Kürtlerin Yeni Dönem Mücadeleleri Üzerine Bir Kaç Söz

Kürtlerin Yeni Dönem Mücadeleleri Üzerine Bir Kaç Söz

Barış ve demokrasi mücadelesinde fırsatlardan yararlanmak halklarımızın ve emekçilerin çıkarınadır

Yıllar önce ‘Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır’ demişti, Alman generali ve savaş uzmanı Carl von Clausewitz. Bölge üzerinde mücadele eden çeşitli güçlerin politikalarına baktığımızda bugünkü savaşın nasıl bir seyir alacağına dair ipuçlarını da bulabiliriz. Arap Baharının Suriye’de yolaçtığı gelişmeler, bölge ve uluslararası güçlerin müdahalesiyle karmaşık bir hal almış olsa da giderek çözüme yaklaşıldığını da görmekteyiz.

Bu çözümün nasıl olacağı sorusunun cevabı da bölgede mücadele eden güçlerin politikalarında saklıdır. ABD ve Rusya’nın politikaları, kısa vadede bölge halkları için büyük bir tehdit oluşturan DAİŞ çetelerinin yenilgiye uğratılması hedefine dönük olsa da esas meselenin bölgeye yeni bir biçim verme konusuna gelip dayandığını söyleyebiliriz. Suriye ve Irak’ın eski biçimleriyle ayakta kalmaları ve bölgede esen değişim rüzgarına karşı durmaları artık mümkün görünmemektedir. Bu ülkelerdeki değişim bölgeyi de derinden etkileyecek, gelişmelerin fitilini ateşleyecektir. Zaten mevcut politikalara baktığımızda da bu yola girildiğini ve geri dönüşün yollarının giderek daha çok kapandığını, tüm engelleme çabalarına rağmen bu yoldan gidileceğini ifade edebiliriz. Rusya ve ABD, koalisyon ortakları ile birlikte bölgedeki gelişmelere yön verecek yeni manevralar geliştirmektedirler. Bunların nasıl bir sonuç vereceği, bu güçler ile birlikte hareket eden bölgedeki aktörlerin yeni sürece müdahale düzeylerine göre de bir biçim alacaktır.

Musul’un DAİŞ çetelerinden temizlenmesi ve Rakka’da da başarılı bir savaşın yürütülmesi, bu insanlık düşmanı çetelerin büyük oranda zayıflatılması sonucunu doğuracaktır. Bu da DAİŞ sonrası için çözümün ne olacağına dair tartışmaların alevlenmesine yol açmaktadır. DAİŞ’e karşı mücadelenin en önemli aktörlerinden olan Rojava Kürtlerini nasıl bir gelecek beklemektedir sorusu da cevap beklemektedir. Bu konuda değişik görüşler dile getirilmekte ve Kürtlerin mücadelesi farklı bakış açılarıyla değerlendirilmektedir. Tek tek her görüşün üzerinde durmayacağız. Fakat, sürecin Kürtler açısından önemine ve izlenmesi gereken yola dair bazı temel konulara değinmeye çalışacağız. Kürtleri zorlu bir mücadelenin beklediğini ve bunun sadece savaş sahasında değil, uluslararası alanda da kendisini göstereceğini söylemek, gerçeğin dile getirilmesidir. Kürtler bu zorlu süreçten geçerken, yüz yıl önce yaşanan inkarın ve parçalanmışlığın mimarlarının aldatmaları da unutmamalıdırlar. Verilen ve yerine getirilmeyen sözler, bugün de Kürtler açısından sık sık yeni aldatmalar olacak endişesini beraberinde getirmektedir. Aldatılmamak için geçmişin zayıf ve örgütsüz Kürtlerinin yerine bu günün örgütlü ve güçlü Kürtlerini yaratmak gerekmektedir. Geçmiş ile karşılaştırıldığında Kürtlerin her parçada örgütlü olmaları ve mücadele kararlılıkları, eski Kürtlerin de değiştini göstermektedir. Eskinin zayıf ve güçsüz Kürdü gitmiş, onun yerine uluslararası kamuoyu desteğini de arkasına alan ve içeride de örgütlülüğünü pekiştirmeye devam eden Kürtler gelmiştir. Her parçanın kendi özgül koşullarını dikkate alarak değerlendirme yaptığımızda Kürtlerin küçümsenmeyecek gelişmeler yaşadıklarını ve yeni gelişmeşlerin de ateşleyicisi konumunda olduklarını görmekteyiz. Rojava mücadelesi, son yıllarda Kürtlerin mücadelesine yeni bir ivme kazandırdığı gibi, onu uluslararası alanda farklı bir yere de getirdi.

Kürt kadınının özgürlük mücadelesiKürtler, her ne kadar kendi içlerinde çeşitli siyasi görüş ve örgütlenmelere sahip olsalar da bu yeni sürece müdahale etmede önemli bir potansiyele de sahiptirler. Birlik konusunda hemen herkes hemfikir olsa da bu konuda engellerin aşılması kolay görünmüyor. Bunda çeşitli faktörler rol oynamakla birlikte esas meselenin siyasi görüş farklılıklarından kaynaklandığını ve nasıl bir Kürdistan sorusunun cevabında birbirine yakın pozisyonlara gelememekte yattığını söyleyebiliriz. PKK ve KDP arasında ulusal birlik konusunda varılacak uzlaşma, Kürdistan özgürlük mücadelesine yepyeni bir boyut kazandırmakla kalmayacak aynı zamanda büyük bir ivme kazanmasına da yol açacaktır. Her iki gücün de bunun gerçekliğinin farkında olduklarını açıklamalarından bilmekteyiz. Peki bunun önündeki engeller nelerdir? Geleceğe dönük görüş ayrılıklarının yanısıra sömürgeci devletlerin birliği önleme girişimlerinin de etkisi vardır. Kürt hareketlerin hem kendilerinden ve hem de bu güçlerden kaynaklanan sorunları aşmaları için bugün tarihi fırsatlar da doğmuştur. Bu fırsatların kullanılması ulusal birliğin güçlü bir temele kavuşturulması ile mümkündür. Bunun için de gereken bölge halklarının çıkarları temelinde uluslararası dengelerden yararlanabilmektir. Güney Kürdistan’daki fırsatların yanısıra Rojava’da da önemli kazanımların elde edileceği gelişmeler yaşanmaktadır.

Rojava Kürtlerini Neler Bekliyor?

Rojava kendine özgü koşullarda bir mücadele yürütmektedir. Buradaki gelişmeleri ve ittifakları kendi dinamikleri içerisinde değerlendirmek gerekmektedir. Rusya ve ABD’nin Suriye’de ateşkeste anlaşmaları ve çözüm için yeni öneriler ortaya atmaları, Rojava’yı nasıl bir gelecek bekliyor sorusunu da sıklıkla akıllara getirmektedir. ABD ve Rusya ile geliştirilen ilşkiler uzun vadede ne gibi sonuçlara yol açacaktır? Bölgede sıklıkla değişen dengeler ve güçler ilişkisinde bu konuda da değişikliklerin olması kaçınılmaz gibidir. Bunların nasıl bir biçim kazanacağı da bölgenin geleceğiyle yakın bağlantılıdır. Bölgedeki gelişmeler ile birlikte Suriye ve Irak’ta DAİŞ sonrasının kazanacağı yeni görünüm Kürtler açısından da değişikler getirecektir. Mevcut kazanımlarını daha ileri bir boyuta taşıyabilecekler mi? Bölgede demokrasi ve barışın getirilmesi ve korunmasında önemli rollerini oynamaya devam edecekler mi?

Rakka savaşı ile birlikte YPG’nin sadece Kürtler açısından değil, Suriye’nin geleceği için de önemli bir rol oynadığını görmekteyiz. Arap Baharı ve ardından DAİŞ’in saldırıları ile Suriye’de halkların başlatmadığı ve hazırlık da yapmadığı bir savaş ortaya çıkmıştır. Bu savaşa, sadece bölgesel güçler değil, uluslararası güçler de belirli bir müdahalede bulunmuşlardır. Başlangıçta Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın desteklediği DAİŞ çetelerinin insanlık düşmanı yüzü, uluslararası komuoyu tarafından görülememiş ve yeterince tavır alınamamıştır. Hatta bu çeteler, TC tarafından ’öfkeli gençler’ olarak yutturulmaya çalışılmıştır. YPG’nin Kobani direnişi ve bunun etrafında örgütlenen uluslararası destek, bu çetelerin yenilgiye uğratılması ile buradaki Kürtlerin mücadelesine uluslararası bir boyut kazandırmıştır. Bu aynı zamanda ABD’nin başını çektiği, DAİŞ karşıtı koalisyonun Kürtlerle ittifakının da yolunu açmıştır. Buradaki Kürt özgürlük güçlerinin DAİŞ ve benzeri çetelerin gericiliğine karşı önemli bir dayanak olduğu ve insanlığı temsil ettikleri görülmüştür.

İkinci dünya savaşında Nazilere karşı kurulan ve savaşın kazanılmasında belirleyici olan çok farklı kesimleri bir araya getiren cephe benzeri bir oluşumun burada da can bulduğunu görmekteyiz. DAİŞ ve benzeri çetelerin insanlık düşmanı saldırılarının geriletilmesi ve bunların yenilgiye uğratılması, tek başına, Kürtler ile Suriye ve Irak halklarının başa çıkacağı bir mücadele değildir. Bunun için uluslararası destek önemlidir. ABD ile veya Rusya ile girilen ittifaklar farklı taktiksel başarılar kazanmanın ve stratejik hedeflere yaklaşmanın yolunu da açmaktadır. Bu ittifakların ne kadar uzun vadeli olacağı gelişmelere yakından bağlıdır. Bazı sol çevreler ya da kendilerine solcu diyenler, DAİŞ karşıtlığında biraraya gelmeyi ABD emperyalizminin paralı askerleri olarak yorumlamaktalar. Bu tür değerlendirmelerin bölgenin gerçekliğinden ve uluslararası gelişmelerden kopuk değerlendirmeler olduğunu görmekteyiz. Bugün bu çatışmaların içerisinde olan ülkelerde gelişmiş bir sosyalizm ve demokrasi mücadelesi mevcut değildir. Ne Suriye, ne Irak, ne İran ve ne de Türkiye’de Kürt halkının bu haklı mücadelesine destek olacak güçlü bir demokrasi mücadelesi mevcut değildir. Kobani, Şengal ve diğer yerlerdeki DAİŞ saldırıları, Kürt halkının kendi özgücü ve bu uluslararası koalisyon sayesinde geriletilmiş ve yenilgiye uğratılmıştır. Bir halkın mücadelesini kendi özgül koşulları içerisinde ele almayıp ucuz değerlendirmelerle buna karşı çıkmak, Marksizm-Leninizm’i ve sosyalist politikayı yanlış anlamaktır. Bölge halklarının demokrasi ve sosyalizm yolunda ilerlemeleri gericiliğin geriletilmesi ile mümkün olabilir. Güncel çıkarlarla uzun vadeli çıkarların karıştırılması sonuçta halklarımıza kaybettirecektir.

SDG’nin öncülük ettiği mücadelenin, hem Rojava ve hem de Suriye’de son derece önemli gelişmelere yol açtığını bir çok çevre kabul etmektedir. Bu projenin hayata geçmesi bölge halkları açısından da yeni bir yolun açılması demek olacaktır. Kürtler ABD’yi değil, ABD Kürtleri ittifak gücü olarak seçmek zorunda kalmıştır. Kendi deyimleriyle DAİŞ’e karşı gerçek anlamda “savaşan en etkin güç” Kürtlerdir. İnsanlık bu beladan kurtulacaksa da bu Kürtlerin ve SDG içerisinde yer alan Arap ve diğer halklardan devrimcilerin, ilericilerin mücadelesiyle olacaktır. Bunu görmeleri bu ittifaka yönelmelerine yol açmıştır. Tabii ki ABD ve diğer güçlerin bölge üzerinde çeşitli hesapları vardır. Bu hesaplar, savaşa seyirci kalmakla veya DAİŞ belasının egemen olmasına karşı “bu hakların savaşı” değildir gibi ucuz değerlendirmelerle mücadele etmeyip köşelere çekilerek boşa çıkarılamaz. Barış ve demokrasinin yolu tüm fırsatlar kullanılarak açılmalıdır.

Bugün TC’nin de ABD ve koalisyon ortaklarına sunduğu ve bazı işbirlikçi ve TC’den destek bulan Kürtlerin de sarıldığı bir argüman da, YPG’nin PKK ile bağlantısı ve bunların Marksist ideolojilere sahip olmalarıdır. PKK programından sosyalizm hedefini çıkarmış değildir. Bu hedefe ve bunun için mücadeleye ilerde nasıl bir yön vereceğini şimdiden onlar adına bizim söylememiz mümkün değildir. Şu anki mevcut durumda ABD ile Suriye’deki savaş ortaklığı geçici bir görüntü arzetmektedir. Her ne kadar YPG ile uzun süreyi kapsayan bazı antlaşmalardan bahsedilse de bunlar, bölgenin değişen koşullarına göre farklılıklar da kazanacaktır. Burada önemli olanın sahada DAİŞ’e karşı mücadeleyi geliştirmek ve bu savaşta halkların birliğini pekiştirmektir. Nitekim SDG’nin başarısı bu konuda sonuç alıcı bir mücadele yürütüldüğünü göstermesi bakımından da önemlidir. SDG’nin kontrol ettiği bölgelerdeki yerel meclislerde halkların ortak yönetimine ve özellikle de kadınların söz sahibi olmalarına olanak veren demokratik adımlar atması önemli gelişmelerdir.

DAİŞ’in etkisizleştirilmesi sonrasında çok parçalı bir hal almış olan Suriye’de Rojava’nın kazanacağı statü ABD ve Rusya’nın yaklaşımlarına göre belirginlik kazanacaktır. Son zamanlarda gerek BM özel temsilcisi Mistura’nın açıklamaları ve gerekse de ABD ve Rusya’dan gelen açıklamalar, Rojava’nın belirli bir statü alacağı yönündedir. Burada TC ve İran gibi iki Kürt düşmanı rejimin yapacağı girişimlerin etkili olup olmayacağını da göreceğiz. Mistura’nın, “Suriyeli Kürtler gözardı edilmemeli” açıklamasına Rusya Dışişleri sözcüsü Mariya Zaharova’dan, “Bu süreçte Suriye’deki Kürt azınlığı önemli faktörlerden biri. Dolayısıyla onların görüşü de dikkate alınmalı.” değerlendirmesi eklendi. Uluslararası alanda yapılan bu tür açıklamalar Kürtlerin haklı mücadelesinin kabul gördüğü anlamına gelse de bunların Rojava’ya nasıl yansıyacağı ileriki günlerde daha da belirginlik kazanacaktır.

Kasr-ı Şirin’den Bu Yana Kürt Düşmanlığı

Kürdistan’ın tarihte ilk parçalanmışlığının 1639 Kasr-ı Şirin antlaşması ile Osmanlılar ve İran Safavi imparatorlukları arasında olduğunu biliyoruz. Kürtlerin bölgede kendi özgürlüklerine kavuşmaları önünde bu iki devletin tarihten gelen bu düşmanlıklarını bugün de sürdürdüklerini görmekteyiz. Güney ve Rojava Kürdistan’ın da Kürtlerin karşısına çıkan fırsatlardan yararlanmalarını engellemek için, hem kendi aralarında yeni işbirliklerine gitmekte ve hem de çeşitli güçleri Kürt özgürlük hareketine karşı kışkırtmaktadırlar. Tarihi bölünmüşlükteki ortaklıklarını bugün de sürdürmektedirler. Mesele Kürt düşmanlığı olduğunda kendi aralarındaki çatışmaları bir kenara bırakmaktadırlar. TC sunni cephenin bir parçası olarak İran’ın şii egemenliğine karşı DAİŞ ve benzeri çetelerle bir savaş yürütmekte de olsa Kürtlere gelince bu çelişkiler unutulmaktadır.

Bölge yeni bir biçim alırken Kürtlerin yeniden eli boş kalmaları için, bu her iki devletin şu an yürüttükleri politika, Kürt düşmanlığı ekseninde birleşmiş durumdadır. Bu politikaların boşa çıkarılması uluslararası güçlerin Kürt halkından yana tavır almalarını sağlamakla mümkün olabilir. Halkların ortak mücadelesi yükseldikçe bu tür oyunların boşa çıkma şansı daha da büyük olacaktır. Bu her iki devlet, şu anki politikaları ile sadece Kürt düşmanlığı yapmakla sınırlı kalmamaktalar aynı zaman da mezhep ağırlıklı ve bunları karşı karşıya getiren kışkırtmalarla, tehlikeli bir oyunun içerisindedirler de.

Kürtler, çok çeşitlilik arzeden bir bölgede her bir gücün kendi çıkarları ile savaşa müdahil olduğu bir ortamda varolma mücadelesi vermektedirler. Bu mücadelenin bildiğimiz ulusal kurtuluş mücadelelerinden ayrı ve kendi özel koşullarına göre bir yol izlemesi gerektiği de açıktır. Güçler çok çabuk değişkenlik göstermektedirler. Mücadele ilerledikçe daha kesin sınırlara kavuşacağı ve netleşeceği şimdiden görülebilmektedir. TC ve İran’ın politikaları ile birlikte diğer devletlerin de neler yaptıklarını ve bunların mücadeleye etkilerini gözardı etmemek önem taşımaktadır.

Güney Kürdistan’da Bağımsızlık Referandumu

Referandumu Kürtler bulmadı. Dünyada bir çok halk çeşitli vesilelerle belirli konularda görüşlerini açıklamak için oylamaya gitmiştir. Bildiğimiz kadarıyla belki de Kürdistan tarihinde bir ilk olarak, bir parçanın Kürtleri kendi özgür iradeleriyle bir oylama gerçekleştirecekler. 25 Eylül’de yapılması planlanan referandumun yapılıp yapılmayacağı üzerine tartışmalar sürerken sonuçları ve olası etkileri karşısında nasıl bir tavır alınması gerektiği de gündemden düşmemektedir.

Referandumdan çıkacak evet sonucunun eşittir bağımsızlık olmayacağını organize edenler de söylüyorlar. Bu, sadece Kürt halkının dünyaya kendi kaderi üzerinde söz sahibi olmak istediğini duyurmak olarak da görülebilir. Uzun zamandır gündemi meşgul eden bir adımdı. Hazırlıklarının tam yapılıp yapılmadığı tartışılabilir. Tam bir birlik görüntüsü sunmayan güneyli güçlerin, bu konuda uzun yılları hiç de verimli kullanmadıklarını söyleyebiliriz. Parlamentonun çalışmadığı ve bir çok demokratik hakkın kanunlarla garanti altına alınmadığı bir durum yaşanmaktadır. Kısa zaman içerisinde bu konularda olumlu adımların atılması referandumu daha da anlamlaştıracaktır. Geçmiş deney bu konularda olumlu bir görüş belirtmemize engel olsa da yine de belki bazı güzel şeylerin yaşanabileceğini ummaktan da kendimizi geri alamıyoruz. Eksiklikler, Kürt halkının kendi kaderi hakkında kendisinin karar vermesi önünde engel değildir. Genel olarak bölgede çıkarları bozulan güçler referanduma karşı tavır almaktadırlar. TC ve İran’ın düşmanca tavırları bunların kendi egemenliklerinin de sarsıldığını görmelerinden kaynaklanmaktadır. ABD, Rusya ve diğer uluslararsı güçler konuya temkinli yaklaşmaktalar. Kürtlerin haklarını savunmakla birlikte mevcut statükonun devamından yana görüş bildirmektedirler. Barzani’nin “Bize yüzyıl önce verilen sözler tutulmalı” çıkışı bu çevrelerde nasıl bir karşılık bulacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. ABD’nin politik bir değişikliğe gidebileceğini belirten James Jeffrey’nin “ABD, Irak politikasını değiştirmek istemiyor. İran’ın Irak’taki etkinliğinin artması ile birlikte ABD, bağımsız Kürdistan’a ilişkin politikasını gözden geçirmek zorunda kalabileceğini” söylemesi Kürdistan konusunda önümüzdeki günlerde yeni gelişmelerin yaşanabileceğine de işarettir.

Bu refarandum ilanı bir tartışmayı da alevlendirdi. Kuzey Kürdistan’a etkisi ne olacak? ‘Vatan bölünüyor, elden gidiyor’ teraneleriyle ulusalcı çevreleri ve Kemalistleri de yanına alan rejim, bu kez, “ikinci İsrail kuruluyor” teziyle güneyde olası bir bağımsız Kürdistan’a karşı çıkmaya çalışıyorlar. Böylelikle yeni korkular yaratarak, Kürt düşmanlığını yaygınlaştırmak istiyorlar. Ulusalcı, Kemalist ve bazı solcuların Kürdistan karşıtlığı ile rejimin yedeğine geçmeleri bunların iflah olmaz Kürt karşıtlığından ileri gelmektedir. Hemen belirtelim: Bir çoklarının dillerine doladıkları, “Kürdistan’ın kurulması, ikinci bir İsrail olacaktır” yaklaşımı da Kürt düşmanlığının bir başka versiyonudur. Kürdistan ikinci bir İsrail olmayacaktır. İsrail’in ortaya çıktığı koşullarla bugünkü koşullar tamamen farklıdır. Kürtler, yüz yıldır kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmak ve özgürce yaşamak için mücadele etmektedirler. Başka halkları topraklarından çıkarmadıkları gibi, yayılmacı bir amaç da taşımamaktadırlar. Kaldı ki bugün İsrail-Filistin çatışması da farklı bir boyut kazanmış ve her iki halkın birlikte yaşamalarından başka bir şansları da yoktur. Ve çok arzuladıkları barış da ancak bu şekilde gelir. Bu tür değerlendirmeler geçmişin kafalarda kalan algısına takılıp Kürt düşmanlığı yapmanın bir başka biçimidir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler