HDP MYK Üyesi Doğan Erbaş: Özgür Bir Yaşamı, Demokratik Bir Cumhuriyeti İnşa Edeceğiz

HDP MYK Üyesi Doğan Erbaş: Özgür Bir Yaşamı, Demokratik Bir Cumhuriyeti İnşa Edeceğiz

HDP MYK Üyesi Doğan ErbaşHer kesimin “kilit parti” olduğunu kabul ettiği HDP, 3 Temmuz’da 5. Olağan Kongresini gerçekleştirecek. HDP MYK üyesi Doğan Erbaş ile kongre hazırlıkları arasında gündemdeki konuları konuştuk. Doğan, “halkla bağını güçlendiren güçlü bir demokratik direniş geleneği ortaya koyabilirsek her iki blok karşısında bir umut verebilir, bir inşa gücü açığa çıkarabiliriz,” dedi.

 

Halkların Demokratik Partisi, 3 Temmuz’da 5. Olağan Kongresini topluyor. Kurulduğu andan itibaren her zaman iktidarı, muhalefeti ile burjuva odakların hedefinde olan HDP’nin her adımı, her açıklaması ile Türkiye’nin gündeminde olağanüstü bir etki yapmıştır. Şimdi de olağan kongresini olağanüstü koşullarda gerçekleştiriyor. Öncesi bir tarafa 2015’teki 7 Haziran seçiminin sonuçlarının iptal edilmesi ve Kürt Sorununun müzakere ile çözümü için kurulan “masa”nın devrilerek “demokrasinin buzdolabına alınması” ile başlayan olağanüstü şiddet ortamında, çaycısından Eş Başkanlarına kadar tutuklamalara, kayyumlara, cinayetlere varana kadar envaiçeşit baskıya maruz kalan HDP, her ne yapıldıysa halk desteğini korudu, örgütlü mücadelesini sürdürdü. Ve şimdi yine Türkiye siyasetinde “kilit parti” olarak arz-ı endam ediyor.

HDP’nin bu direnişçi geleneğini, Cumhuriyet’in ekonomik, siyasi ve ideolojik krizini yaşadığı bir dönemde emekçilerden, halklardan, kadınlardan ve de doğadan yana bir inşa gücü ile tamamlamak istediğini belirten MYK üyesi Doğan Erbaş ile olağanüstü koşullardaki olağan kongrenin öngünlerinde Kongre’yi ve gündemi konuştuk.

Politika: HDP kongresi çok kritik bir dönemde toplanıyor. İktidarın hiçbir şekilde önünü alamadığı ekonomik ve siyasi krizin ayyuka çıktığı bir dönem. Öncesi bir tarafa bu yılın başından beri ekonomik krize karşı sınıf hareketinde ve toplumun değişik kesimlerden yükselen tepkiler var. Newroz’da kendini gösteren Kürt halkının yükselen direnişi var. Ve bu kitle hareketinin gözünü diktiği adreslerden biri de HDP. Bu açıdan gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğan ERBAŞ: İkiye ayırarak cevaplamaya çalışayım. Genel bir Türkiye fotoğrafı çizmek istersek, çöküşe doğru giden bir çözülüşten bahsetmemiz lazım. Mevcut sistemin bütün kurumlarının berhava edildiği, işlemez hale getirildiği, ekonomik, siyasi, hukuki boyutları ile derinleşen bir krizden söz ediyoruz. Krizin asıl yükü başta işçiler emekçiler olmak üzere halkın sırtına bindirilmiş durumda. Zenginin daha çok zengin olduğu yoksulun daha da yoksullaştırıldığı, Cumhuriyet tarihinde gelir dağılımındaki uçurumun bu boyutta ilk kez büyüdüğü bir dönem. En kapsamlı, en derin krizini yaşıyor Türkiye.

Bu tablo içinde, Kürt halkı, 2015 sonrası dönemi de dahil ederek, özel bir saldırı konsepti ile karşı karşıya kalmış olsa da en canlı, en dinamik toplumsal muhalefet dinamiği olarak, bir direniş odağı olmaya devam etti. Bu Newroz’da bir kez daha açığa çıktı. Newroz’a bu yıl, toplumun her kesiminden yoğun katılım oldu. Bu açıdan ortak bir direniş günü oldu. Aslında öncesinde Ocak-Şubat aylarında özellikle hizmet sektöründe, kargo-kurye işçilerinin depolardaki direnişi oldu. 8 Mart’ta, gerek Kürt kadın hareketi gerekse de genel kadın hareketinin dinamiği vardı. Dolayısıyla bir taraftan sistemin örgütlü kitlelere saldırılarının arttığı ama diğer taraftan da, belki istenilen düzeyde olmasa da, kitle hareketinde de bir kararlılık ve eylemliliğin geliştiği bir süreci yaşadık.

Konferans ve Kongre sürecini bu gelişmelerle birlikte ele alıyoruz.

5. Olağan Kongremizi yapacağız. Ama olağanüstü koşullarda yapılacak bir kongre. Belki kimi teknik hazırlıklardan söz etmek gerekir. Konferanslar süreci bunlardan biri. Kongrelerimizden önce, örgütlü olduğumuz bütün illerde konferans hazırlık toplantıları yapılır. Ardından yedi bölgede Bölge Konferansları yapılır. En son merkezi konferans yapılır. Bu konferanslarda dünya, bölge ve Türkiye siyasal gelişmelerle birlikte kendi iç sorunlarımızı, mücadele ve örgütlenme sorunlarımızı, bunlara ilişkin çözüm tartışmaları yaparız. Süren tartışmalardan süzülen görüş ve öneriler merkezi konferansımızda ele alınarak kararlaşmalara gidilir. Ve kongrede de karar altına alınır.

6-7 Haziran’da Ankara’da yaptığımız iki günlük konferansla konferans sürecimiz bitti. Burada yeni döneme dair HDP’nin ne yapacağına ilişkin bazı görüşler öne çıktı. Örneğin emek alanında ağırlaşan kriz karşısında yoksullaşan kitlelerle daha çok buluşma, doğanın talanı, ekolojik yıkım karşısında ekoloji hareketi ile daha fazla bütünleşmek, ekoloji çalışmalarına daha çok yoğunlaşmak, yine erkek egemen kültüre, zihniyete karşı kadın hareketiyle daha da bütünleşme, bölgemizde süren savaş politikalarına karşı barışı savunmak gibi birçok konuda önemli kararlaşmalara gidildi.

Politika: HDP Kongresini kritik yapan diğer faktörlerden biri de ülkenin seçim dönemine girmiş olması. Bu açıdan Cumhur İttifakının da Millet İttifakının da hedefinde HDP var. Ama bir de bu iki ittifakın dışında üçüncü bir seçenek, cephe isteyen, bir demokrasi ittifakı isteyenlerin de gözü HDP’de. HDP’nin kendi dışındaki sol, sosyalist partilerle bir ittifak çalışması sürüyor. Kongre bu ittifaklara ve seçim sürecine dair mesajları olacak mı?

Doğan ERBAŞ: Evet, henüz resmen ilan edilmese de Türkiye bir seçim sürecine girmiş durumda. İktidarın ekonomik krizi hafifletecek kimi geçici adımlar atması da bunu gösteriyor. Erdoğan’ın adaylık tartışması da bir erken seçimi gündeme getirileceğini gösteriyor. Sonbaharda yapılacak bir erken seçim birçok kesim tarafından dile getiriliyor.

Her seçim döneminin kendine özgü yönleri oluyor. Türk Tipi Başkanlık Sistemi dedikleri ucube yönetim biçiminin hala oturmaması, ağır bir siyasi krize neden olması, iktidarın rıza üretememesi, toplumun desteğini önemli oranda yitirmesi ile orantılı olarak iktidarın, zor aygıtlarını devreye soktuğu –en son çıkan sosyal medya yasasında da olduğu gibi- düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskıları had safhaya vardırdığı bir dönem yaşıyoruz. Böyle bir dönemde yapılacak seçim, sonuçları itibariyle önümüzdeki dönemin en önemli seçimi olabilir. Elbette bir seçime her şeyi yüklemek doğru değil. Ama Cumhuriyet’in birinci yüzyılını tamamlayıp ikinci bir yüzyıla gireceği bir zamanda kritik bir seçim olacak. Parlamento ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin ayrı ayrı önemi olacak.

Tam bu kavşakta da HDP de hem sayısal gücü hem de siyasi temsiliyeti bakımından kritik bir yerde duruyor. Bu kritik seçimin en kritik aktörü diyebiliriz. HDP’nin sadece sayısal gücüne dayalı yapılan yorumlar eksik yorumlardır. Doğru, HDP’nin sayısal bir gücü var. Yapılan araştırmalarda da bunu görüyoruz. Araştırmalarda ifade edilenden birkaç puan daha fazla bir desteğimizin olduğunu biliyoruz. Ülkedeki ortamdan dolayı insanların görüşlerini rahatça açıklayamadığını biliyoruz. Normal koşullarda rahatlıkla yüzde 15’i bulabileceğimizi ve aşacağımızı da düşünüyoruz.

Ama HDP’nin kritik önemi buradan gelmiyor. Hem mevcut otoriter, faşist zihniyeti temsil eden iktidar bloğu hem de sistem içi bir restorasyonu hedefleyen Millet İttifakı karşısında yeni bir rejim inşasını, sadece iktidar değişimini değil, kapsamlı bir rejim değişikliğini hedefleyen bir parti olmasından dolayı HDP kilit bir partidir. HDP’nin böyle bir iddiası var.

İktidarın gücünü korumak için ne tür oyunlara başvurduğunu görüyoruz. Bu otoriter iktidarın halkların emekçilerin, bir bütün olarak Türkiye toplumunun lehine bir politika çıkaramayacağı açık. Kendi kirlenmiş, yozlaşmış iktidarını devam ettirmek için bir arayış içinde. Son birkaç haftadır Rojava’ya yönelik operasyon hazırlıkları dile getirilmesi, uluslararası ve bölgesel güçlerin buna onay vermemesinden dolayı bunun yerine Yunanistan’la gerginlik yaratılması bu arayışın ürünü. Yani hem kendi tabanını konsolide etmek hem de toplumda milliyetçi kamplaşma yaratmak için kimi girişimler peşinde koştuğunu gösteriyor. Yine partimiz başta olmak üzere düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerindeki baskıları arttırıyor. Yani çöküşe doğru giden bir çözülüşün çokça verisi var, o yüzden üzerinde durmaya gerek yok uzun uzun.

Özellikle siyasal zihniyeti koptuğu MHP’den farklı olmayan İyi Parti’nin domine ettiği Millet İttifakı’nın da Türkiye toplumunun değişim dönüşüm isteyen kesimleri zaman zaman umutsuzluğa da sevk eden, güven vermeyen, gelecek umudu vermeyen belirsizlik hali var. Farklı partilerin ortak noktalar üzerinden ittifaklar kurması siyaseten önemlidir, değerlidir ama burada koydukları program geniş emekçi yığınlarına, demokratik eşit yurttaşlık, özgür bir gelecek isteyenlere, kadınlara, gençlere sorunların nasıl aşılacağına dair bir vizyon sunmuyor. Ekolojik yıkımı nasıl durduracağına bir cevap vermiyor. Gerek hazırlanış süreci gerekse de içeriği ile yeni sivil bir anayasa nasıl yapılacağı konusunda bir yanıt vermiyor.

Böyle bir tabloda HDP’nin rolü, sistemde kapsamlı bir değişiklik önermesiyle kritik bir önemde. Emekçiler, Kürtler, kadınlar bu nedenle gözünü HDPye dikmiş durumda. Bütün saldırılara rağmen, geçmiş dönem Eş Başkanlarımızın, yöneticilerimizin yargılandığı Kobane davası, kapatma çalışmaları, hemen her gün yapılan operasyonlara rağmen HDP umut olmaya devam ediyor.

Kongrede iki mesaj öne çıkacak. Birincisi fiziksel, hukuki pek çok biçimde süren baskı sürecine karşı direniyoruz, varız, terk etmiyoruz olacak. Demokratik direniş geleneğini taşıyoruz ve sürdürüyoruz.

Diğeri de direniyoruz ama kurucu ve inşa edici olacağız. Hem direneceğiz hem inşa edeceğiz. Özgür bir yaşamı, demokratik bir cumhuriyeti inşa edeceğiz. Bütün demokrasi güçleri ile birlikte hareket ederek bunu yapacağız. Bu iki temelde mesajlarımız olacak.

Politika: Millet İttifakı demokrasi açısından güven vermediği gibi, aksine İyi Partinin temsil ettiği faşist renginin daha fazla öne çıkmaya başladığı görülüyor. Diğer taraftan bu 6’lı İttifak’ın siyasi ekonomik programına karakterini verecek uluslararası eğilimlere bakmak gerekiyor. Bu açıdan 6’lı İttifak NATO’cu olduğunu bizzat Kılıçdaroğlu tarafından ilan etmişti ve NATO, yeni stratejisinde Rusya ve Çin’e karşı Ukrayna’da olduğu gibi savaşı temel alan bir yönelime girdi. Bu savaş politikalarının yükseleceğini gösteriyor. NATO’nun savaş politikalarına yöneldiği bir süreçte NATO’cu 6’lı İttifak’ın restorasyon programından demokrasi beklentileri var. “AKP gitsin de ne olursa olsun”cu bir psikoloji var yaygın olarak. Aynı zamanda bütün bu süreç de toplumdan gizli, kapalı kapılar ardında yürütülüyor. Bu açıdan Millet İttifakının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz. Ve HDP’nin demokratik ittifak ve demokrasi tartışmasını topluma yaymak, toplumun katılımını sağlamak bakımından bir planı var mı?

Doğan ERBAŞ: İyi Partide temsiliyetini bulan, kentli, seküler, orta sınıf ve seküler olduğu için de zımnen geniş kesimlere daha kabul edilebilir gelen bir faşizm ile karşı karşıyayız. Millet İttifakı’nın çok konuşulmayan ama önümüzdeki günlerde daha fazla konuşulacak böylesi bir tehlikeli yönü var. Seküler faşizm yakın dönemin en önemli sorunu olacağı kesin. Dincilik, İslamcılık sosuyla ortaya çıkan faşizmin ne kadar tehlikeli olduğunu gördük ama şimdi yeni bir tehlike var.

Ekonomik krizin derinleşmesi ile AKP’den kopuş yaşayan belli bir kitlenin, Türkiye’deki mevcut siyasal kültürden dolayı yükselmekte olana İyi Parti’ye meylettiğini görüyoruz. İyi Parti’nin son dönemdeki araştırmalarda yüzde 17-18 hatta 20 bandına ulaştığına dair sonuçlar var. Bu tablo içinde Millet İttifakı’nın geleceğini İyi Parti’nin belirleyeceğine dair işaretler var. Bu durum Millet İttifakını şimdiki asgari demokratik yaklaşımından da uzaklaştıracak bir tehlikeyi ifade ediyor.

AKP’den umudunu kesmiş, farklı alternatifler arayan geniş yığınlar karşısında her iki bloğun dışında bir program ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu temelde, dışımızdaki 7 parti ile bir süreç işletiyoruz. Ama baştan itibaren söylediğimiz gibi sadece bunlarla sınırlı bir ittifak düşünmüyoruz. Sadece kurumlar, partiler arasında bir mücadele ortaklığı olmayacak. Aynı zamanda geniş toplumsal muhalefet kesimlerini de kapsayan bir demokrasi ittifakı hedefliyoruz. Örneğin inançlarından dolayı dışlanmış başta Aleviler ve diğer gruplar. Kadın, emek, ekoloji alanındaki bütün mücadele eden güçlerle bir araya gelmek istiyoruz. Şu an 7’li bir ittifak şeklinde devam ediyoruz. Bu 7’li İttifak içinde bir koordinasyon oluşturuldu. Bazı eylemlerde birlikte dayanışma içinde oldular. Bazı ortaklaşılan konularda program deklarasyonları da olacak bugünlerde. Bu bir seçim ortaklığı değil ama seçim gündeme geldiğinde elbette seçimlerde ortak bir politika oluşturulmasını gündemin alacaktır.

Politika: HDP’nin temel gündemlerinden biri de tecrit sorunu. Gemlik Yürüyüşü organize edildi. Ve sonrasında iktidarın bir köşe yazarı tarafından ailesinden bazı isimler de zikredilerek İmralı’da Abdullah Öcalan’la yakın zamanda görüş yapılmasına izin verileceği yazıldı. Tecrit sorunu kimi çevrelerde sadece Kürtlerin sorunu olarak ele alınıyor ya da HDP’nin daha geniş kesimlerle ittifak arayışlarını olumsuz etkileyen bir gündem olarak değerlendiriliyor. Bu konuda ne demek istersiniz?

Doğan ERBAŞ: İmralı’da sürdürülen tecridin nedenleri ve sonuçları HDP açısından son derece önemli bir konudur. Bunu her zaman dile getirdik. Tecridin Kürt Sorununun demokratik siyasal çözümü, diyaloğa ve kalıcı bir barışla çözümü için en büyük engel olduğunu, sayın Öcalan üzerindeki tecridin bireysel bir sorun olmadığını Kürt halkının iradesine yönelik bir tecrit olduğunu saldırı olduğunu hep dile getirdik. Bu işin hukuki ve siyasi boyutları var. Hukuki boyutuna dair birkaç şey söylemek istiyorum. Hukuken aslında Türkiye’nin kendi iç mevzuatı gerekse de uluslararası mevzuat, AİHM’nin sayın Öcalan hakkında aldığı karar, yine Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin birkaç ay önce aldığı karar düşünüldüğünde tecrit tamamen hukuk dışıdır. İnsan haklarına aykırı ve çok ağır bir hak ihlalidir. Sayın Öcalan’ın da bütün hükümlüler gibi ailesi ve vasi tayin ettiği avukatları ile görüşme yapmasının önünde bir hukuki engel yoktur.

Daha da önemlisi işin siyasal boyutudur. 2013-15 arasında devam eden, partimizin de o zaman çok önemli rol oynadığı, farklı açılardan eleştirilebilse de, bizim açımızda cumhuriyet tarihinde Kürt Sorununun diyalog ve müzakereye dayalı çözümü için önemli bir adım olan masanın iktidar tarafından devrilmesinden beri Kürt halkına ve toplumun diğer kesimlerine karşı geliştirilen bir şiddet süreci yaşıyoruz. 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesinden Amed, Suruç, Ankara katliamlarına, Eş Başkanlarımızın ve vekillerimizin tutuklanmasına, kayyumlara ve bütün Kürt demokratik kurumlarının kapatılmasına kadar varan, tüm toplumu esir alan bir şiddet süreci yaşandı. Şimdi bütün demokrasi güçlerinin, anayasal eşit yurttaşlık, halkların demokratik bir arada yaşamından yana olan herkesin aslında Kürt sorununun çözümünün önemini ve Kürt sorununun çözümünde de sayın Öcalan’ın önemini görmesi gerekiyor. Bu açıdan da tecridin siyasal yanına önem vermek gerekiyor. Dolayısıyla tecridin kaldırılmasına yönelik bizim öne sürdüğümüz hukuki ve siyasi talep her zaman günceldi. Her zaman dile getirdik. Gemlik Yürüyüşü’nün zamanlamasına dair eleştirileri bu açıdan doğru bulmuyoruz. Aksine tabanımızın tecrit konusunda daha fazla girişimde bulunmadığımız, tecridin kalıcı şekilde aşılması için daha güçlü kampanyalar yapmadığımız için eleştiriler alıyorduk. Dolayısıyla HDP tabanından da bazı kesimlerin bu Gemlik Yürüyüşünden rahatsız olunduğu gibi yorumlar gerçeği yansıtmıyor. İttifak görüşmesi sürdürdüğümüz kesimlerden de bu yönde bir eleştiri almadık. Aksine tecride karşı çeşitli dönemlerde yapılan basın açıklamaları, toplantılar, konferanslar, yürüyüşler içerisinde HDP bileşenleri dâhil, HDP’nin ittifak yaptığı güçlerin de en fazla katılım gösterdiği, görüş açıkladığı bir eylem oldu. Bu yüzden de iktidarın hedefi haline geldi. Ve milletvekili bir arkadaşımız hedef haline getirildi. Tabi bu olayda polisin milletvekilimize saldırısı, hatta kasten yere düşürmesi değil vekilimizin buna karşı o andaki tepkisi öne çıkarılıyor. Ve eylemin etkisini kırmak için hemen vekilimiz hakkında bir günde fezleke oluşturuldu ve dokunulmazlığının kaldırılması için harekete geçildi.

Diğer taraftan iktidarın bir yazarı, dediğiniz gibi yürüyüşe atıf yaparak “gerginliği ortadan kaldırmak için” İmralı’da sayın Öcalan ile görüşmenin olabileceğini yazdı. Bu kişi daha önce de buna benzer şeyler yazmıştı ama doğru çıkmadı. Bu sefer de doğru çıkmayacak gibi bir şey söylenemez ama bu yaklaşımın doğru olmadığının altını çizmek lazım. Biz her zaman söylüyoruz. Sayın Öcalan’la bir görüşme yapılacaksa, bu yasalara uygun olarak, normal rutin olarak kendi avukatları ile görüşmelerinin yapılmasıdır. İstanbul seçimlerinde olduğu gibi avukatlarının dışında birinin gönderilmesi ya da ailesinden birinin tek bir defalık görüştürülmesi gibi iktidarın ilkesiz, hukuk dışı, pragmatist, keyfi yaklaşımının kimseye faydası olmayacağının anlaşılması lazım. İktidarın kendisine de faydası olmaz. Eğer sayın Öcalan’ın topluma bir mesaj vermesi isteniyorsa bu ancak avukatları ve vasisi üzerinden olabilir.

Biraz önce Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin bir kararından bahsettim. Bu karara göre, hukuki olarak “umut hakkı” olarak tarif edilen, ağırlaştırılmış müebbet hapis yani kişinin yaşamın sonuna kadar cezaevinde kalmasını öngören cezanın –ki sayın Öcalan’ın şu andaki hukuki durumu budur- insan haklarına aykırı olduğu, işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olduğu ve dolaysıyla kişinin yaşamının bir döneminde özgürlüğüne kavuşacağına dair “umut hakkının” olduğunu ifade eder. Önümüzdeki Eylül ayına kadar Türkiye bu konuda bir görüş bildirmesi ve mevzuatını bu doğrultuda değiştirmesi gerekiyor. Tüm bunlar olurken sayın Öcalan üzerindeki tecridin iç ve uluslararası hukukun gereği olarak kaldırılması gerekirken iktidarın dar siyasi çıkarları için keyfi bir şekilde görüş düzenlemesi doğru olmayacaktır. Tecrit tamamen kaldırılmalıdır ve sayın Öcalan avukatları aracılığıyla topluma mesajlarını iletebilmelidir.

Politika: Toplumda göçmen/mülteci karşıtlığı çok önemli bir gündem haline geldi. Ümit Özdağ gibi faşist bir parti bu tepkiyi massederek siyaset yer edinmek için kampanyalar yapması gibi örneklerle birlikte Millet İttifakı üyelerinin de desteklediği, özellikle de Suriyelilere karşı kampanya var. Yapılan araştırmalarda da bu göçmen/mülteci karşıtlığının bütün partilerinin tabanında etkisinin olduğu görülüyor. HDP’nin göçmen/mülteci karşıtı kampanyaya karşı görüşleri, önerileri gündem haline gelmedi. Konferans ve kongre süreci bu konuda yeni bir yol haritası sunacak mı?

Doğan ERBAŞ: Politika oluşturmakta geç kaldığımız, bunu itiraf etmek gerekir, yakıcılığını biraz geç fark ettiğimiz, Türkiye’nin en önemli ve önemi daha da artacak bir konu mülteciler/göçmenler. Gerek ucuz işgücü olarak uğradıkları sömürü ve insanlık dışı koşullar, gerekse ekonomik krizin sorumlusu onlarmış gösterilerek işsizleşen yoksullaşan kesimlerin öfkesini onlara yönlendirilmesi ve savaş politikaları ile ilişkisi gibi birçok boyutu var.

Göçmen/mülteci karşıtlığı konusunda yapılan araştırmalarda HDP tabanının diğer partilerinin tabanından daha özgürlükçü, hoşgörülü olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Bu sevindiricidir. Ama yine de, göçmen/mültecilik konusunda diğer partilerle kıyaslanamaz ama bizim açımızdan beklemediğimiz oranda yüksek bir yanlış bakış açısının olduğunu da görüyoruz. Dolayısıyla her boyutuyla konuyu ele almaya çalışıyoruz. MYK’da temsil edilen bir Göç ve Mülteciler komisyonumuz var. Ama yeterli olmadığını görüyoruz. Konferans sürecinde gerek illerde gerek bölgesel gerekse de merkezi konferansta bu konuda gündeme alındı, önemli tartışmalar yürütüldü ve kararlaşmalara gidildi. Bunlar kongrede açıklanacak. Bu alan HDP’nin çalışma yürüteceği en temel alanlardan biri olacağını şimdiden söyleyebilirim.

Politika: Herkes HDP’nin “kilit parti” olduğunu kabul ediyor. Bunu, Cumhur ya da Millet İttifakından kimi desteklerse o kazanır, şeklinde yorumluyorlar. Yani HDP’yi bunlardan birine yamayan, kendi bağımsız çizgisine hiç şans tanımayan bir yaklaşımla ele alınıyor. Bu yaklaşım sizin belirttiğiniz “direniyoruz ama inşacı bir gücüz” yaklaşımını görmemek istiyor. HDP’nin 7li ittifakla, toplumun diğer kesimleriyle kuracağı demokrasi ittifakın kurucu bir güç olarak kendi gerçekliğini nasıl ortaya koyacak?

Doğan ERBAŞ: Seçimlerin önemine yukarıda değinmiştik, tekrar etmeyeyim. Ama parlamentonun yasama organı olması bakımından önemine dikkat çekmek istiyorum. Anayasal ve yasal düzenlemeler bakımından parlamentodaki sandalye dağılımının önemli olduğu açık. Bu nedenle HDP yüzde 12-13 hatta yüzde 15-16 bandında oy alarak parlamentoda temsil edilirse, iktidar kim olursa olsun, yasama sürecinde HDP’yle müzakere etmek zorunda kalacaktır. Bu her şey demek değil elbette ama önemli bir konu.

Diğer taraftan her şey bu seçimden ibaret değil. “Ne olacaksa bu seçimde olacak” demek de bizi parlamentarizm sınırları içine hapsetmek olur. Önemli olan ilkeler, programlar, değerlerdir. Şu anki tablo içinde büyük ihtimalle AKP’nin kaybedeceği görülüyor. Fakat arkasından bir dizi seçimin yapılacağı öngörülüyor. Sistemin yerine oturması bir günde olabilecek şey değil. Burada eğer bizim demokrasi güçleri olarak tariflediğimiz, başta HDP olmak üzere, demokrasi güçleri, güçlü bir çalışma ortaya koyarlarsa, yani halkla bağını güçlendiren güçlü bir demokratik direniş pratiği ortaya koyabilirsek, bu, her iki blok karşısında bir umut verebilir. Bu bir inşa gücü açığa çıkarabilir. Parlamento bu sokak ayağı ile birleştirilebilirse diğer iki ittifakın da iradesini göz ardı edemeyeceği bir duruma geliriz. Bunun koşulları fazlasıyla mevcut. Başta Kürt halkı olmak üzere toplumun birçok kesiminin de bu noktada bir beklentisi var. Araştırmalarda bazen yüzde 20’leri bulan kararsız kitlesinin varlığı da toplumun Cumhur İttifakı’ndan umudunu kestiği ama Millet İttifakı’na da güvenmediği, kendisini çaresi hissettiği bir durumu gösteriyor. Bizim bu kesimlerin desteğini alacak program, örgütlenme, söylemler geliştirmemiz gerekiyor. Değişimden dönüşümden yana bütün sol sosyalist partilere büyük bir görev yüklüyor. Önümüzdeki aylar böylesi bir kritik süreç.

Zaman zaman karamsarlığa kapılan bir ruh hali de oluşuyor. Ama bize göre bu doğru bir yaklaşım değil. Bu toprakların mücadele tarihinin, halkımızın bu sürecin üzerinden hakkıyla gelebilecek potansiyele, deneyime sahip olduğunu gösteriyor. HDP’nin de, diğer sol-sosyalist güçlerin de bu konuda üzerine düşeni yapacağına inanıyoruz. Ve önümüzün aydınlık olacağına inançla çalışmaları sürdürüyoruz. Resmi ideolojinin dışına çıkarak, Türkiye’de bir zihniyet devrimi yaparak yeni bir inşaya girişilmesi gerekiyor. Bütün demokrasi güçlerinin de bu programa daha fazla sahip çıkarak bu inşayı gerçekleştirebiliriz. Kongremizi de bu arayışa vesile olacağını murat ediyoruz.

Söyleşi: Cemil AKSU


Konuyla ilişkili diğer makaleler