Sıra No: 424
Bir sistemin insanlığın tümü adına işlerliği ya da işleyemezliğinin, belirgin ölçütlerinden biri de kurumlarıdır. Kapitalizmde kurumlar da işlevsel olmaktan öte, egemen sınıfın çıkarlarını önceleyen tarzda işletilir. Eşitsizlik, işçi emekçi ve yoksulları inletir de inletir, sahte reformlarla “halka hizmet” için var olduğu iddia edilen kurumlarda.
Türkiye’de kapitalist birikimin seyri yine burjuva söylemde kurumları “Toplumun ihtiyaçlarının en iyi biçimde karşılayan” yapılar olarak tanımlaması, yaşamın tarihsel sürecinde görülmektedir ki sahte ve tarafımızca anlaşılırdır. Ekonomik altyapı her zaman üst yapıyı belirlediğine göre, kapitalizmde kurumlar da burjuva siyasetin ve egemen sınıf ideolojisinin güdümlü araçlarıdır.
Marx’tan da biliriz ki; sistem içinde çözüm ürettiği varsayılan kurumlar, sınıf çelişkisini ve eşitsizliği ancak büyütebilir. İnsanın korunması ve gereksinimlerinin en iyi biçimde karşılanabilmesi sorunu bugünün kurumsal işleyişi ile değil yarının sınıfsız toplumunda nihai çözümü sunacaksa da, bugünden yaşanabilir bir dünyaya umudu yükseltecek örnekleri karşılaştırmalı olarak incelemek de yanlış olmaz sanırım.
Türkiye’de Kurumlar
Sağlık: Geniş halk yığınlarına hizmet açısından sağlık, tüm Cumhuriyet hükümetleri döneminde-bugün de dahilaraç gereç, personel ve sağlık hizmet binalarının yokluğu anlamına geliyor. Elde bulunan tüm kaynaklar da yüksek gelir düzeyinin gereksinimlerince dizayn edilmiştir. Bugün SGK’ya bağlı devlet ve üniversite hastanelerine baktığımızda, hekimlerin bir hasta için ayıracağı süre ortalama bir dakika ile sınırlı ve hekimler 24-36 saat nöbet tutmak zorunda kalıyor, sağlık ve temizlik personeli yetersiz, bilimsel çalışmalar için neredeyse hiçbir ödenek ayırılmıyor. Üstelik bu yetersiz hizmetler, bulunduğumuz coğrafyanın batısından doğusuna gittikçe daha da trajik hale geliyor. Hasta açısından bakıldığında ise durum daha da içler acısı. Bir hasta için öldürücü prosedürler, hastane kapılarında ölümüne bekleyişler ve cebinde parası olmayan vatandaş için “kader” olarak değerlendirilip, elinden alınan yaşam hakkı. Mantar gibi çoğalan ve devletin özelleştirmeyi önceleyen politikaları ile cebinde parası olanın alabileceği ve ne denli düzgün işletildiği belirsiz bir sağlık hizmeti sunan; ancak otelcilik hizmetinden parsayı götüren özel hastaneler. Oysa sağlık devletin sorumluluğunda ve ücretsiz olmalıyken, çeşitli performans uygulamalarıyla şirketleştirilen hastanelerde, hasta ve hekim karşı karşıya getirilerek devlet aradan sıyrılıveriyor.
Eğitim: Bir coğrafya düşünün, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar toplumun yarısı olan kadınları eğitim hakkından yoksun kalmış. Genelin okur-yazar oranı aynı dönemlerde yine çok düşük. Geçmişten bugüne eğitimde Cumhuriyet hükümetlerinin yükselttiği tek seviye okur-yazar oranındaki artıştır. Peki Kemalizm’in zihinlere kazınmaya çalışıldığı, resmi tarihin ezberlerle kutsallaştırdığı ve “Ne mutlu Türküm diyene”den başka anafikri olmayan bu kurumsal yapı eğitim mi planlamaktadır? Toplumsal gelişmenin en önemli araçlarından biri olan ve insanın “kendilik değeri”nin ve yaşadığı dünyayı algılaması ve tanımlamasının en gerekli öznesi olan eğitim, bu topraklarda ya biat kültürüdür, ya da harcanan, uyuşturulan gencecik beyinler yaratmaktır. Sistemin kısaca, kendi ideolojisini kemikleştirmesinin aracıdır. Üstelik kaçarınızın olmadığı bu kurumsal işleyiş herkese eşit eğitim hakkı, özgürce yaratıcı yetenekleri geliştirme, dilediği mesleği seçme hakkı veriyor mu? Kendi sınıfının çıkarlarını, terminolojisini, geleceğini pek âlâ “eğitim” adı altında kuruyor düzen. Bu düzende ne eğitimci ne de öğrenciler özgürdür. Sistematik bir köleleştirmenin diğer adıdır eğitim.
Kültür: Çok kültürlü bir coğrafya olmak en büyük zenginlik olmalıyken, bu topraklarda tersine işler kültürel yapı. Bu toprakların her halkı bir kültürü temsil eder aslında. Halkların yüzlerce yıldır iç içe geçirdiği bu büyülü helezon, sistem tarafından hep bir tehdit olarak algılanmıştır. Çünkü kültürlerin rengi bir armoni olmalıyken, halkları karşıtlayan ve tek bir üst kültür olarak adlandırılmak istenen bir dayatma kültürü yaratılmaya çalışılmıştır. Bir avazda sıralanamayacak kadar halk ve bu halkların, dilleri, yemekleri, gelenekleri ve yaşayışlarıyla, muazzam bir zenginliği devlet; korkularıyla, bastırmayla, asimilasyon ve kıyımlarla yok saymak istemektedir. Bu kadim halklar üzerinden bir iktidar kurup, bu halkları görmezden gelmek ve yok saymak kapitalizmin doğasındadır.
Ekonomi, Hukuk, Sanat gibi yaşayışa müdahalenin diğer kurumları ile ilgili de nice söz biriktirilebilir elbet. Ne söylesek varacağımız sonuç, kapitalizm koşullarında kurumların tek bir sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğidir.
Bir ütopya değildir aslında başka bir dünyanın, başka bir yaşayışın da mümkün olduğu. Küba Komünist Partisi, Küba Devrimi sonrasında, toplumsal yaşamın ve yeni insanın sınıfsız bir toplumda nasıl yaşayabileceğinin öncülü olacak adımları ülkesinde atmıştır. Ne demokrasi havarisi Batı Avrupa ülkelerinde, ne de az gelişmişlik örneği olan bu coğrafyadaki kurumsal düzenlemelerle nitelik olarak ilgisi olmayan ve arasına makas açan bir uygulamalar dizgesi sunmuştur halkına Küba. Buna rağmen Castro: “Vamos Bien” yani “İyiye gidiyoruz.” diyecek kadar da mütevazidir. Çünkü biliyor, sınıfsız bir toplumdadır kurtuluş.
Ya da reel sosyalizmin kimi hatalarına rağmen, Ekim Devrimi süreci de insanın insanca yaşamına örneklenebilecek kurumsal düzenlemelerle doludur. Yani bir düş görmüyoruz. İstemek, inat etmek, yılmamak ve örgütlenmek gerekiyor.
Küba Komünist Partisi I. Kongresi’nin kararlarına baktığımızda;
1. Eğitim, kültür ve bilimi devlet yönlendirir ve teşvik eder.
2. Tüm eğitsel ve kültürel politikalarını, bilimsel dünya görüşü (Marksizm-Leninizm) üzerinde temellendirir.
3. Eğitim devletin fonksiyonu ve ücretsizdir.
4. Her alanda yaratıcılık özgürdür.
5. Bütün vatandaşlar eşittir.
6. Irk, renk, cinsiyet veya ulusal kökenden dolayı ayrım yasaktır ve cezalandırılır.
7. Kadınlar, aile içinde olduğu gibi ekonomik, politik ve toplumsal alanlarda da erkeklerle aynı haklara sahiptir.
8. Sağlık devletin fonksiyonu ve ücretsizdir.
(Kaynak: Küba Komünist Partisi I. Kongresi. Sorun Yayınları. I.Baskı. Nisan 1997)
Küba’da sadece parti kongresi kararları olarak kalmamış ve uygulamaya da aynı içtenlikle dönüştürülmüştür bu ilkeler. Bolşevikler tek sosyalist devleti kurarken de, Castro, sosyalizm hedefini ortaya koyarken de bir ütopya gibi görülen toplumsal gelişim ilkelerini hayata sunmuşlardır. Tek ülkede değil, dünya devrimi ile bütünleşecek yarınlarda kapitalizmin sahte kurumları da yerle bir olacaktır.
Biz ışığı gördük. Ne 1917’ye kadar ne de 1960’lara kadar dönmeye de gerek yok. Tüm bu deneyimlerden biriktirdiklerimizle bugünü okumaya ve değiştirmeye gerek var.
Bu bir düş değil... Yarınlar hepimizin...