POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 06.07.-12.07.2020

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 06.07.-12.07.2020

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 06.07.-12.07.2020

AYASOFYA ÜZERİNDEN ESTİRİLEN FIRTINA ÜZERİNE

Ayasofya Milattan Sonra 532 yılında inşaasına başlanan ve 537 yılında ibadete açılan bir kilisedir. Bugün üzerine konuştuğumuz Ayasofya üçüncü Ayasofya'dır. Birinci Ayasofya, 360 yılında açılmış ve 404 yılında yanmış. İkinci Ayasofya'nın yapımı 424 yılında bitmiş ve 532 yılında yıkılmıştır.

Birinci ve ikinci Ayasofya'nın yıkılması, isyanlar sırasında yanmaları sonucu olmuştur. Aynı yerde kurulan üçüncü Ayasofya ise önce Katedral olarak inşa edilmiş, ardından Doğu Yunan Ortodoks Katedrali'ne dönüşmüş, onun ardından Roma Katolik Katedrali olmuş, sonra tekrar Doğu Yunan Ortodoks Katedrali olarak hizmet vermiş, 1453 yılında İstanbul'un kimilerine göre fethi, kimilerine göre ise işgali ile cami olarak ibadete açılmıştır. 1935 yılında ise geçen haftaya kadar müze olarak hizmet vermiştir. Ayasofya, kubbesinin ve yan duvarlarının yıkılma tehlikesine karşı önce Mimar Sinan ve daha sonra da İsviçre İtalyanları olan Fossati kardeşler tarafından istinat duvarları eklenmesi ve benzeri önlemler alınarak güçlendirilmiştir. Minareleri ise 1453 yılından sonra değişik dönemlerde birer birer, faklı zamanlarda inşa edilmiştir.

Ayasofya, Türkiye ve özellikle İstanbul gibi çok milliyetli ve kültürlü toprakların sembolüdür. Kilise veya cami olması çok fazla bir önem taşımaz. Ortodokslar, Katolikler ve Müslümanlar'ın tarihinin bir parçasıdır. Romalıların, Yunanlıların ve Türklerin, ve de Osmanlı ile Türkiye'de yaşayan değişik milliyetlerin ve inançların sembolüdür. Yüzyıllarca süren çatışma ve savaşların, ve de en önemlisi, Konstantinopolis'in, Konstantiniye'nin, İstanbul'un alamet-i farikalarından birisi, belki de en önemlisidir. Hiç bir değişiklik Ayasofya'nın bu tarihsel değerinin üzerini örtemez ve tarihini yok edemez. Eğer Müslümanlar Ayasofya'da üstü sıva ile de kaplansa, perde ile de örtülse, Hristiyan ikonların ve mozaiklerin bakışları altında namaz kılmak istiyorlarsa tabii ki kılabilirler ama bunun yöntemi bu olmamalıdır.

Ayasofya üzerinde estirilen fırtınaların sebebi kimilerinin ifade ettiği gibi "Laiklik ile İslamcılığın" mücadelesi değildir. MHP destekli AKP-Saray Rejimi bu eylemi ile üç sonuç almaya çalışmaktadır.

Birincisi; ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve politik kriz koşullarında yeni gündem yaratmak.

İkincisi; AKP ve MHP'den olan kopmalar ve kurulan yeni partilerle, yine AKP ve MHP içinde yaşanan memnuniyetsizliklerin karşısında bir atak yapılması. Aynı zamanda Saadet Partisi tabanına seslenme amaçlıdır. AKP'ye sırtını dönenleri toparlama niyetlidir.

Üçüncüsü; Irak, Suriye ve Libya'da Türkiye'nin izlediği savaşçı ve işgalci politikalara karşı sözde müslüman ülkelerin gösterdiği tepkiyi azaltma ve onlara seslenme amaçlıdır. Aynı zamanda Irak, Suriye ve Libya'da Türkiye'ye karşı savaşan Müslümanları nötralize etme amaçlıdır. Düşününüz ki Müslüman olduğunu iddia eden br Türkiye'ye karşı, bu ülkelerde Müslümanlar savaşmaktadır.

Dolayısıyla, bu verilerden çıkan sonuç şudur. MHP destekli AKP-Saray Rejimi tıkanmıştır. Gidicidir. Bu nedenle de kendine göre önlemler ve manevralar üretmektedir. Ayasofya kararı da bu önlem ve manevraların sadece bir tanesidir.

CHP ileri gelenlerinin ve İyi Parti yöneticilerinin bu karar ile sorun yaşamamaları ayrı bir senaryodur. Bu davranış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "Türk-İslam Sentezi" doktrininin dışa vurumudur. Yadırganmamalıdır ve de "muhalefet güçleri" hesapları yapılırken bu konuların üzeri örtülmemelidir.

Gerçektir ki henüz bir yıl önce bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ayasofya konusunda, bugün aldıkları kararın tam tersi açıklamalar yapması, konuyu politik olarak değerlendirmesi, getirisi ve götürülerini hesap etmesi, dünyanın birçok ülkesinde varolan camilere vurgu yapması bugün tam tersi bir kararı getirmiştir. Geçen yılki açıklamalar ile bugünküm tavır arasındaki 180 derecelik fark bir "gariplik" olarak değerlendirilmemelidir. Bu tavır iktidarın, rejimin ve devletin içinde bulunduğu durumun ayniyle dışarı yansımasıdır.

Türkiye'nin barış, demokrasi, emek, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm güçlerine düşen görev, bu gelişmeleri "laiklik-şeriat" ekseninde değerlendirmek değil, miyadını doldurmuş bir iktidara son verme görevidir. Dikkatleri başka yönlere çekmek sadece ve sadece iktidarın ekmeğine yağ sürmektir.