Mücadelenin içinde öğrenmek
Sovyet yazarı Nikolay Alekseyeviç Ostrovskiy ‘in “Ve Çeliğe Su Verildi” adlı eserini okudunuz mu? Yazar, “Bugünkü Ukrayna’nın Rovno bölgesinde bir köyde dünyaya geldi. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Pek çok işte çalıştı. Kızıl Ordu saflarında iç savaşa katıldı. Yaralandı. Sağlığı ayakta çalışmasına elvermeyecek derecede kötüleştiği zaman kendisini yazmaya verdi. 1935 yılında Lenin Nişanı aldı. İç savaştan kalan yaralar ve hastalıklara karşı verdiği mücadeleyi 32 yaşında kaybetti.
Ve Çeliğe Su Verildi’nin baş kişisi yazarın otobiyografik niteliklerini barındıran Pavel Korçagin’dir. Ostrovski sosyalizm ülküsünü, proleter ahlakı ve çalışma disiplinini Korçagin’de somutlamıştır. Bu karakter, döneminde Sovyetler Birliği’nde çok popüler olmuş ve sosyalist emeğin ve çalışma azminin sembollerinden birisi haline gelmiştir.” Vikipedi
Zamanımın çoğu, fabrikada geçiyor. Her ay yaklaşık 15 gün mesaiye kalıyorum. Asgari ücretin durumu ortada. Asgari ücretten biraz daha fazla aylık alıyorum. Buna ek mesailerden aldığım ücret de eklenince çoğu arkadaşlarımdan daha iyi bir ücret almış oluyorum. Burada sınıfımızın bilincini almış arkadaşlarımın olması her şeye değer. Çalışmaya ayrı bir keyif ve sosyal ilişkilere dostane bir hava veriyor. Yemek saatinde, çay molasında ve iş çıkışında birbirimizi bekliyoruz. Özellikle kadın ve kız arkadaşlarımız gelmeden ve onları görmeden arabaya binmek istemiyoruz. Fırsat buldukça çoğunlukla tatil günlerinde birbirimize misafir oluyoruz. Eş ve çocuklarımız bu buluşmalarda birbiriyle tanıştılar, arkadaş oldular. Herhangi birimizin bir sıkıntısı olduğu zaman önce iş arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Beraber çalışıyor ve üretiyoruz. Ortalama günde 10 saat çalışmamıza rağmen rahat geçinemiyoruz. Halbuki her çalışan insan bu çalışma karşılığında doyurucu bir ücret almalıdır. Konut, yiyecek ve giyim ihtiyaçlarını rahatlıkla çözmeli ve sosyal faaliyetlerini rahatlıkla yapabilmelidir. Elektrik, doğalgaz, yakacak, su, telefon ve internet faturalarını hiç zorlanmadan ödeyebilmelidir. Kitap, dergi ve gazete almak ve okumak gibi bir sorunu olmamalıdır. Bunlar asgari ihtiyaçlardır. Bunları rahat karşılamayan bir asgari ücret, gerçekçi bir Asgari Ücret olamaz.
Ortada bir haksızlık var. Patron-işçi farkı, bir eşitsizliği ifade ediyor. Biri üretim araçlarına sahip olan KAPİTALİST, diğeri ise işgücüne sahip olan PROLETER. “Sınıf” farkı olunca, yaşam farkı, düşünce farkı da oluşuyor. Her insan dayandığı sınıfın gerçekliğiyle politik kimlik kazanıyor.
Çay molasında Zuhal arkadaş, “Kışın, bahar bir gelseydi etimizi, ekmeğimizi, sebze ve meyvemizi alır pikniğe gider, bir gün geçirirdik, diyordum. Bahar geldi, havalar güzel. Bu sefer de biz o imkanı yakalayamıyoruz.” dedi.
Çay molasında Şakran Cezaevi’nde 18 yıldan beri yatmakta olan PKK hükümlüsü arkadaşımın hafta başında elime geçen mektubunu arkadaşlara okumak için Dilek’e uzattım. Mektup okununca kimseden çıt yok. Mektup, “Özgür günlerde buluşmak dileğiyle.” sözleriyle noktalanıyordu. Özgürlük, tutsak insanlar için ayrı bir anlam taşır, emek ise işçiler için.
Sendikalar, bizim okulumuzdur. Ekonomik mücadele için büyük bir araçtır. İşçilerin öz örgütüdür. Bunun için sendikal örgütlenmeye çok önem vermeliyiz. İşçi kardeşinin hakkı için iyi mücadele veren sendikacıyı her işçi sever. Gazetelerden örgütlendikleri veya sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin haberlerine sık rastlamaktayız. Kendimiz için çalışmayıp da patronların yalakası mı olalım?
Açlığın, yoksulluğun ve katliamların olmadığı demokratik bir yaşam, hepimizin ortak özlemidir. Demokrasi kendiliğinden oluşur mu? Toplumların tarihine baktığımızda ezenezilen, köle ve köle sahipleri, kapitalistler ve işçi sınıfı diye üretim güçleri karşısında çıkarları ayrı olan “Sosyal Sınıflar” ortaya çıkmıştır. Son dönemlere kadar bu gerçeğe farklı yorumlar getiren bilim adamlarının çalışmalarının karşısına Karl Marks, “şimdiye kadar filozoflar dünyayı değişik yorumladılar. Önemli olan onu değiştirmektir. İnsanlığın tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.” diyerek tartışmalara son noktayı koydu. Kapitalistler, K. Marks’tan çok korkarlar. K. Marks’tan “O sakallı denilen bela” diye söz ederler. K. Marks, büyük bir öğretmenimizdir. O’ndan çok şey öğrendik, öğreneceğimiz daha çok şey var.
Yaşamdan biliyoruz ki “işçi sınıfının öğretisi”ni özümsememiş işçi, işçi değildir. O, sadece çalışır, üretir ama yaşamın değişmesine ve kollektifleşmesine katkı yapamaz. İşçi sınıfının öğretisini özümseyen devrimci bir işçi, her zaman kendisini yeniler. Ekonomik ve demokratik hakları için sendikada örgütlenir. Sosyal yaşamın değişmesi ve sıçrama yapması için işçi sınıfının politik öncüsü olan Parti’ye yakınlık duyar ve onunla bağ kurar
Demokratik ve sömürüsüz bir toplum düzeni, devrimci ideallere sahip bireylerin gücüyle kurulacaktır. Bu duyguyla 1 Mayıs kutlamasına işçi tulumlarımı giyerek katılacağım, eşim ilerici, devrimci ve yurtsever bir kadın olmanın sembolü olan kırmızı çatkısını başına bağlayarak, çocuğumuz ise eline kırmızı karanfil alarak...