Savaş Yayılıyor... “Görevimiz Tehlike”

Savaş Yayılıyor... “Görevimiz Tehlike”

Kirli savaş yayılıyorTürk Genel Kurmayı geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparak, “düşük yoğunlukta bir savaş” yürütüldüğünü resmen ilan etti. Bu niteleme Genel Kurmay nitelemesidir. Bizce bu savaş Kürdistan bölgesi özelinde ele alındığında, “düşük yoğunlukta” değil “topyekün bir savaş” olarak nitelenmelidir. Bu savaşı açan da TC Devleti’dir. “Ayrılma hakkı”’nı kullanmaktan yana değil “birlikte yaşamaktan” yana irade belirleyen bir halka karşı yürütülen bu savaş, kendi halkına karşı yürütülen bir savaştır. Kullanılan yöntemler itibarı ile “kirli bir iç savaş” olarak nitelendirilmelidir. Kürtler açısından ise kendilerine dayatılan bu savaşa karşı meşru bir “direniş”, bir “özgürlük savaşı”dır.

Bu “savaş” yani “iç savaş” ülke geneline yayılma potansiyeli taşımaktadır. Ülke geneline yayılmasına yol açacak olan da bizzat yine TC Devleti ve Türk Genel Kurmayı’nın uygulamalarıdır. Nüfusunun yarısı batı metropollerinde yaşayan ve yaşadıkları metropollerde belli yerleşim bölgelerinde, “işçi semtlerinde” yoğunlaşan bu nüfus, bölgedeki akrabalarının, eş-dost, kardeş ve komşularının imha edilmesini sessizlikle karşılamayacaklardır. Bu olguya bir de zorla evlerinden, yurtlarından göç ettirilen yüzbinlerin katılması eklenmektedir. Ki bu yüz binler, herşeylerini bırakıp yurtlarını terk etmiş, yaşamları için gerekli asgari tüm ekonomik olanaklarını yitirmiş olabilirler, ama onurlarını ve gururlarını a s l a …

Bu yolu TC Devleti seçti. Kürt ulusal sorununa adil, barışçı ve demokratik bir çözüm üretmek için adım atmak yerine, Kürt halkını sindirmek, itaat ettirmek için zor kullanma, savaş açma yolunu seçti. Bu yöntemle olumlu bir sonuç almak mümkün değildir.

Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan halklar aslında Kürt halkına yönelik bu uygulamaya karşı duyarsız değildir. Bugün Batı’nın her yerinde insanlar arasında konuşulan ana konu bu konudur. Aklı başında olan hiç kimsenin de TC Devleti’nin bu uygulamaları olumlaması söz konusu değildir. Pekiyi, o zaman bu tepki neden henüz maddi bir güce dönüşmedi? Bunun yanıtını verebilmek için konunun özüne bakmak yeterlidir. Bu uygulamaları doğru bulmayan tüm insanlar, devletin bu yöntemle sonuç alamayacağını biliyorlar. Ya kısa bir zamanda bundan vaz geçeceğini ya da bu insanlık dışı savaş yöntemine karşı Kürt özgürlük hareketinin gerekli yanıtı vereceğini düşünüyorlar. Böyle bir beklenti içindeler. Ve maalesef bu beklentiden dolayı harekete geçmiyorlar.

Ancak kesin ve yüzde yüz olarak bilinmelidir ki, bu savaş ülke geneline yayıldığında bugün edilgen konumda olan milyonlar ayağa kalkacaktır. Haziran Gezi Direnişi dahi bu ayaklanmanın yanında solda sıfır kalacaktır. Devlet bunu bildiği için görsel ve yazılı basında yoğun bir sansür politikası uyguluyor. Devrimci demokratik güçler üzerinde baskı politikalarını yoğunlaştırıyor. 12 Eylül faşizminin kendilerine sunduğu alt yapıyı kullanıyor. İşçi sınıfını sendikal ve politik örgütlenmelerine hakim olan reformist, liberal eğilimleri değerlendiriyor. İslami-Faşist terör çeteleri peydahlıyor. Asker cenazelerini propaganda aracı olarak kullanıyor. Devlet, CHP’nin tepe yönetimi eliyle, CHP’ye oy vermiş geniş emekçi ve aydın kesimlerini oyalıyor, tepki vermelerini engelliyor, “tarafsızlaştırıyor”. HDP içinde “hendek ve barikat”, “özyönetim doğru mu yanlış mı?” tartışmalarını kendi adamları eliyle körüklüyor.

KCK’nin açıklamalarından anlayabildiğimiz kadarıyla, Kürt ulusal demokratik hareketi, özgürlük mücadelesini geri adım atmadan, tüm baskı, terör ve kirli savaş yöntemlerine karşı, büyüterek sürdürme kararlılığındadır. Kayıplar da verilse, insanlar göçe de zorlansa Kürt halkının eşit yurttaşlık haklarını elde etme ve bunun politik ön koşullarını sağlama hedefinden geri adım atmayacaktır. Tek alternatif, devletin ateşkes ilan edip müzakere masasına geri dönmesidir. Değilse sonuna kadar savaşılacaktır mesajını okuyoruz. Bu ne demektir?

Birlikte yaşamaktan yana irade belirleyen ve eşit yurttaşlık haklarını elde etmek için mücadele eden Kürt ulusal demokratik hareketi, Türkiye’nin topyekün demokratikleşmesi ve savaşsız, sömürüsüz bir düzene geçmesi için iktidar odaklı bir mücadeleyi başa almaktadır. Başka bir seçeneği yoktur. Ya ayrılıp kendi devletini kuracaktır, ya da Türkiye düzeltilecektir. Düzeltmek de demokratikleşme demektir, toplumsal ilerleme demektir, sosyalizm demektir. Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri, Türkiyeli devrimci, demokrat emekçi yığınlar ve aydınları açısından anlaşılması gereken en önemli nokta budur. Ezici çoğunluğunu işçi sınıfına mensup bir nüfusun oluşturduğu, yoksul emekçilerden oluşan Türkiye’deki Kürt halkı, bu sınıfsal niteliğinin ötesinde bir de ulusal baskı ve eşitsizliklerin yarattığı ezilen ulus bilincine sahiptir. Türkiye’deki Türk ve diğer uluslardan oluşan on milyonlarca emekçi ise işçi sınıfı hareketinin doğal tabanını oluşturmaktadır. İşçi sınıfı, burjuvazinin iktidarına karşı kendi iktidarını kurmak için Türk, Kürt ve diğer uluslar ayrımını yapmaz. İki sınıf karşı karşıyadır. Söz konusu olan emek-sermaye çelişkisidir. İşgücü ve emek sömürüsüdür. Buna ilaveten Kürt işçi sınıfının ve emekçi halklarının bir de yine aynı sömürgeci TC Devleti’nden kaynaklı ulusal sorunu vardır. Bu iki konu sınıf savaşımı ve iktidar sorunu temelinde birlikte çözülecek sorunlardır. Burjuvazi, Kürt halkına savaşı dayatarak, işçi sınıfının burjuvazinin iktidarına karşı savaşın yükseltilmesi olanağının koşullarını yaratmıştır. Demokratik bir takım çözümler elde etme mücadelesinin ötesinde, köklü sınıfsal çözümler elde edilmesi, iktidar mücadelesi yönünde mücadeleyi güçlendirmeyi, savaş ilan ederek burjuva devletinin kendisi seçmiştir.

Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri buna hazırlıklı olmayabilirler. Durum da zaten bunu gösteriyor. Ancak işçi sınıfının politik güçleri böyle durumlarda iradi girişimleri ve mücadele yöntemlerini öne alarak, sınıf ile, yığınlar ile bağlarını koparmadan, aksine güçlendirerek, yığınları bu mücadeleye kazanarak mevzii kazanabilirler. Bu yol günlük pratik mücadele ve eylemlilik ile sağlanır. Günlük pratik eylemlilik ve mücadele de işçi sınıfının kendi güncel sorunları temelinde, burjuva iktidarının sınıf düşmanı uygulamaları hedef alınarak gerçekleştirilebilir. İster asgari ücret ve genelde ücretlerin yükseltilmesi mücadelesi olsun, ister sarı sendikalara karşı mücadele edilmesi olsun ister Kürt halkına, sınıf kardeşlerine karşı yürütülen kanlı savaşa karşı olsun… Bütün bu hedefler temelinde mücadelenin geliştirilmesi, AKP iktidarına karşı devrimci muhalefetin yükseltilmesi, parti mensubiyetini dikkate almadan devrimci, demokratik hatta insani istemler ile sınıfsal temelde eylemliliğin örülüp güçlendirilmesi pratikte Türkiye işçi sınıfı hareketinin devrimci güçleri ile Kürt özgürlük ve ulusal demokratik hareketinin güçlerinin birlikte mücadelesinin sağlanmasını getirecektir. Bu mücadele fabrikalarda ekonomik sosyal istemlerin yükseltilmesini de, AKP İktidarı ile işbirliği yapan sarı sendikalara karşı yetki mücadelesini de içerir, mahalle ve semtlerde Halk Meclisleri yoluyla yerel yönetimlerde söz ve karar sahibi olunmasını da içerir.

Kürdistan’da imha savaşı yürütülürken, savaş nedeniyle yurtlarını terketmek zorunda bırakılan sokaklarda çöplerden beslenmeye çalışan, dilenmek zorunda kalan, geceyi parklarda geçiren , Kürt, Türkmen, Arap Ermeni, Süryani ve Afganlı göçmenlerin, savaşın rant ve zenginliğe boğduğu burjuvazinin, yaşadığı refah ve tüketim patlamasına olan sınıfsal öfkeyi de içerir.

Sultanbeyli, Avcılar, Hacıahmet, Okmeydanı, Zeytinburnu, Küçükçekmece, Sarıgazi, Kartal, Maltepe, Ümraniye, Sultangazi, Bağcılar, Tuzluçayır, Altındağ, Pursaklar, Mamak, Batıkent, Karabağlar, Narlıdere, İzmit, Dilovası, Darıca, Gebze, Çayırova, Çerkezköy, Çorlu, ve adını sayamayacağımız yüzlerce ilçede Türk, Kürt işçi ve emekçiler bir arada yaşıyorlar, çalışıyorlar. Bu ve sayamadığımız yüzlerce ilçe, sınıf hareketinin istemlerinin ve Kürt halkına karşı girişilen imha savaşına tepkinin yerleşik halk nüfusu ile beraber yığınsal olarak dile getirildiği merkezler olabilir. Güncel istemleri yükseltmek ve bu temelde mücadele etmek işçi sınıfı ve emekçi halkların ne kadar meşru hakkı ise, bu mücadeleyi örgütlemek için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmek de işçi sınıfının demokratik, sendikal ve politik örgütlerinin bir o kadar görevleridir.

Bu görevleri yerine getirmekten kaçınmaları da bu örgütlerin, ‘’ne için var olduklarının’’ sorgulanma gerekçesi olmalıdır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler