Onbeşler Katli Ve Kıssadan Hisse…
TKP Liderliğinin Ayırdedici Yanı
10 Eylül 1920’de, Bakü’de Türkiye Komünist Partisi’ni (Türkiye Komünist Fırkası’nı) kuran Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ayırdedici siyasi özelliği; ülkenin işgalden ve İmparatorluğu Payitaht Anadolu topraklarının işgal edilebildiği bir çöküşe götüren saltanat ve hilafetten kurtuluşa önderlik etme kararlılığıdır.
İşgale karşı mücadele başta olmak üzere demokratik görevleri burjuvazinin işi olarak gören, kendisini bu esnada demokratik devrim programını gerçekleştirmekte olan burjuva önderliğin destekçisi konumuna yerleştiren bir bakış açısı ile Mustafa Suphi ve yoldaşlarının bakışı arasında zerre ilişki yoktur.
Peki, bu özgüveni güçlü bakış açısı, ülke içinde İstanbul, Bursa, İzmir, Adana gibi şehirlerde, demiryolu boylarında gelişmekte olan sanayiye, büyük çaplı tarım ve ticarete ve bu zeminde büyümekte olan henüz hayli cılız durumdaki işçi sınıfına mı dayanıyordu? Veya Anadolu’ya geçerken Ankara Hükümetine güvenerek mi yola çıktılar?
Genellikle Mustafa Suphi ve yoldaşlarının bu kararlılığını temelsiz bulan, keşke öyle yapmasalardı diye hayıflanan bir siyasal akıl 1921’den bu yana aynı hayıflanma cümlelerini kurup durmaktadır.
1920 sonu ile 1921 Şubat’ının 21’i arasında, yaklaşık üç ay içinde yaşanan kelimenin tam anlamıyla “savaş içinde savaş” üzerine bilgi sahibi olduğumuzda hayıflanmak, üzülmek veya bu kararı burjuvaziye güvene dayalı bir hayalcilik/acemilik olarak görmek yerine, alınması gereken tutumun tam olarak Onbeşler’in tutumu olduğu apaçık ortaya çıkar. Elbette yola çıkışın pratik yönleri konuşulabilir, ama yola çıkış doğrudur.
Devrimci Dalga ve Burjuvazinin Cinayet Refleksi
Önce o günün dünyasındaki Büyük Ekim Devrimi ile zirvesine ulaşan ve Avrupa’da, başarısızlıkla sonuçlansa da büyük devrimci kalkışmalara yol açan devrimci kabarışı görmek gerekir. Almanya’da işçi ve asker konseylerinin ortaya çıkışını; Almanya devriminin yarattığı büyük heyecanı ve devrim yenilgiye uğrayınca Rosa Luxemburg’un ve Karl Liebknecht’in siyasi cinayetlerle yokedilmelerini hatırlayalım.
(Fırsatınız olursa Julide Kural’ın “Ben Rosa Lüksemburg” oyununu izlemenizi öneririm. Topluca giderseniz daha da iyi olur)
Burjuva Avrupa’nın Komünistlere karşı sınır tanımayan cinayet geleneği Paris Komünü’nün yenilgiyle sonuçlanmasından sonra olduğu gibi, Ekim Devrimiyle birlikte yükselen Avrupa’daki devrimci dalganın geri çekilmeye başlamasıyla komünist önderlere, öncü işçilere, ilerici aydınlara karşı linç kampanyalarıyla, cinayetlerle yöneldi.
Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının Dünyası
Mustafa Suphi ve yoldaşları Ekim Devrimi içinde devrimci oldular, partiyi devrimi takip eden emperyalist kuşatmanın, ateşin ve ihanetin içinde kurdular. Devrimden öğrendiler.
Ama Osmanlı topraklarında, daha iktidara tırmanma sürecindeyken, burjuva siyasetin, İttihatçı kanadının da, liberallerin de yola siyasi cinayetlerle çıktığını gören, yaşayan bir kuşaktan sözediyoruz. Balkanlarda başlayan siyasi cinayetler süreci, 23 Ocak 1913’te Bab-ı Ali Baskını adıyla bilinen ve Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın öldürülmesi ve Kamil Paşa hükümetinin iktidarı bırakmasıyla sonuçlanan askeri darbeyle ve İttihat ve Terakki Hükümeti’nin sadrazamı Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran’da suikast sonucu ölümüyle devam etti. Siyasi cinayetlerin gazeteci ve daha az ünlü sivillere yönelik olanlarını anmaya bile gerek yok.
Dolayısıyla büyük bir imparatorluğun bünyesinde burjuvazinin iktidara yürüdüğü, bürokrasinin yükseldiği, büyük emperyal devletler arasındaki rekabet ve işbirliği ilşkilerinin siyasi ve toplumsal hayatın her anını şekillendirdiği, son derece hızlanmış bir tarihi dönem içinde politikleşmiş bir kadrodan söz ettiğimizin farkında olmalıyız.
Yola Çıktıklarında Nasıl Bir Ülkeye Geliyorlardı?
Ekim Devrimi Avrupa’yı etkilediği kadar Çin’i de, Hindistan’ı da, Orta Asya topraklarını da etkisi altına aldı. Şanghay proletaryası da, Sultan Galiyef’in şahsında Asya’nın müslüman Türkleri de Bolşevizmden ilham aldılar. Yenildiler, zaman zaman yendiler, devrim süreçlerini bu ilhamla geliştirdiler; devrimci geleneklerini bu ilhamla yürüttükleri mücadeleler içinde oluşturdular.
Ekim Devrimi Dünya proletaryasına olduğu kadar sömürgeciliğe karşı mücadele eden mazlum halkların da umudu ve cesaret kaynağı oldu.
Peki Dünya çapında bütün ezilenlere ilham kaynağı olan Ekim Devrimi, işgal altındaki Anadolu’da nasıl bir etki yarattı?
Birincisi, Mondros Mütarekesi sonrasında ortaya çıkan ve 1918-20 arasında varlığını sürdüren 4 Kongre sistemine işaret etmek gerekir. Bunlar Elviye-i Selase (Kars, Ardahan, Batum), Trabzon-Erzurum, Batı Anadolu ve Trakya Kongre gruplarıdır. Özellikle Doğu’dakiler kendilerini Şura Hükümeti olarak adlandırmaktadır. Tamamı merkezi hükümetten bağımsızdır ve kendilerini “cumhuriyet” olarak adlandırmaktadırlar. (Geniş bilgi ve belge için Bülent Tanör’ün Türkiye’de Kongre İktidarları 1918-20 adlı kitabını öneririm.)
İkinci önemli gelişme Çerkes Ethem liderliğindeki Kuva-i Seyyare’dir. Batıda Yunan ilerleyişini durduran ve o çatışma ortamında, içinde “Yarın” adlı gazeteyi çıkaran komünist Arif Oruç gibi isimlerin de bulunduğu bu kuvvet; Ali Fuat Cebesoy gibi yüksek rütbeli düzenli ordu kadrolarını da etkilemiş ve Kemalist önderlik bu gücün kendisinden olduğu kadar, yarattığı etkiden de büyük rahatsızlık duymuştur.
Mustafa Suphi ve yoldaşları yola çıkma kararı verdiklerinde işgale karşı askeri mücadelenin omurgası Çerkes Ethem güçleriydi.
Üçüncüsü Ankara’da Birinci Meclis’te, “Halk Zümresi” adıyla bir grup oluştu. Bu gruptan Tokat Mebusu Nazım Bey Dahiliye Nezaretine aday olduğunda Mustafa Kemal’in gösterdiği adaydan fazla oy aldı. Mustafa Kemal araya aracılar koyarak Nazım Beyin çekilmesini sağladı. Ama bir süre sonra, “savaş içinde savaş” gelişirken, tasfiye TBMM içindeki Halk Zümresine ve onun içinde yeralan isimlere geldi. Bu amaçla Nazım Bey için TBMM’de gizli bir celse düzenlenecek ve söz alan bugünün AKP-MHP-İYİ Partili siyasetçilerin büyük dedeleri onun dokunulmazlığının kaldırılması yönündeki İstiklal Mahkemesi talebi yönünde konuşacaklardı. Konuşmacılar Nazım Bey’in hafi (gizli) Türkiye Komünist Partisinin (TKP’nin) örgütleyicilerinden olduğunu tekrarladılar ve dokunulmazlık kaldırıldı. Ancak bu arada Türkiye Komünist Partisi’nin memleket sathında gizlice örgütlenmekte olduğuna dair de mebus beyler bilgiler vermektedirler. Bu bilgi için İş Bankası Kültür yayınlarından çıkan “TBMM Gizli Celse Zabıtları Cilt I”de s. 356-363, 21 Kanunisani 2021 tarihli oturum zabıtlarını okumanızı öneririm. 3. Basım, Kasım 1999.
Dördüncüsü İstanbul’dan Anadoluya asker, silah ve mühimmat kaçıran örgütler içinde de komünistler vardır ve etkilidir.
Kısacası Mustafa Suphi ve yoldaşları böyle bir Anadolu’ya; iyi kötü bu gelişmelerden haberdar olarak gelmekte ve bu potansiyeli örgütleyerek ulusal kurtuluş mücadelesini toplumsal kurtuluş rotasına sokmayı amaçlamaktaydı.
Su Uyur, Düşman Uyumaz
Ancak Kemalizm de Ekim Devrimi’ni görmekte; Bolşeviklerin emperyalist kuşatma ve iç savaş koşullarında Ankara Hükümeti’ne yaptığı askeri ve mali yardımı minnetle değil; endişeyle ve düşmanca planlar yaparak karşılamaktadır. Mustafa Suphileri ise Bolşevik devrimin Anadoluya taşınmasının öncüleri olarak değerlendirmektedir.
Kadir Mısırlı adındaki şeriatçı yazarın “Keşke Yunan galip gelseydi” cümlesi, siyasal islamın vatanseverlikle ilgisinin olmadığını anlatan bir örnek olarak çok tekrar edildi. “Teşkilat-ı Mahsusa”nın ve son yıllarında MİT’in tarihçisi Cemal Kutay ise Mustafa Suphilerin katledilmesiyle ilgili olarak, Mayıs 1968’de, Tarih Sohbetleri Mecmuası’nın 8. Sayısında şöyle söylemektedir:
“Onları Ankara’ya sokmamak, Yunan’ı denize dökmekten daha hayati şart olmuştu.”
“.. Ve bu şerefli vatan vazifesini nefislerine layık görenler, 28 Ocak 1921 gecesi, Trabzon açıklarında Mustafa Suphi ile on beş yoldaşının cesedini Karadeniz’in dalgalarına teslim ettiler.”
Peki Kemalist önderlik, bu cinayete nasıl karar verdi?
İşte Nazım’ın “tarih sınıfların mücadelesidir” dediği yere geldik.
Londra Konferansı’ndan Önceki 3 Ay
Sevr Anlaşması’nda kimi düzeltmeler yapmak maksadıyla 21 Şubat 2021 tarihinde toplanacak Londra Konferansı’na İstanbul Hükümetiyle birlikte, İstanbul hükümetinin önerisi ve İtalyan hükümeti üzerinden yapılan davetle Ankara Hükümeti’nin de delege göndermesi kararlaştırıldı.
Bu daveti alan Ankara 27 Aralık 1920 - 23 Ocak 1921 arasındaki yaklaşık bir aylık sürede, Kuva-i Seyyare üzerine yürüdü. Düzenli orduyla çatışmaya girmeden çekilen ve Yunan ordusu ile düzenli ordu birlikleri arasında kalınca kendisini dağıtan Kuva-ı Seyyare’yi tasfiye etti.
TBMM’nin 17 Ocak 1921 tarihli gizli celsesi komünizm gündemiyle gerçekleştirildi. Mustafa Kemal bu oturumda yaptığı konuşmada Sovyetlerle ilişkiler, Şark siyaseti, Komünizm, sahte TKP ve Mustafa Suphi ile ilgili görüşlerini açıkladı. Bu konuşma hem cinayetin nasıl planlandığını, hem de sorumluluğun bizzat M. Kemal tarafından Kazım Karabekir’in üstüne nasıl yıkılmak istendiğini ortaya koyan bir konuşmadır.
Bu konuşmayla birlikte Seyh Servet adlı mebus başta olmak üzere Anadolu’da zaten geniş bir istihbarat ağı ile belirlenmeye çalışılan Türkiye Komünist Fırkası (Partisi) ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF) taraftarları bürokrasiden ayıklanmış ve çok sayıda siyasi cinayet gerçekleşmiştir.
Doğu cephesinde Kazım Karabekir, Ankara tarafından ısrarla sıkıştırılarak, Misak-ı Milli sınırları içinde yer almayan ve Bolşevik ordusu generali Orjonikidze’nin “savaş sebebi” sayacağını açıkladığı Batum’u işgale zorlanmış, Londra Konferansının başlamasından birkaç gün önce işgal gerçekleşmiş ve Kızıl Ordu Batum’daki işgal gücünü kuşatmıştır.
Son olarak Ali Fuat Cebesoy Başkanlığında, Sovyet Hükümetiyle dostluk anlaşması imzalamak amacıyla Moskova’ya giden heyet, Ankara’dan gelen “imzayı atmayın oyalama yapın” talimatıyla vakit geçirmektedir.
Ve asıl önemlisi bu kapsamlı cinayet ve tasfiye kampanyasının ardından, M. Kemal’in yakın ekibinden Adana mebusu Bekir Sami Bey başkanlığındaki heyet Londra’ya, TBMM’nin talimatından farklı olarak, Mustafa Kemal’in verdiği talimatla gitmiştir.
Ankara’nın kulağı Londra’dan gelecek haberdedir.
Haber gecikmez.
Bekir Sami Bey İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Lord Curzon ile 2,5 saat süren, gizli ve zabıt tutulmamasını istedikleri bir toplantı yapmış ve burada Mustafa Kemal’e atfen, “siz Yunanistan’a desteğinizi kesin, biz de silahlarımızı şarka (Sovyetler’e) çevirelim” teklifini yapmıştır. İngiltere tarafı hem bu teklifi reddetmiş, hem de gizlice tutulan zabıtları başta Sovyet heyeti olmak üzere bütün taraflara servis etmiştir.
Bu haberin gelmesiyle Batum işgaline son verilmiştir.
Moskova’daki heyet Barış ve Dostluk anlaşmasını süratle imzalamıştır.
Bütün bunları 1921 yılının Aralık ayının 13’ünde, yine TBMM’deki Gizli Celsede Aydın Mebusu Mazhar Bey’in konuşmasından öğreniyoruz.
Peki bütün bu anlatılanlar, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, çok şaşırtıcı geliyor mu?
Yazının son sözü şudur:
“yoldaş
bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 Kanunisani’yi unutma”