Siyasal İslam ve Alman Emperyalizmi

Siyasal İslam ve Alman Emperyalizmi

Müslüman Ülkelerde Alman ve İngiliz Cihad FetvalarıSavaş, tabii ki Avusturya – Macaristan İmparatorluğunun varisi II. Francois Ferdinant’ın Sırplı bir esir tarafından öldürülmesiyle başlamamıştı. Balkan savaşından beri Emperyalist devletlerin kendi aralarında yer yer kanlı bölgesel çatışmalar zaten süregelmekteydi. Ancak takvimler 1914’ün ....sini gösterdiğinde Afrika’dan Hindistan’a uçsuz bucaksız topraklar ve bu topraklarda yaşayan mazlum halklar; dağlarını, limanlarını ve adalarını işgal etmek üzere ülkelerine gelen emperyalist haydutları karşılarında buldular. Emperyalistler çoğunlukla müslümanların yaşadığı bu uçsuz bucaksız toprakların yer altı ve yer üstü kaynaklarını talan etmek üzere, ordularıyla, tercümanları, haritacıları, arkeologları, orospuları da yanlarında olmak üzere bir çekirge sürüsü gibi geldiler.

İngilizler, Ruslar, İtalyanlar ve Fransızlar bir cephede, Almanlar, Ruslar ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu başka bir cephede...

Ne yazık ki sözkonusu ülkelerde bu vahşi talan ve yağmaya karşı onurlu bir direnme gösterebilecek anti-emperyalist örgütlenmeler ya da bilinç yoktu. Var olan tek örgütlenme ise, bir şeyh, şıh ya da molla adı altında Tanrı’yı ve onun yasalarını yer yüzünde temsil eden, hiç de sadece ‘‘öteki dünya’’ ile ilişkili değil -belki de hiç değil- ama aynı zamanda dünyevi münasebetlerin tamamına ilişkin ‘‘raconları’’ kesen bu mahalli dini liderler, din adamları, halkın ne yapacağına, nasıl yaşayacağına dair bütün karar verme ve özgür düşünme haklarını ellerinden almışlardı.

Şeyhülislam Ürgüpli Müslüman camisinden ‘‘Alman Fetvası’’Savaş esas olarak Alman ve İngiliz emperyalizminin çıkarları doğrultusunda gelişen Sykes-Picot anlaşmasının gizli maddeleri ile çerçevesi belirlenen bir talan savaşıydı. Osmanlı burjuvazisi ve toprak ağaları bu savaştaki temsiliyetlerini İttihat ve Terakki Partisinin üç yöneticisine Enver, Talat ve Cemal Paşalara verdikleri vekaletle Alman emperyalizminin yanında sürdürüyorlardı. Alman Emperyalizmi Osmanlı topraklarında İngilizlerle kozlarını paylaşabilmek için tetikçi olarak Osmanlı ordusunu seçmişti. Osmanlı oligarşisi ya bütün topraklarını kaybedecek ya da kendilerine verilen talimatları harfiyen yerine getirecekti. Almanlar, İngilizlerin Osmanlı coğrafyasında etkinliğini kırabilmek için sadece Osmanlı ordusunu tetikçi olarak kullanılmasının yeterli olmayacağını biliyorlardı. Böylesine bir savaşta toptan-tüfekten çok daha etkili olabileceğine inandıkları başka bir silahı, dinsel inanç silahını kullanmanın planlarını da Berlin’den kotarmaya başladılar. Almanlar İslam’ın ingilizlerin ‘‘Aşil Topuğu’’ olduğunu iyi biliyordu.

İslam, Müslümanlara Bırakılmayacak Kadar Önemlidir

Osmanlıdan başlayan Filistin’e uzanan oradan Rusya ve Türki devletlerin topraklarına kadar uzanan geniş bir alanda Müslümanları Alman emperyalizminin yanına çekmek için en inanılır araç olan bir fetva ile “büyük cihad“ çağrısı yapıldı. Siyasal İslamın din adamı kılığındaki kuklası, devrin Şeyhülislamı Ürgüplü Hayri Efendi tarafından hazırlanan bu ünlü fetvada:

1. Padişahın Cihad emrine herkesin katılmasının farz olduğu,

2. İslam Hilafeti’ni ortadan kaldırmak isteyen, Rusya, İngiltere ve Fransa idaresinde olan bütün Müslümanların bu devletler aleyhine birleşmesinin şart olduğu,

3. Bu zorunluluğa rağmen Cihad’a katılmayanların ağır cezayla karşı karşıya kalacakları.

4. İslam (Osmanlı) askerini öldüren yukarıdaki devletlerin tebaası Müslüman askerlerin büyük günaha girecekleri,

5. İngiltere, Fransa, Rusya, Sırp, Karadağ hükümetleri idaresinde bulunan Müslümanlar’ın, İslam devletine yardımcı olan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmelerinin bu devletin zararına olacağı için büyük günah olduğu, bildiriliyordu.

Alman Fetvası olarak bilinen bu cihad fetvası, İstanbul’da Fatih Camiinden halka okunur. Fetva, hazırlanmış bir mizansen ile, bayraklar, tekbirler ve sevinç gösterileriyle kutsanır.

Alman Genelkurmay’ından gelen buyruğa göre Osmanlı ordusu Sarıkamış’ta Enver Paşa ile İngilizlerin müttefiki Ruslar‘a, Süveyş Kanal’ında Cemal Paşa ile Rusların ve İngilizlerin doğal müttefiki sayılan Osmanlı’nın Ermeni halkına karşı savaş açarak Almanların Ortadoğu’da ilerleyişini kolaylaştıracaklardı.

Enver, Talat ve Cemal Paşa’dan başka Alman fetvası doğrultusunda hareket eden bir başka Osmanlı paşasının yıldızı da savaşın gürültüsü içinde yavaş yavaş parlamaktaydı. Mustafa Kemal... Mustafa Kemal, daha 1911’de Teşkilatı Mahsusa’nın bir gönüllüsü(!) olarak Libya’da Alman çıkarları için bulunmuştu. Savaşın ilerleyen yıllarında Filistin’de İngilizlerin önünü kesmek, kesemezse oyalamak üzere Filistin cephesinde 6. Ordu komutanlığına atandı, başında Alman General Liman Von Sanders vardı.

Üstün yetenekli(!) Alman ve Osmanlı paşaları, Sarıkamış, Çanakkale, Kanal ve Galiçya cephelerinde yüzbinlerce Müslümanı uyduruk bir fetva ile telef ettiler. Göğüslerindeki madalyalar emperyalistlere hizmetin katliamların utanç belgeleridir.

Şeyhülislamın Alman Fetvası’na karşı İngilizler boş durmadılar. Kudüs Müftüsüne bir “Büyük Fetva” da onlar yayınlattı. Mekke Şerifi Hüseyni de İngilizlerden aldığı talimatla bölgede Osmanlı ve onun efendisi Almanya’ya karşı ayaklanmalar çıkaracaktı.

Cihad Fetva’sını ister İngilizler, ister Fransızlar yayınlatmış olsun, halklar içinde olmasa da rüşvete boğulmuş İslam liderleri “bu işe çok sardılar”. Bir çok Müslüman önder, cemaatlerini emperyalist saldırganlığa karşı bir direnmeye yönelteceklerine saldırganların yanında saf tuttu.

Savaş ilerledikçe Almanlar Müslüman esirlerden taburlar kurarak bu esirleri bu kez de Almanlar hesabına cepheye sürmekteydi. Bunları da bol maaşlı Müslüman hocalar eğitiyordu. Amaç Almanya için savaşmanın “Allah” için savaşmakla aynı anlama geldiğini anlatmak... İngilizler de benzer argümanlarla Hindistan’da ve Ortadoğu’da Müslümanların İngilizlerin yanında çarpışmalarının “Allah” için çarpışmak anlamına geldiğini onlarca radyo istasyonu ile Müslüman halka propaganda ediyorlardı.

Sovyet Devrimi Evdeki Hesabı Bozdu

I. Dünya Savaşı Emperyalist boğazlaşmanın tam ortasından çıkan bir işçi-köylüdevleti ile sonuçlandı. Ekim devrimi bütün hesapları altüst etmişti, emperyalist kriz ise çözülmemiş daha da derinleşmişti. 1918’de biten savaş sonuçları açısından bakıldığında daha hemen yeni bir savaşın tamtamlarının çalınacağının işaretleri görülüyordu. Kurtlar sofrasından Çarlık Rusyası çekilmiş ama yerine ABD emperyalizmi gelmişti.

İkinci Dünya Savaşına giden süreçte ve savaş esnasında Müslüman cemaat önderleri I. Dünya Savaşı’ndaki alçakça rollerine devam ettiler.

II. Dünya Savaşı patladığında Hüseyni, Yahudi düşmanlığının zirve yaptığı bir ülke olan Almanya’yla ilişkiye geçmişti. Çünkü Almanlar ortak düşman ‘‘Yahudilere’’ karşı savaşıyordu. Mayıs 1941’de Müslüman Arapları eski efendisi İngiltere’ye karşı Almanya’nın safında Cihad ilan ederek savaşa çağıran Hüseyni, dört gün sonra İngiliz ordusu Irak’ı işgal edince, önce İran ve Türkiye üzerinden İtalya’ya gidecek, oradan Almanya’ya geçecekti.

Siyasal İslam - Dün ve BugünAlmanya’da Müslümanlar arasında Hitler yandaşlığı uyandırmak üzere yayınlara başlayan Hüseyni, her gün Alman radyosunda konuşarak Balkanlarda yaşayan Müslümanları Hitler’in komutası altında İslam Cihadı’na çağırıyordu. 28 Kasım 1941’de eski ingiliz yeni Alman uşağı Mekke şerifi Hüseyni, Berlin’de yeni başbakanlık binasında Hitler tarafından kabul edildi; Ardından da Berlin’e yerleşti.

Ekim Devrimi’nin topraklarını ve mülklerini ellerinden alıp yoksul köylülere dağıtması, bir çok Tatar, Kazak, Kafkas ve Türkmen toprak beyinin Sovyet rejimine karşı cephe almasına sebep olmuştu. Çarlık Rusyası zamanındaki ayrıcalıklı konumlarını ve topraklarını geri almak isteyen toprak sahipleri, işgalci Alman faşistleri ile işbirliği yaptılar. Gerçekte, kendilerini mallarını ellerinden alan bu zorba feodal sistemden kurtaran sosyalist rejimle halkın hiç bir sorunu yoktu. Ancak henüz siyasal İslamın yalan vaatlerinden kurtulamayan az sayıda yoksul köylü Sovyet Vatandaşı Müslüman Alman faşistlerinin örgütledikleri gönüllü taburlara SS birliklerine katıldılar.

El Hüseyni, tıpkı otuz sene önce Kayzer II. Wilhelm’in Müslüman olduğu yalanını yayan selefleri gibi, Hitler’in gizlice Müslüman olduğunu müslüman kulaklara üflemeye başladı.

Müftü Alman ajanlarıyla birlikte Türkistan Millî Komitesi, Kuzey Kafkasya Milli Komitesi, Kırım Tatarları Milli Komitesi, gibi faşist örgütler kurulmasına yardımcı olarak Sovyetler Birliği’ni işgal eden Alman faşistlerine yardımcı oldu. Bosna’da ve Hırvatistan‘ da durum farklı değildi. Hançer Örgütü adında Müslüman nazi bir örgüt kurulmuştu. Bizim siyasal islamcıların yere göğe sığdıramadığı Aliya İzzettin Begoviç’in bu faşist örgütün bir üyesi olduğuna dair savaş sonrası birçok kanıtlar ortaya çıktı. Bu örgütlenmelerle 280 bin esirin Almanlar adına farklı cephelerde savaştırılmasının yolu açıldı.

Her iki dünya savaşında da Müslümanlar Ortadoğu bölgesinde Almanlarla yaptıkları yaygın işbirliğinin kuşkusuz birbirinden farklı nedenleri vardır. Fakat en çok rastlayabileceğimiz ve ilk bakışta oldukça inandırıcı gelen teze göre, İngilizlerin Filistinde, Avrupalı Yahudiler için bir vatan yaratma girişimlerine tepkiidir. Ancak Müftü’nün bütün Ortadoğuda en büyük lider olarak tanınmasını sağlayan bölgedeki en yetkili İngiliz Yüksek Komiseri Herbert Samuel’in koyu bir siyonist olması, ilginç bir paradoks olarak üzerinde daha çok durulmasını hakediyor.

Savaştan sonra birçok Balkan Müslümanı Hitler faşistleri ile işbirliği yapmakla suçlandı. Nazilerin işgal ettiği Yugoslavya’yı tekrar birleştirip Sosyalist bir cumhuriyet kuran Yugoslav halkı, işgalden kurtulunca bu nazi işbirlikçisi Zağrep müftüsü İsmet Müftic gibilerini idama mahkum etmiştir.

Savaşta Sovyet halkından büyük bir tokat yiyen Naziler kaybedince işgal bölgelerinde Almanlarla işbirliği yapan işbirlikçi Türkler faaliyetlerine Türkiye’de Almanya’da ve Amerika’da devam ettiler. Türkçü ve tarikatçı örgütlerde kurucu, yönetici ve eğitici olarak çalışmalarına devam ettiler. Türkiye’de CIA sorumlusu olarak bütün faşist örgütlenmelerin arkasın görev yapan MHP’nin örgütleyicisi ‘‘Ruzi Nazar’’ ve Murat Sancak da bunlardandır.

Türkiyede de II. Dünya savaşı sonrasında siyasal İslamcı örgütlerle Alman faşistleri arasındaki sıcak ilişki bütün yönleriyle devam etti. Silsile-i Saadat’ın 33. ve son halkasını Kabul edilen, Türkiyede en yaygın örgütlenmeye sahip dini cemaat olarak bilinen Süleymancıların lideri, Süleyman Hilmi Tunahan, ‘‘Hitler işgal ettiği bölgelerde Müslümanlara kötü davranmamıştı. Kudüs Müftüsü Emin el Hüseyni, Hitler’le beraber çok vakit geçirmiş ve Müslümanların faydasına olacak çok projeler geliştirmişlerdi.‘‘ diye ders anlatmaktaydı.

Alman ajanların işgal ettikleri bölgelerde müslüman halk arasında propaganda yaparken en çok kullandıkları yalan ‘‘Camileri yıkıyorlar’’ ya da ‘‘Camilere postallarla girdiler’’ kışkırtması oluyordu. Bu provakasyon paradigması soğuk savaş döneminde Müslümanları sosyalistlere karşı kışkırtmak üzere CIA ajanlarınca Türkiye’de de bolca kullanılmaya devam etti. 1980 darbesi öncesi Maraş katliamını başlatan kıvılcımın da ‘‘Komünistler Camiye Bomba Attılar’’ yalanı olması hafızalardadır. Günümüzde de siyasal islamın provakatörlerinin en çok kullandığı yalanın ‘‘Camilerimize ayakkabıyla’’ girdiler demagojisi, inandırıcılığı II. Dünya Savaşında faşistler tarafından test edilmiş bir ‘‘Made In Germany’’ yalandır.

II. Dünya Savaşı’nın bitiminde emperyalist ülkelerle Sovyetler Birliği arasında başlayan soğuk savaşta, siyasal islam ve din taciri tarikatlar bu kez Amerikan emperyalistlerinin arkasında saf tuttularsa, Amerika’nın Avrupa’da ileri karakolu sayılan Almanya her dönemde Türkiyedeki siyasal İslam’ın tarikatçı cehaletinin hamisi ve destekçisi olmaya devam etmiştir.

Alman devleti en kolay ve bol parayı her zaman ülkede yaşayan gerici cihatcı faşist örgütlere aktarır. Cemalettin Kaplan ve oğlu Metin Kaplan gibi cihadçı-şeriatçı cemaat önderleri yıllarca Alman devletinden uzun süre destek ve koruma almışlardır.

“Gezi Direnişi” sırasında bütün islamcı basın Angela Merkel’i Türkiye’nin yeni yapacağı havaalanını dev köprüyü ve diğer çılgın(!) projeleri engellemekle suçladıysa da siyasal İslamla Alman emperyalizminin kurduğu sıcak ve çok yönlü ilişkiler çok geniş bir kadroyla her dönem sessiz ve derinden devam etmektedir.

Yararlanılan Kaynaklar:

- İslam ve Naziler, David Motadel, Alfa 2015.
- Naniki Dünya, Hüsnü Mahalli, Destek 2015.
- Sarıklı Basmacı, Molla Nafizin Hatıraları, Ali Bademci, Ötüken 2010.
- Naziler ve Atatürk, Stefan Ihrig, Alfa , 2015
- Türkiye’de Faşist Alman Propagandası, Johannes Glasneck, 1979
- Seven Pillars of wisdom,T.E. Lawrence, 1935 Oxford Press

 

Ben ne Tatar ne de halk kahramanıyım.
Ben Sovyetler Birliği kahramanıyım.

Ahmet Han SultanKuşkusuz 1. ve II. Dünya savaşında Müslümanların Emperyalist ülke politikalarına karşı tutumları Kudüs Müftüsü Emin gibi fırıldaklarla sınırlı kalmamıştır. Tarih Sovyetler Birliği içinde yaşayan müslümanların Sovyet Anavatanını işgal eden Alman faşizmine karşı verdikleri savaşın kahramanlık öyküleriyle de doludur. Her ne kadar bu yazının konusu Siyasal İslamın ve onun önderlerin emperyalizmle olan utanç ilişkilerini gözler önüne sermek ise de , Sadece Ahmet Han Sultan örneğinde gördüğümüz, sosyalist anavatanın savunulması için gözünü budaktan esirgemeyen bir örnek sosyalisti anmadan geçmek doğru olmaz. Ahmet Han Sultan 29 Haziran 1945’te iki kere Sovyetler Birliği Kahramanlık Madalyası ile ödüllendirilmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında 150 hava saldırısına katılmış, Tek olarak 30, grup olarak da


Konuyla ilişkili diğer makaleler