Parlamentonun Rengi Laciverttir, Sokağın Rengi İse Kızıldır!

Parlamentonun Rengi Laciverttir, Sokağın Rengi İse Kızıldır!

Emek ve Özgürlük İttifakı

Parlamento denince insanın gözlerinin önünde Ankara şehri canlanır. İlkin orayı mesken eyleyen lacivert renginden pırıl pırıl bir takım giymiş, beyaz gömlek üstüne kravat bağlamış, kemeri ve ayakkabısı pahalı deriden, sinekkaydı tıraşlı, memur tipli göbekli zatlar akla geliverir.

Sokak ise üstü başı yırtık pırtık, saç sakal birbirine karışmış, gelişigüzel yürüyen, ağız dolusu gülen, avazca bağrışan, elleri nasırlı, bedeninde yara izleri, ahu gözleriyle bakan, güzelliğe, ekmeğe, kitaba, aşka ve sevdaya aç ve barışa susamış halk yığınlarını ve onların bağrına bastığı mukaddesat toprağı akla düşürmekte. Ve parlamentonun yeri bellidir, hareket alanı ve oyunun kuralları da. Peki! Sokak da böyle midir? Sokak, sonsuz bir özgürlüğü, yenilmez bir direnişçiliği, rengarenk insanların gümbür gümbür akışını, milyonların haykırışını çağrıştırmakta ve onlarla anlam kazanmakta. Sokak dili, sokak kabadayısı, sokak kavgası, sokak kedisi vb gibi başına geldiği her varlığı kendine has bir niteliğe büründürmekte. Bizim burada asıl belirterek vurgulamak istediğimiz sokak kavramının politik niteliği ve yenilikçi-dönüştürücü-devrimci içeriğidir. Toplumsal olarak ‘sokak’ halkı ifade etmektedir. İşçileri, işsizleri, kadınları, gençleri, yoksulları, zavallıları, dilencileri, yardıma muhtaç insanları…

Sokak, dünyanın her yerinde ve her zaman politik mücadele için turnusol bir işlev görmekte. İçerde masa başlarında konuşulanların pratik karşılığının olup olmadığının somutlandığı yerdir, sokak. Hani adına dilbaz dediğimiz kimi insanlar vardır, masa başında hiçbir engel ve tepkiyle karşılanmadan avaz avaz bağrışır konuşur, yumruğunu sertçe kaldırıp masaya vurur, masa gümbürdeyerek nerdeyse çatır çatır kırılıp dağılacak gibi olur, etraftakiler ürperir, tüyleri diken diken olur, gözleri açılır, pürdikkat kesilir, ortamı bir heyecan sarar. Ve dilbazın konuşması bitince onu dinleyenler birbirlerinin gözlerinin içine şaşkın bakıp dudak kıpırdamaktayken köşede oturmakta olan sakin, gösterişsiz ve sıradan biri, “Haydi, sokağa çıkalım!” deyince dilbazın cevabı hazır ve nazırdır: “Benim işim var.” der. Biri gel görev al!” dediğinde de yine cevap vermekten gecikmez. “Benim sabit bir yerim yok. Ben bugün buradayım, yarın bir başka yerdeyim.” Burada kalın hatlarıyla bir insan tipinin fotoğrafını ortaya koyduk. Her zaman olduğu gibi günümüzde de bu tip insanlar ‘sahte kahramanlar’ karşımıza çıkmaktadır. Emek-sermaye temel çelişkisini bağrında taşıyan özel mülkiyet üzerinde kurulu bulunan kapitalizm var oldukça cambazlığın, riyakarlığın, tembelliğin, adaletsizliğin ve insanın insana yabancılaşmasının sonu gelmeyecek. Birilerinin zevki sefası için bir çoğunluk ezilecek, ekmeğe aşa, havaya suya muhtaç olacak. Milyonlarca genç, kadın, işçi ve emekçi hayal kırıklığına uğrayarak dünyası kararacak bunalıma sürüklenecektir. Ama bilinmelidir ki bu bir kader değildir. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Her şeyin bir nedeni var, her nedenin de bir sonucu olur. Biz lafı çok uzatmadan ülkemizin içine sürüklendiği, halklarımızın içinde debelendiği bugünkü duruma gelelim!

Halk arasında birileri net konuşmayıp lafını evirip çevirdiğinde mecaz anlamda ’politika yapıyor’ denmekte. Bu durumda bu söz aynı zamanda bir güvensizliği de tarif etmekte. Oysa sosyolojik anlamıyla politika kavramı toplumda iktidar mücadelesini tarifler. Aydınların, işçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin politik mücadele vermediği bir toplumda bir ülkede cahiller, haramiler, çıkarcılar, benciller politikada rol oynar. Toplumu ve ülkeyi yönetir. Bugün 85 milyona yakın ülke nüfusunun yüzde kaçı politikaya ilgi duyuyor, politik mücadele veriyor? Devrimci-demokratik mücadelenin saflarında kaç kişi var? Yürekten inanarak, kelleyi koltukta taşıyarak, etten kemikten birliğini sağlamış, dayanışmasını örmüş ve güçlü bir ruhla çalışan ve karanlığın, gericiliğin, sermaye sınıfının her türlü barikatını aşabilecek olan halk kitleleri tek umuttur, tek alternatiftir. Ülke gerçeğine baktığımızda görünen şudur: Kürt halkı muazzam örgütlüdür. Mezopotamya’nın sokakları sıcak ve hareketli! Halkın demokratik mücadelesi günbegün kabarmakta… AKP-MHP ve Saray iktidarının ve devletin bütün baskı, inkar ve asimilasyon politikalarına karşı Kürt halkı gücünü sokaktan almaktadır. Ezici bir çoğunlukla yerel seçimleri kazanmasının ardından kısa bir süre sonra Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi yöneticilerinin görevden alınarak kayyımların atanmasıyla Kürt halkı bir adım bile geri adım atmadı ve mücadele ruhunu yitirmedi. Dahası seçilmiş parlamenterlerinin dokunulmazlığı kaldırılarak rehin alınmasına rağmen öz gücüne inandı inanmaktadır. Kapitalizmde devrimci-demokratik mücadele için her alanının ve her mücadele biçiminin kendine has bir önemi vardır.  Hiçbir mücadele yöntemi ne mutlaklaştırılmalı ne de inkar edilmeli veya bir kenara bırakılmalı. Burada belirleyici olan öznel ve nesnel koşullara uygun bir pratiğin sergilenmesidir.

Bugün halk yığınlarının bir çoğunluğu politik bakımdan mattır. Büyük bir çoğunluk hala AKP-MHP iktidarından medet umuyor. Sarayın görkemine bakıp şaşıyor. Son model arabalara, lüks yatlara, duble yollara, hava alanlarına, gökdelenlere, tüketimin albenisine bakıp hayranlık duyuyor. Politik bilinci olmayan milyonlarca ‘kararsız’ seçmeni yine nice karanlık tuzak beklemekte… Bunca labirentin içinde sokak ortasında yanan ateşlerin kızıl alevleri umut saçmakta. Sermaye sınıfının eliyle kurulan onun ekonomik politik çıkarını savunan devlet biçimlendirdiği TBMM’nin varlığıyla demokrasiye kılıf biçiyor. Halkların oylarıyla seçilerek TBMM’ne giden parlamenterler önceden belirlenmiş kurallarla oyun oynuyor. Oyunun kurallarına göre sahada top koşturmayanlar dışlanmakta, yalnızlaştırılmakta, halkların gözünde değersizleştirilmek için her türlü alavere dalavereye başvurulmakta. Devlet bu yöntemle de sonuç almadığı zaman ‘aykırı’ parlamenterleri TBMM’den atıp temizlemek için onları cezalandırma yoluna başvurarak ilkin dokunulmazlıklarını kaldırmakta ardından da haklarında dava açarak cezalandırmaktadır. Bugün istisnalar hariç egemen Kemalist burjuva sistemine karşı demokratik halk mücadelesinin yolunu seçerek oyunun kurallarını bozan HDP vekilleri bir bir tasfiye edilmektedir. Bunun son örneği Semra Güzel’dir. Kürt halkının iradesiyle seçilen Semra Güzel, provokasyonla kirli oyunlarla rehin alınarak cezaevine konuldu. Onlarca HDP’li vekile yapılanlar gibi.

Halklarımızın iradesinin gasp edilmesi, Meclisten atılması devlet, sermaye sınıfı ve AKP-MHP iktidarı için kolay olabilir. Çünkü Meclisin kurucusu sahibi sermaye sınıfıdır, onun tekçi Kemalist iktidarlarıdır. Bu onlar için bir tabudur, bir bekadır, olmazsa olmazdır. Onun içindir ki HDP vekillerinin Meclise sunduğu hiçbir önerge kabul edilmemekte. İçeriği ve haklılığı ne olursa olsun kayıtsız şartsız reddedilmektedir. Anlaşılan odur ki parlamenter mücadeleyle bugüne kadar ne bir savaş teskeresi engellenebilindi, ne işçinin, emekçinin ve kadınların lehine olan ve özgür demokratik bir yaşam için ileri bir adım atılarak faşist tırmanışın önü kesildi. Tüm buna karşın parlamenter mücadelenin önemi inkar edilemez, ondan vazgeçilemez. Tam tersine parlamentoya yürüyüş daha da güçlenmeli, niceliği artırmak dünden daha da çok önemli. Ve işin püf noktası parlamentonun sokak ayağı güçlü olduğunda muazzam bir rol oynar. Kabul etmek gerekir ki sokağın gücünü belirleyen parlamento değildir ama parlamentonun gücünü belirleyen sokaktır, sokağın gücüdür, sokak ateşinin kızıl alevleridir.

Bunun içindir ki biz halklar, işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler öz alanlarımız yaşam yerlerimiz olan sokaklarımıza sahip çıkmalıyız. Sokak aralarında, biraz ötelerinde yer alan atölyelerde ve fabrikalarda devrimci demokratik örgütlenmeyi sağlamalıyız. Çünkü bizler sokaklarda buralarda gözümüzü açtık. Açlığın, yoksulluğun ve sömürünün ne olduğunu buralarda öğrendik. Kardeşliğin, dostluğun ve dayanışmanın ne kadar değerli olduğunu burada yaşayarak belledik. Haklarımız uğruna güzel bir gelecek için sınıf düşmanımıza karşı kayıtsız şartsız dişe diş mücadele vermenin gerektiğini sokak bize öğretti, öğretmekte ve öğretecektir.

HDP’nin öncülüğünde kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı, ne kadar sokağa yayılırsa, üretim alanlarında, fabrikalarda işçilerle buluşursa, yerellerde filizlenirse o derecede güçlü olacaktır. Herkes gözlerini yerellere, yerellin sokaklarına, yanı başındaki atölyelere, fabrikalara dikmelidir. Bu alanlarda emek verildikçe özgürlük kazanacaktır. Bu alanda çalışmak mücadele vermek yeni yaşamın, özgür ve demokratik bir Türkiye’nin yolunu açacaktır. İşçi sınıfının devrimci mirası ve Kürt halkının özgürlük yürüyüşü hepimize çok şey öğretiyor. Hep birlikte el ele yürek yüreğe vererek mücadele bayrağını daha da yükseltelim!


Konuyla ilişkili diğer makaleler