İşçi Sınıfının Ekonomik ve Siyasal Mücadelesi
İşçi Sınıfının Günlük Mücadelesinde Ekonomik – Sendikal Olanla Siyasi Olan Arasındaki İlişki
Burjuvazi ve kapitalist devletin kârlarını azami seviyeye çıkarması ve düzeni koruması kendileri için hayati önemdedir. Yine bu nedenledir ki işçi sınıfının ekonomik hakları için mücadelesi en yüksek kârın gerçekleşmesini sekteye uğratması ve sömürüyü sınırlandırması için vazgeçilmezdir, hayati önemdedir.
İlk mücadele birliklerinin kurulması, sendikaların yasallığının kabul ettirilmesi, seçimlere katılma hakkı, eşit oy, fikir ve ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı uzun ve zorlu mücadelelerle elde edildi. İşçi sınıfı elde ettiği haklarını kullanmak için de büyük mücadeleler verdi. Ekonomik mücadelenin işçi sınıfının kurtuluşunu sağlamayacağının görülmesi üzerine doğrudan siyasal iktidarı hedefleyen mücadele arayışları başladı. Marx ve Engels’in bir ideolojiye kavuşturduğu Komünist Manifesto yayımlandıktan bugüne kadar işçi sınıfının ekonomik haklar uğruna mücadelesi ve eylemleri aynı zamanda siyasi içerik kazandı. Ekonomik mücadele burjuvazinin azami sömürüyü elde etme çabalarına karşı bir direnmedir. Ancak işçi sınıfının her kazanımında kapitalizmin yolunda giden kurallarını değiştirme zorunda bırakılması, eski araç ve yöntemlerin yetmemesi, yeni yol ve imkânların açılması yeni risklerin, fırsatların ortaya çıkması demektir. Bu, kapitalizm için olduğu kadar işçi sınıfı içinde geçerlidir. İşçi sınıfının, kendi yönetim yöntemlerini dayatması ve yerleştirmesi önemlidir ve gelecekte de işimize yarayacaktır.
Eşitsiz gelişme
Ancak bu süreç kapitalizmin kullandığı sonsuz imkânlarla, yönetme ve yanıltma bilimlerinin, teknolojinin, yönetim metotlarının sürekli geliştirilmesiyle telafi edildi, yeni baskı yöntemleri uygulandı, her yenilenme sömürüyü ağırlaştırdı. İşçi sınıfının her kazanımı aynı zamanda gelişmenin de itici gücü olma işlevini gördü; kapitalizm her bunalıma girdiğinde gelişen sınıf mücadelesine karşı koyamayan, eskimiş olan siyasi iktidarını, kanunlarını, devlet aygıtını güçlendirdi. Bütün bu süreçte verile gelen ekonomik mücadeleler bu çok yönlü saldırıları karşılayamadı, çünkü burjuvazinin saldırılarının özü siyasi idi. Kapitalizmin, kapitalist devletin geriletilmesi, siyasi kazanımlar elde edilmesi ve elde edilen hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması ancak siyasi mücadele ile mümkündü.
“Sendikal” mücadeleye, iç ve dış müdahale
İşçi sınıfı, kriz sonraları veya nispeten demokratik dönemlerde de ekonomik mücadele vermiştir. Buna burjuvazinin de itirazı olamazdı. Ülkelerde uygulanan ekonomik politikalara bağlı olarak “refah” dönemleri gibi veya bizde olduğu gibi, ithal ikameci politikaların elverdiği kadar ücret mücadelelerinin daha yüksek sonuçlanması dönemsel başarılardır. Bunlara bel bağlanması ekonomileri 24 Ocak kararlarına ve ya Dünya’da neo-liberal politikalara vardırdı. Ayrıca mücadele bir başka koldan daha yürüyordu. Bu dönemler burjuvazi ile işçi sınıfının Avrupa’da ve gelişmiş kapitalist ülkelerde, işçi sınıfının ekonomik mücadelesini, içten; işçi sınıfının örgütlerine müdahale ederek ve dıştan; her tür yasal müdahalelerle nasıl kontrol altına aldığı ve bugüne nasıl gelindiği ilgi çekici bir araştırma olabilirdi ancak bizim kendi ülkemizdeki gelişmelere göz atmamız da yeterli olabilir.
İlk başkaldırı ekonomik, ilk saldırı siyasi
1908 İlan-ı Hürriyet grevleri deyim yerindeyse ekonomik taleplerin bir patlaması şeklinde ortaya çıktı. İşçiler, çalışanlar, düzenli çalışma saati, düzenli iş ve ücret artışı istiyorlardı. İttihat Terakki hükümeti, karşılarına 1909’da çıkarılıp, 1963’e kadar devam eden sendika kurma, örgütlenme ve grev yapma yasaklarını da içeren kapsamlı bir kanun çıkardı. Ama bu aynı zamanda bir tuzaktı, ekonomik mücadele tuzağı. İşyeri bazında cemiyet kurmak, cemiyetlerde faaliyet göstermek serbest idi. Bunun dışında her tür örgütlü faaliyet, örgüt kurma, siyasi faaliyet yasaklanmıştı. 1909 Takrir-i Sükun kanununun en önemli özelliği budur: Siyasi faaliyeti yasaklayıp belirli koşullardan grev yapmak dahil ekonomik mücadeleyi serbest bırakmak. Türkiye burjuvazisinin, İttihatçıların, yakın geleceğin Cumhuriyetçilerinin sınıfsal sezgileri, taktik ve stratejisi bu günlere dayalıdır. İşçi örgütleri ve Komünistler bu sınıfsal sezgiyi fark edemediler. İşçi sınıfı örgütleri, siyasi yasaklar, ekonomik olanakların değerlendirilmesi ve benzeri nedenlerle 1920’lerde olduğu gibi 1946’da da ekonomik mücadeleyi ana mücadele yolu olarak benimsediler, faaliyetlerini bu doğrultuda yoğunlaştırdılar ve bu gelenek sürüp gitti. Siyasi olarak dönemsel başarı ve gerilemeler olabilir ancak bir bütün olarak mücadelenin karakteri “ekonomik-demokratik” nitelikten kurtulamdı.
Ekonomik, sendikal mücadelenin çekiciliği
İşçi sınıfının ekonomik mücadelesini küçümsemeden ve önemsizleştirmeden birkaç örnek üzerinde daha durmamız gerekli, çünkü geçmişteki büyük mücadelelerimizin çoğu ekonomik-demokratik temelde verilen mücadelelerdir. Bu dönem, 1975’ten başlayarak 1980 askeri faşist darbesi ile sonlandırılan mücadelenin yükseldiği yıllar her ne kadar siyasi söylem ve jargonun çeşitlendiği, siyasi birlik ve cephe arayışlarının arttığı gözlemlense de her bir olay analiz edildiğinde görülebileceği gibi esas olarak sendikaların başını çektiği ekonomik mücadelenin yükseldiği yıllardır. Genellikle siyasi ajitasyonun ve propagandanın çok kullanılması, sendikal eğitimlerin içeriğinin Marksist ekonomiden alınma okuma parçalarıyla zenginleştirilmesi bile bu mücadelelerin iktisadi temelde, işçi sınıfının yaşam koşullarının düzeltilmesi, daha iyi yaşam, daha iyi çalışma koşulları, daha yüksek ücret temelli yani ekonomik mücadele özelliğini değiştirmez. Bunu sürekli tekrar etmenin de anlamı yoktur; nitekim 1980 darbesi sonrası cuntanın atadığı kurulların verdiği kararlar kabul edilmiş, herhangi bir hoşnutsuzluk belirtisi de görülmemiştir.
Siyasi mücadele için bagajlardan kurtulmak
Bugün Türkiye’de işçi sınıfının devrim mücadelesinde ekonomik ve siyasal mücadele birlikteliği üzerine konuşurken tarihsel bağlarımızdan ve birikimlerimizden kopamıyoruz. Tarihsel olarak omuzlarımızda taşıdığımız yüklerden kurtulmanın bir yolu da bugün siyasal olanla ekonomik olan arasındaki ilişkiyi doğru olarak ortaya koymaktan geçer. Bugünkü emek mücadelesinin genel seyri de farklı değildir. Devrimci çevrelerin yoğun emek ve çabalarıyla ortaya koydukları eylemler ekonomik ve yerel niteliktedir. İşçiler genellikle işe iade için, gasp edilen ücretlerini tazminatlarını almak için, insanca çalışma koşulları için tek tek patronlara karşı mücadele ediyorlar. Sözgelimi bir grev veya direniş başarıyla dahi sonuçlansa işçiler bir sonraki toplu sözleşme veya grevi beklemek üzere, sendikalı olmayanlar da ortaya çıkacak yeni haksızlıklara karşı ortaya çıkmak üzere işlerine dönüyor. Sanki işçi sınıfının mücadelesi işçilerin daha iyi koşullarda çalışmaları ve yaşamaları için veriliyormuş gibi. Mücadele, fabrika sorunlarıyla sınırlandığında varılacak sonuç budur.
SİYASİ MÜCADELE
Siyasi mücadele, siyasi iktidarı hedefleyen bir mücadeledir. Burjuvazinin devletine, iktidarlarına, kurumlarına, kanunlarına karşı örgütlenmeyi amaçlar, bu örgütlü gücüyle değişimi, iktidarı değiştirmeyi amaçlar. Yaklaşık bir buçuk asırdan beri bilinen ve kullanılan en yetkin mücadele araçları komünist partileridir. Kuşkusuz bu uğurda büyük mücadeleler veren, sosyalist, devrimci demokrat parti, hareket, düşün ve eylem insanlarını da saygıyla anmak gerekir. Bu alanda muazzam bir deneyim ve literatür birikmiştir ve bu zengin birikim işçi sınıfının hafızasıdır. Uzun analiz ve deney aktarımları mümkündür ancak bunların yetmediği, işçi sınıfını iktidara taşıyamadığı, halk kitlelerinin desteğini alamadığı da bir gerçekliktir.
Siyasi mücadele ve Kürt ulusal sorunu
Ülkemizde ve özellikle günümüzde tarihsel süreç ve coğrafi konum, Kürt halkının bölgedeki dört büyük devlet sınırları içinde yaşıyor olması gibi nedenlerle siyasi mücadelesinin odağı Kürt sorunudur. Kürt sorunu, ulus devletin kuruluş sürecinde Mustafa Suphi’nin ülkeye dönüş girişiminin başarısız olmasıyla, devletin oluşturduğu hikayeyi Türkiye Komünistlerinin benimsemesi, yeni ve alternatif bir hikaye yazamamalarından kaynaklıdır. 1915’te devlet kararıyla başlatılan Ermeni soykırımı, savaş bittikten sonra, bu sefer, soykırımı da yürütmüş Cumhuriyet kadroları tarafından yer yönüyle devam ettirilmiştir. Başka etkileri bir yana bu sessizlikle geçiştirme, Ermeni’lerin mal mülklerine el koyma ve yağma eylemlerine sessiz kalma, Komünistlerin enternasyonalist geleneklerine de terstir. Yaşanılan çağda, 1920’lerde anılmaya, söz edilmeye değer bulunmayan bu tarihin en acımasız soykırımı, sonradan Türkiyeli komünistler için tam bir kâbus haline gelmiştir. Milliyetçilikler arasında gidip gelmeler, Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine bir toparlanma görüntüsü verse de Ermeni sorununa karşı tutum dağınıklığını koruyor.
Milliyetçilikle her alanda hesaplaşma
Türkiye komünistlerinin Türkiye’de yaşayan halklara karşı tutumu da farklı değildir. Milliyetçi burjuvazinin, bir “milli kurtuluş savaşı” verdiği, anti-emperyalizm, üniter devlet, laiklik gibi kavramlar etrafında örülen sürekli yeni hikayeler komünistleri de şu veya bu şekilde cazibesine katmış bir ulusal efsane yaratmıştır. Devlet güncel olaylara ve gelişmelere göre bu hikayenin bir yanını güncelliyor ve piyasaya sürüyor. Türkiyeli Komünistlerin bu devlet propagandalarından etkilenenleri bir yana, bu propagandaları anında etkisiz hale getirecek tüm emekçilerin beynini dumura uğratan, söyleneni düşünmeden kabul eden terör sorunuyla ilgisini ortaya koyacak mekanizmalardan yoksundur.
Siyasi mücadeleyi gündeme almak!
Türkiyeli komünistlerin gündemlerinde ve programatik belgelerinde, Türkiyenin demokratikleşme programı nedir diye bakıldığında; ekonomizm, kriz, işsizlik, enflasyon, başta gelmek üzere ana başlıkların anti-emperyalizm, üniterizm, ve laiklik gibi milliyetçiliğin çeşitli biçimlerinin olduğu görülebilir. Askeri sanayi kompleksinin bir aile ve yakın çevresi etrafında kurulması, her yurtsever insanın en azından ödediği verginin hesabını sormak için ilgilenmesi gereken sınırlarımızın ötesine yayılan saldırganlıklar... Bunlar değil gündemde olmak adeta bilinç alanımızın dışına itilmiş durumda.
Siyasi mücadeleyi gündeme almak! İroni gibi geliyor ama Kürt sorununun tarihi, bugün geldiği aşama, devletin ileri sürdüğü terör odaklı propagandanın yerine Kürt Siyasal Hareketinin tezleri, bu konuları gündeme almak ve fikir üretmek ancak onunla öncelikle tanışmaktan geçer.
Her Türkiyeli komünist yukarıdaki başlıklar ve onların çözüm yolları ve devrimci mücadelenin bin bir versiyonu üzerine konuşabilir. Her bir insan en iyi bildiği, üzerinde en çok kafa yorduğu, en çok kitap okuduğu konu üzerine konuşur, çözüm üretir.
Kürt meselesi Türkiye Komünistlerinin ve devrimcilerinin uzun süre üzerinde durarak anlaşabilecekleri bir sorundur. Mesele Kürt-Türk kardeşliğinin arasında köprüler kurulması şeklinde ifade edildiği kadar basit değildir.
Konumuza tekrar dönersek günümüzde devrimci mücadelede siyasi mücadele Kürt meselesinin mücadelenin tam odağına alınmasından geçer. Kürt meselesinin siyasi bir mücadele olmasının etrafında dönüp durmadan Türkiye işçi sınıfının en bilinçli, en diri unsurlarıyla Kürt siyasal mücadelesinin aynı nitelikte unsurlarının buluşması, bir arada bulunmanın ortamını yaratmaları ve sonunda Komünist Partisi çatısı altına mücadeleye atılmaları... Bugün hayatın şifresi budur.