ülkedeki belli başlı siyasi – ekonomik kesimleri ve oyuncuları teşhis etmek gerekir:

  1. Parti aygıtı: Geçen yazımızda belirttiğimiz, ve bu yazının başında da Andropov’un üzerine cesurca gittiğini bildirdiğimiz “yolsuzluk” olgusunun, aslında sadece buzdağının gözüken ucu olduğunu cesurca tespit etmeliyiz. Zira yolsuzluk ve rüşvet, temelde yanlış olan (ya da yanlış hale gelmiş) bir siyasal yapılanmanın, Parti-devlet-ekonomi bütünleşmesinin nahoş (ve kaçınılmaz!) ürünüdür. Tekrarlayalım: Parti komiteleri, en ufak mahalleden şehir ve cumhuriyet yönetimlerine kadar bütün siyasal-ekonomik ve sivil örgütlenmeleri belirleyen, gücünü halkın saygı duyduğu “devrimin ve Marksizm-Leninizm’in tek temsilcisi olma” iddiasından alan, yasal yetkisi olmasa da anayasadaki “Partinin önderliği” karinesine sığınarak tüm kilit noktalara kadro atayabilen, her kademede bütün siyasal-ekonomik-kültürel yaşantıyı belirleme ve idari yapıyı dizayn etme gücüne sahip yapılardı. Yolsuzluk olgusu ise, bu muazzam ve kontrol edilemez gücün kişilerde yol açtığı münferit savrulmalardan başka bir şey değildi ve bir parti aygıtında hiçbir yolsuzluk yapılmasa bile, kilit idari-ekonomik pozisyonlara halkın onayı veya gerekli liyakat kriterlerini sorgulamaksızın “kendi uygun gördükleri” kadroları atayabilme yetkileri bile tek başına yanlış ve çarpık bir duruma işaret ediyordu. En ufak mahalle komitesinden SBKP MK’ya kadar uzanan böylesi bir işleyiş içinde şekillenmiş ve bunu varlık biçimi haline getirmiş kadroların “Sovyetlerin gücünü artırmak”, “partinin kimi yetkilerini Sovyetlere devretmek”, “fabrikalarda herkesin seçimle göreve gelmesini sağlamak” gibi hedefler için parmağını dahi kımıldatmayacağı açıktır! Nitekim olan da bu olmuştur. Genel olarak Sovyet ve dünya kamuoyunda umut ve heyecan yaratan bu “taban demokrasisi”ne yönelik düzenlemeler için parti aygıtı açıkça (yaygın deyimle) “kambura yatmış”, Gorbaçov’un bu hedefleri ilan etmesinden sonraki 2-3 sene boyunca bu hedefler için tek bir adım dahi atılmamıştır. Parti aygıtının büyük bir kısmı, kendi gücü için tehdit olan bu düzenlemeler için herhangi bir şey yapmamış, beklemeye girmiş, tıpkı 1930’larda Stalin’in “Kartları Yenileme (Proverka)” kampanyasına direndiği gibi, pasifliğe yatarak ”rüzgârın geçmesini” ya da Gorbaçov’un tökezlemesini beklemeye başlamıştır.
  2. İşletme yöneticileri: Lenin zamanında fabrikalarda benimsenen “tek adam yönetimi” Stalin döneminde de devam etmiş, ancak tüm Sovyet tarihi boyunca işletme yöneticileri ile onları “kontrol etmek” isteyen parti aygıtları arasındaki çekişme ülkenin temel meselelerinden bir olmuştur. Parti aygıtlarını işletmelere “önderlik etmesi” hedefi, bazen gerçekten Partiden gelen doğru ve yaratıcı teknik önerilerle işletmelerin önünün açılmasını sağlamış, ancak çoğu zaman da (işletmeler açısından) “üretime gereksiz dış müdahale” olarak algılanmış ve tartışma konusu olmuştur. “İşletmelere kendi iç işlerinde daha fazla özerklik verilmesi” ta Brejnev zamanında Kosigin’in kişiliğinde somutlaşan bir eğilim haline gelmiş, öte yandan da partinin müdahalesinin işletmelerin (parti tarafından temsil edilen) ülkenin bütünsel siyasal-ekonomik gerçeğiyle uyumu sağlayacağı gerekçesiyle bu müdahale ve yetki korunmuştur. Bu sanayi yöneticileri kesiminin, Partinin direkt fiili müdahalelerinden rahatsızlık duymakla birlikte, 60 yıl boyunca fabrikaları yukardan sert bir hiyerarşi sayesinde yönettikleri için “işçi denetimi” ya da “fabrikada her yönetici kademenin seçimle gelmesi” gibi yaklaşımlara da sıcak bakmadığı açıktır. Gorbaçov döneminde “işletmelerin kendi kendilerine yeten verimli yapılar haline gelmesi” şiarıyla öne çıkan, ancak kökü 1960’lara uzanan bir “manager’lar sosyalizmi” düşüncesi, sanayi yöneticilerinde güçlü bir eğilim olarak ortaya çıkmıştır. Başta mantıklı gözüken bu yaklaşımın yıkıcı sonuçları, aşağıda ele alınacaktır
  3. Yeraltı ekonomisi: Önceki yazımızda, üretilen malların kalitesizliği yüzünden “tamir ekonomisi” olarak başlayan, ancak gücü giderek artan bir yeraltı ekonomisinden bahsetmiştik. Tüm sosyalist siteme bir virüs gibi yayılan bu olgunun en güçlü olduğu yerler Kafkas cumhuriyetleri ve Doğu Avrupa (özellikle küçük teşebbüslere yasal izin verilen Macaristan) oldu. Gorbaçov’un yakın arkadaşı ve KGB yöneticisi Eduard Şevardnadze büyük bir kararlılıkla Gürcistan’daki yozlaşmanın üzerine gitmeye başladığı günlerde, makam arabası havaya uçuruldu! Yerel parti-devlet yöneticileriyle de bütünleşmeye başlayan bu mafyanın kendine güveni ve cüreti bu noktaya varmıştı. Merkezden uzak cumhuriyetlerde bunlar olurken sistemin bağrında, Moskova’da, Batı kaynaklı her türlü tüketim malına rahatça erişebilen bir “lüks tüketici” kesim boy göstermeye başlamıştı. Denetim gücünün büyüklüğüne yukarda değindiğimiz Parti’nin ve Parti aygıtının (en azından belli kesimlerinin) desteği olmadan bunların gerçekleşemeyeceği aşikârdır.
  4. Emekçi Halk: 1980’lerde emekçi halkı siyasi bir oyuncu olarak tanımlamak mümkün değildir. 1950 sonrasında işçi sınıfı ve emekçi halk asla bağımsız, özerk bir siyasal taraf olmamış, içindeki ileri unsurları devrettiği Parti’nin takipçisi olmanın ötesine geçememiştir. 1950 sonrasında (kanlı bir istisna olan Novoçerkask olayları dışında) “sokağa dökülmek” “hükümetin şu ya da bu uygulamasını protesto etmek”, “hükümeti geri tavır almaya zorlamak” gibi olaylar Sovyet politikasında söz konusu değildir; o yüzden ne yazık ki, işçi ve emekçileri bağımsız bir “oyuncu”, bir “taraf” olarak tanımlamak mümkün değildir. Onların siyasete dahli sadece izleme, ve gazetecilere görüş bildirme seviyesini aşamamıştır.

Buna rağmen, işçi ve emekçilerin beklentileri neydi? Bunlar tüketim mallarına rahat erişim, mallardaki kalitesizliğin bitmesi, seyahat özgürlüğünün artması gibi günlük yaşantıya ilişkin doğal ve haklı beklentilerdi. Ancak önceki yazımızda belirttiğimiz olgu gözden kaçırılmamalıdır: Brejnev dönemi, siyasi aygıttaki yozlaşmaya olan tepkiyi hafifletmek için tüketimi artırmayı ve kolaylaştırmayı temel başarı kriteri haline getirmiş bir dönemdi ve 10 yıldan fazla süren bu durum, emekçilerde siyasal yaşama ilişkin beklenti ve tepkilerini köreltip tüketime ilişkin beklentileri ve hassasiyetleri keskinleştiren bir kafa yapısı yarattı. Bu, bürokratik yapının emekçi halkta yarattığı deformasyondu. Bir yandan siyasette (parti ve onun “iletişim kayışı” olarak görülen resmi kitle örgütleri dışında) bağımsız bir taraf ve güç olamayan, öte yandan da tüm algı ve hassasiyetleri ağırlıklı olarak politikaya değil de tüketime odaklanmış bir emekçi kesim, daha sonra tüm dünya komünistlerine “sürpriz” gibi gelen 2 olguyu daha net anlamamızı sağlayan temel unsurdur: Birincisi, Yeltsin, ya da Nazarbayev gibi politik planda sosyalizmi hiçe sayacak  popülist liderlerin hızla kazanacağı kitle desteği; ikincisi de 1991’de kızıl bayrak Kremlin kubbesinden indirilip çöpe atıldığında tüm dünyanın şahit olduğu devasa, utanç verici sessizlik ve pasiflik.

Bu ajandaları ve olayların gelişimini gene 3 düzeyde, siyasi, ideolojik ve ekonomik seviyeler açısından inceleyelim.

Siyasette Kaosun Başlangıcı: 19. Parti Konferansı

SBKP’de “siyasi kararlar alınan, ancak organlara seçim yapılmayan genel toplantı” olarak Parti Konferansı en son 1939’da 18. Parti Konferansı olarak gerçekleşmiş, 1952’deki Tüm Birlik Komünist Partisi (Bolşevikler) kongresinde (ki parti burada SBKP adını almıştır) Parti Konferansı işleyişi iptal edilmiştir. Buna rağmen, girilen yeni dönemde partinin ideolojik ve politik yaklaşımlarını tartışmak ve olgunlaştırmak üzere Gorbaçov yönetimi 1988’de 19.Parti Konferansını toplamaya karar verdi.

Konferans doğal olarak partide uzun süredir devam eden teorik-politik “ölü toprağı”nı silkelemek, yeni açılımlar geliştirmek ve partide yeni dönemin görevlerine ilişkin, üzerinde ortaklaşılmış net hedefler oluşturmayı amaçlıyordu. Ancak ortaya çıkan manzara, toparlanması zor bir kargaşanın başlangıcı oldu.

ABD hakim sınıflarının gerici dergisi Newsweek, 19. Parti Konferansı için “Moskova’daki Free for All” deyimini kullandı. (free for all: “herkese açık”: Kovboylar döneminde Teksas’ta herkesin herkese yumruk yumruğa giriştiği bar kavgaları için kullanılan deyim). Kruşçev döneminden beri (neredeyse 30 yıldır) bastırılmış tartışmaların, ezop diliyle yazılmış MK bildirilerinin ardından açık tartışmanın önü açıldığında, kırk kafadan kırk sesin çıkması engellenemedi. Bu manzara sadece (her komünistin özlem duyduğu) canlı ve yaratıcı bir “çokseslilik”in epey ötesinde, yukarda ana hatlarını çizdiğimiz ve uzun süredir gölgelerde ve sessizlik içinde oluşmuş “farklı ajandaların” varlığını ortaya koydu.

R. Reagen ve M. GorbaçovKendine “reformcu” diyen bir dizi delege Stalin dönemi baskılarını gündeme getirdi ve bunları mahkûm etmeyi temel görev olarak tanımladı. Buna karşı “muhafazakâr” olarak tanımlanan delegeler sosyalizmin tarihsel kazanımları konusunda yaratılan kuşku ve bulanıklığa karşı çıktı. Sovyet Yazarlar Birliği Başkanı Yuri Bondarev “Burada tarihimizdeki değerli ve büyük olan her şey karalanmaya ve yok edilmeye çalışılıyor” diye sert bir çıkış yaptı, ancak bu çıkışı (“zamanın ruhu” çerçevesinde) “Brejnev’cilik” olarak anında karalandı. O sıra Ermenistan yönetimi tarafından kışkırtılan Karabağ sorunu dolayısıyla Ermeni ve Azeri delegeler tartıştılar; Gorbaçov’un Ermeni delegenin mikrofonunun sesini kapatması da kâr etmedi. Ancak daha ilginci ve önemlisi, toplumda birikmiş sorunlar üzerinden prim yapmak isteyen ucuz politikacı tipi olarak Yeltsin olayı idi.

Moskova Parti Sekreteri ve Politbüro üyesi olan Yeltsin, Moskova’daki karaborsacılığa, el altından satılan tüketim mallarına karşı “flaş” eylemler yaptı, depoları bastı, görevlileri tutuklattı, daha da ileri giderek, şoförü gelmeyen bir otobüsün direksiyonuna geçerek vatandaşları gidecekleri yerlere ulaştırdı. 19. Parti Konferansı’nda Gorbaçov kendisine söz verdiğinde “ Özel mağazaların (sadece KP üyelerinin alışveriş yapabileceği mağazalar - SD) kapatılması gerektiğini, “özel” sözünün ve ayrıcalıkların biz komünistlere hiç yakışmadığını(1)  söyleyerek büyük alkış topladı! SSCB için birer “ilk” olan ve hem şaşkınlık, hem de sempati yaratan bu eylem ve sözler, aslında kendi başına sivrilmek isteyen hırslı bir politikacının ucuz popülizmiydi. Büyük ihtimalle yaptığı “flaş” müdahaleler önceden ayarlanmıştı, söylediği sözlerin ardında hiçbir sağlam komünist duruş yoktu, ama Brejnev döneminde politik algıları ve refleksleri fakirleşmiş emekçiler nezdinde ciddi puan topladı. Bu politikacı prototipini başka örnekler izlemekte gecikmeyecekti.

Sosyalizmin Bir İdeoloji Olarak Gözden Düşmesi

Bu manzara içerisinde, parti aygıtının Gorbaçov’un başta belirttiği “katılımcı demokrasi” hedeflerine (yıllar önce Stalin’in benzer önerilerine ve Kruşçev’in bazı yaklaşımlarına) gösterdiği direnç netleşince Gorbaçov farklı bir yola girdi. Bizzat bu direnci gösteren köhnemiş parti aygıtını kitleler nezdinde teşhir etmek ve yıpratmak için ideolojik planda bir kampanya başlattı. Ancak hemen hemen tüm Stalin sonrası Sovyet liderleri gibi, Gorbaçov’un da Marksizm kavrayışı da zayıf ve yüzeyseldi ve giriştiği kampanya ile sadece sorunları değil, temel devrimci değerleri de tartışılır kıldı.

Müflis Yahudi eski defterleri karıştırır” sözü malumdur. Gorbaçov da partide teşhis ettiği “muhafazakârlığı” kırabilmek için geçmişi, Stalin dönemindeki sorunları deşmeye başladı. Meşhur ve malum “Kirov cinayeti” yeniden soruşturuldu ve Stalin aleyhine delil arandı. 1937 tasfiyelerinde suçsuz yere kurban edilen komünistleri temize çıkarma adına tüm tasfiye süreci sorgulandı ve tüm hatalar bir liderin (Stalin’in) iktidar hırsı ve obsesif kuşkularına indirgendi. O dönem yapılmış yasadışı infazlar (Kırgızistan’daki Çon Taş vakası gibi) açığa çıkarıldı ve kurbanlar için anıt dikildi. Son derece dikkatle ve Marksist bir hassasiyetle ele alınması gereken bir konuda Gorbaçov, cehennemin kapılarını açtı.

Niçin “dikkatli olunması gereken bir konu” idi bu? Çünkü Stalin dönemi sadece “parti birliği” adına halka ve komünistlere karşı işlenmiş (bizzat Stalin’in de kullandığı deyimle) cinayetlerin değil, aynı zamanda olağanüstü bir yığınsal atılımın, sosyalizm adına emekçilerin yaptıkları fedakarlıkların ve bu bilinçli fedakarlıklarla devasa bir endüstri ve teknik yapının kurulduğu bir zafer dönemiydi, ve sorumsuzca yapılan genelleştirmeler, tüm bir dönemi (bir liderin kişiliği üzerinden) karalamaya ve orada egemen olan sosyalist değerleri gözden düşürmeye yöneldi. Burada Gorbaçov’a temel destek parti içindeki sağ unsurların yanı sıra, parti dışındaki liberal entelektüellerden geldi. Tarihçi Afanasiyev “SSCB’de asla sosyalizmin var olmadığını, var olan rejimin sadece bir tür “kışla komünizmi” olarak adlandırılması gerektiğini” söyledi. Çıkardığı “Ogonyok” dergisiyle ciddi taraftar toplayan gazeteci Vitali Korotiç, devrimi, planlı ekonomiyi, sosyalist ideolojiye bağlılığı, partiyi, kısaca bir dizi komünist değeri açıktan açığa topa tutan bir yayın politikası izledi ve Gorbaçov yönetiminden dolaylı destek sağladı.

“Bürokrasiyi silkelemek” adına Gorbaçov’un başlattığı ve dolaylı-dolaysız destek olduğu bu sağ rüzgâr, parti üzerinde umulan etkiyi yarattı mı? Bu soruya cevap vermeden önce “Parti” dediğimiz yapının iki farklı kesimini ayırt etmemiz gerekir. Birincisi, devletle bütünleşmiş, yönetici yetkileri sahip kadrolardan oluşan “yönetici partililer”, ikincisi ise işçi sınıfı ve emekçi halk içinde, üretimde yer alan, partiye ideolojik-siyasi bir tercihle katılmış olan ve devlet aygıtında yönetici bir yetkisi olmayan tabandaki partililer. İkincisi üzerinde bu kampanyanın son derece olumsuz etkileri oldu. Yıllar boyu samimi şekilde inandıkları değerlere bu kadar açıktan saldırı yapılması ve saldırılara hak ettikleri karşılığın verilmemesi ciddi bir moral bozukluğu yarattı 1989-91 tarihleri arasında 2,9 milyon üye partiden istifa etti. (2) 1988’den önce halkın %70’i SBKP’ye güven duyarken, 1990’da bu oran %20’ye geriledi (3). Aslında toplumun ortak vicdanı, ruhu ve moral çimentosu olan parti tabanı erimeye başlamıştı.

Birinci, yani yönetici kesime ise hiçbir şey olmadı. Onların arasından sosyalizme samimi olarak inanan kadroların oranı düşüktü ve onlar açısında Sovyet toplumunun tarihsel devrimci değerlerine yapılan ve güç kazanan bu saldırının tek sonucu oldu: Artık gitgide zayıflayan ve gözden düşmeye başlayan sosyalist ideolojinin, kendi iktidarlarını ve güç ilişkilerini koruyabilmek için arkasına saklanılabilir bir olgu, “kullanışlı bir maske” olmaktan çıkmasıydı.

Brejnev döneminde ciddi şekilde zayıfladığına değindiğimiz sosyalizmin ideolojik hegemonyasının Gorbaçov döneminde tümüyle yitirilmesi, çöküşün temel faktörü ve amili oldu. Bu noktadan sonra bir çöküşü ve çözülmeyi açıkça hisseden birinci kesim, yani partinin yönetici kadrolarının bir kısmı sessiz kalarak, sosyalizm için parmaklarını dahi kımıldatmayarak ortadan çekildiler. Ancak büyük bir kısmı ise, öngördükleri çöküş sonrasında güçlerin korumalarını sağlayacak yeni arayışlara ve formüllere yöneleceklerdi.

Bu da esas olarak, sosyalizm yerine en doğal ve ucuz “birleştirici” olan yerel milliyetçilik, ve onunla harmanlanmış kapitalizmdi.

Ekonomi: Özyeterlilik (Hozraşçiyot) efsanesi ve sonuçları

Kruşçev döneminde “maliyet, kâr, piyasa mekanizmaları” gibi unsurları öne çıkaran Prof. Liberman’ın yaklaşımları, Gorbaçov döneminde yeniden ısıtılıp ortaya sürüldü; bu sefer öne çıkan ve Batı basınıyla Yeni Sol’un parlattıkları “harika çocuk” Gorbaçov’un ekonomik danışmanı Aganbegyan oldu. Aganbegyan’ı New Left dergisi, bir tür yeni ekonomik deha” gibi lanse ederken Türkiye’de Yalçın Küçük onu “herhangi bir YÖK üniversitesinde bile öğretim üyeliği yapamayacak kadar cahil biri” olarak nitelemişti!. Perestroyka döneminin ekonomik yaklaşımının ana hatları şunlardı:

  • Sovyetler Birliği’nde fiyatlar devlet tarafından saptanan (ve sübvanse edilen) suni fiyatlardır. Özellikle hammadde ve yakıt fiyatlarının ucuzluğu, işletmelere bu konuda hovardaca tüketim yapmalarına imkan vermekte, örneğin enerji kullanımını minimize eden teknolojilere gerek duyulmamasına sebep olmaktadır.
  • İşletmelerde ciddi kayıplar vardır. Bu yüzden her işletme ciddi bir maliyet muhasebesine girişmeli, maliyetleri düşürmeli, verimliliği ve kârı artırmalıdır.
  • Bu doğrultuda tam yetkilendirilmiş işletme yöneticileri, “özyeterlilik” ilkesini uygulayarak devletin sübvansiyon ve desteğinden bağımsız hale gelmelidir. Her işletmede özyeterliliğin hayata geçmesi, ekonomideki hantallığı ortadan kaldıracaktır.

Bu yaklaşım ilk aşamada herkese makul ve mantıklı gelmekle beraber, sağlıklı bir marksist bakışla bakıldığında 2 adet “alarm çanı” çalıyordu:

  1. Öncelikle “kâr, zarar, maliyetleri minimize etme… vs.” gibi kavramlar, sosyalizmin değil kapitalist ekonominin “yıldız” kavramlarıdır. Sosyalist bir işletmenin temel hedefi, halkın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri gerekli nitelik ve nicelikte, yani talep edilen miktar ve kalitede sunmaktır. Bunu yaparken (sürekli olmamakla birlikte) bu mal ve hizmetleri halka maliyetin altında fiyatlarla, yani devlet sübvansiyonuyla da sunabilir ve bunda (süreklileşmemek kaydıyla) sosyalizm açısından yanlış ya da prensiplere aykırı hiçbir şey yoktur. Sosyalist bir işletmenin “kâr” diye bir hedefi yoktur, olamaz.
  2. “Maliyetleri minimize etme” makul gözükmekle birlikte, genel olarak ekonomide “maliyet” kalemine giren en önemli girdinin “işçi ücretleri” olduğu unutulmamalıdır. Tam yetki verilmiş işletme yöneticilerinin, maliyetleri düşürürken işçi ücretleri üzerindeki tasarruf yetkisi ne olacaktır? Burası belirsiz bırakılmıştır. Hammadde kullanımını optimize eden rasyonel yaklaşımların ve yeni teknolojilerin teşvik edilmesi fikri doğru ve yerindedir; ancak bunu işletme yöneticilerine tam yetki vererek ve genel bir “maliyetleri düşürün” hedefiyle tanımlamak bambaşka bir şeydir. Pratikte, kendi maliyetlerini (işçi ücretleri dahil) kendi yöneten, kendine yeterli ve diğer işletmelerle piyasa mekanizmaları üzerinden ilişkiye giren bir işletme bildiğimiz, adıyla sanıyla kapitalist bir işletmedir. “Özyeterlilik” efsanesinin yol açtığı yıkım bu olmuştur.

Gerçekten de, bugünün en kötü şöhretli Rus oligarkları (örneğin eski bir Komsomol yöneticisi, bugünün Chelsea klübü sahibi olan Roman Abramoviç) Gorbaçov döneminde “bir işletmeyi ya da sektörü alıp toparlama ve işler hale getirme” görevi verilmiş Parti ya da devlet görevlileriydi. Bu “özyeterlilik” yaklaşımı binlerce işletmeyi geleceğin kapitalist patronları olacak olan fabrika yöneticilerinin (ve onları kontrol eden parti kodamanlarının) her türlü tasarruf yetkisine sahip olduğu varlıklar, yani fiilen mülkiyetleri haline getirmiş, iş bu “de facto” durumun, yani üretim araçları üzerinde fiili mülkiyetin yasallaşmasına kalmıştır.

Burada ek bir noktaya da değinmeden geçmemek gerekir: Parti aygıtının işletmeler üzerindeki yetkisi. Bir sonraki yazıda ele alacağımız ve SSCB tarih boyunca süren “partinin ekonomik yönetim işlevleri olmalı mı?” tartışması çerçevesinde Parti bünyesinde ekonomiye “önderlik etmek” için birçok komite kuruldu. Parti bünyesinde (ve hiyerarşik olarak alt kademelere uzanan) tekstil komitesi, gıda sektörü komitesi, enerji komitesi gibi kurullar, prensip olarak bu sektörlerdeki işletmelere yeni ve yaratıcı fikirler getirmek, plan hedeflerine ulaşılmasını garanti etmek gibi görevlere sahipti. Ancak bunlar pratikte daha önce değindiğimiz gibi, üretime müdahale etmek, “kendi adamını yerleştirmek” ve fiilen aynı işi 2 defa yapmak gibi verimsiz ve çarpık bir işleve saplanmış oldular. Ancak öte yandan da, işletmeler üzerinde siyasi denetim, işletmelere sosyalist ekonominin bir parçası olduklarını hissettirme (aslında fabrika bazında işçi konseyleri tarafından yapılması gereken işler) de bu komiteler tarafından üstlenildi. Stalin dönemi de dahil, birkaç defa kurulan, sonra da feshedilen, sonra (ihtiyaç üzerine !) yeniden kurulan bu komiteler, Gorbaçov başa geçtiğinde de mevcuttu. Gorbaçov, parti bürokrasisine karşı yanına almak istediği işletme yöneticileri kesiminin on yıllardır süregelen özlemi çerçevesinde, bu komiteleri işlevsizlik gerekçesiyle feshetti. Ancak sağ rüzgârların ve kapitalizm heveslerinin başladığı bir dönemde, işletmeler üzerinde hiçbir siyasi denetimin bulunmadığı, hiçbir sosyalist hassasiyetin empoze edilmediği bir ortamda (gerçekten de pek işlevli olmayan) bu komitelerin kaldırılması, kapitalizme doğru olan ivmeyi son derece yükseltti. Egor Ligaçev “bu komiteleri feshedersek ekonomi çöker(4) uyarısı yapmasına rağmen Gorbaçov onları feshetti ve ekonomi gerçekten de çöktü.

Sonraki Bölüm: Sürecin Tersine Dönüşü ve Doğu Avrupa

Kaynaklar:

  1. Revolution From Above”, Tarıq Ali, Hutchinson Ltd. 1988, s.224
  2.  “Sovyet Sosyalizmi ve Tarihin Dersi” Li Shenming, Canut Yayınları, 2013, s.69
  3.  A.g.e  s.259)
  4. The Split in Stalin’s Secretariat 1939-1948”, Jonathan Harris, Lexington Books, 2010, s.162