Stalin’in Anısı...
Tüm dünya komünistleri ve devrimciler, 27 Aralık’ta komünizm davasının yılmaz savaşçısı J.V.Stalin’in doğumunu anıyorlar. Yalnız sosyalizmin tarihine değil, tüm 20.yüzyıl tarihine damgasını vuran ve hala tartışılmakta olan bu sosyalist önderi yeniden anmak ve tartışmak bizler için büyük önem taşımaktadır.
Lenin’in “Müthiş Gürcü”sü
Stalin (asıl adıyla Yosif Vıssaryonoviç Cugaşvili) 27 Aralık 1879’da Gürcistan’ın Gori kentinde doğdu. Babası yoksul bir kunduracıydı. 20’li yaşlarda yazdığı “Anarşizm mi Sosyalizm mi?” broşüründe proleterleşme sürecini anlatırken verdiği “kendi işini kapatıp ayakkabı fabrikasında çalışmak zorunda kalan kunduracı” örneği, aslında babasından esinlenmiştir. Ailesi tarafından Tiflis’te papaz okuluna yollandı. Parlak bir öğrenci olarak dikkat çekti; ancak okuduğu “sakıncalı” kitaplar dolayısıyla sık sık ceza aldı. Okuldayken Tiflis Marksist çevreleriyle ve işçi sınıfıyla tanıştı. Tiflis ve Baku’nun demiryolu işçilerini, yıllar sonra, “benim gerçek öğretmenlerim” olarak anacaktır.
RSDİP’ne (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) giren Stalin, kısa zamanda Lenin’in dikkatini çekti ve Kafkaslardan gelen bir Marksist olarak Lenin ona “ulusal sorun” üzerine çalışma görevi verdi. Lenin’in yakın çevresine “müthiş bir Gürcü tanıdım!” diye bahsettiği bu genç kadro, bir süre sonra Parti Merkez Komitesi’ne girdi.
Devrim ve İç Savaş: Çaritsin, Stalingrad Oluyor
Başından itibaren Lenin’i ve Bolşevikleri destekleyen Stalin, Ekim Devrimi’nde de ilk Sovyet hükümetinde Milliyetler Halk Komiseri olarak görev aldı. Liberal tarihçi E.H.Carr, devrimin ve iç savaşın kazanılmasında Rus işçi ve köylülerinin yanı sıra, Çarlığın ezilen halklarının (özellikle Kafkasya ve Orta Asya halklarının) sağladığı desteğin belirleyici olduğunu söylemiştir. Bu halkların özgürlük mücadelesini Bolşeviklerin sosyalizm davasıyla birleştiren merkezi figürün Milliyetler Halk Komiseri olarak Stalin olduğu düşünülürse, bu hem onun devrime yaptığı katkıyı, hem de parti içinde ne sebeple yükseldiğini ve öne çıktığını anlamamızı sağlayacaktır.
İç Savaş esnasında Güney cephesinde Kızıl Ordu komutanı olarak da görev yapan Stalin, kilit öneme sahip Çaritsin şehrinin Beyazlar’dan kurtarılmasını sağladı. Bir süre sonra bu şehir tarihe Stalingrad olarak geçecektir.
1930’lar: NEP ve Tek Ülkede Sosyalizm
Lenin ve tüm Bolşevik önderlik, Stalin de dahil olmak üzere, fakir ve geri bir ülke olan Rusya’da kurulan sosyalist bir iktidarın, Batı’nı gelişmiş ülkelerinin proletaryasının devrimci desteği olmadan, yani bir Avrupa devrimi Rusya’nın yardımına koşmadan ayakta kalamayacağını düşündüler. Fakat tarih, bu konuda Bolşeviklere cömert davranmadı. 1919 ve 1923’de Alman proletaryasının devrimci ayaklanmaları yenilgiye uğradı, Bavyera, Macaristan ve Slovakya’daki Sovyet hükümetleri yıkıldı, İngiltere’de ise işçilerin SSCB ile dayanışma eylemleri dışında devrimci bir kalkış olmadı. Bolşevik iktidarın kendi olanakları ile yola devam etmesi gerekliliği kendini somut bir gerçek olarak ortaya koydu. Böylece, yıkıntı halindeki ülkede ekonominin çarklarını döndürebilmek için orta mülk sahibi köylülük ve tüccarlarla bir süre birlikte yürümeyi kabul eden NEP (Yeni Ekonomik Politika) dönemi başladı.
Bu süreçte, önce “Avrupa devrimi olmazsa yıkılırız” diyen Troçki-Zinovyev-Kamenev’in sol muhalefeti, daha sonra da, hiçbir kayda değer büyüme sağlamayan NEP’i geçici bir tedbir değil, sürekli bir model olarak savunan Buharin-Rikov sağ muhalefeti ile ayrışma ortaya çıktı. Stalin, önderliği paylaştığı Molotov, Kaganoviç gibi liderlerle birlikte 1927’de muazzam bir sanayileşme ve tarımda kollektifleştirme atılımına girişti.
Sanayileşme: Rusya’nın ve Sovyet Halklarının 200 Yıllık Modernleşme Düşü Gerçek Oluyor
50 yıl boyunca SSCB, ondan sonar da bugünkü Rusya, sahip olduğu bütün modern ve çağdaş altyapıyı Stalin döneminde kurdu. 1930’a kadar yabancı ya da burjuva kökenli uzmanlara mahkum olan Sovyetler Birliği, Stalin’in insiyatifi ile yoksul emekçi çocuklarından yüz binlerce “kızıl uzman”, mühendis, teknisyen, doktor, operatör, bilim adamı çıkardı. Tüm hayatları kilise ile meyhane arasında geçmiş olan köylüler, müzikle, sanatla, bilimle, eğitimle kucaklaştılar. Kadınlar üretime, siyasete ve toplumsal yaşama, Batı’daki hemcinslerinin hayal dahi edemeyeceği kadar yüksek bir seviyede katıldılar ve yükseldiler. O güne kadar esas olarak bir “buğday ambarı” olan Rusya, çelik üretiminde İngiltere’yi geçti. SSCB insanlık tarihinde, sanayinin beşiği olan İngiltere dahil, en yüksek sanayileşme hızını gerçekleştirdi. Bu, emekçiler için daha yüksek bir hayat seviyesi, daha yüksek bir kültür, ve ülke için de daha güçlü bir Kızıl Ordu demekti.
Bütün bu muazzam atılım, Sovyet halklarının büyük fedakarlığı ve inancı ile gerçekleşti. Ancak onlara da ilham veren kişi, halkına güvenen ve “evet, biz bunu yapabiliriz !” diyerek bu kararı alacak cesareti gösteren Stalin’di. İmkansız gözüken bu değişimin başarılması, Stalin’e ülke içinde ve dışında duyulan sevgiyi olağanüstü boyutlara ulaştırdı. Öyle ki, bir ara (planlamasına onun büyük katkı sağladığı) başkent Moskova’ya “Stalin” ismi verilmesi dahi önerildi.
Savaş: Milyonların Acısından Stalin’e Düşen Pay
Faşist ordular, uluslararası burjuvazinin yıllar öncesinden başlayan yönlendirmesiyle 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırdı. SSCB’ye 26 milyon ölü ve nice fedakarlıklarla kurulan ekonomisinin üçte birinin yok olmasına mal olan bu savaşa, daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Burada, bir birey ve bir baba olarak Stalin’in savaşta yaşadığı drama dikkat çekmek istiyoruz.
Savaş başladığında Stalin, birinci eşinden olan oğlu Yakov Cugaşvili ile kısa bir görüşme yapar. Cepheye er olarak gidecek olan Yakov’a “Zor günlerden geçtiklerini, metin olmasını, kendinin ve üzerindeki üniformanın onurunu korumasını” söyler ve sessizce kucaklaşırlar. Daha sonra Yakov, Nazilere esir düşer. Onun kim olduğunu fark eden faşistler, Stalin’e bir mesaj yollarlar ve o sıralarda Kızıl Ordu’ya esir düşen Alman mareşali Von Paulus ile bir takas önerirler. “Oğlunu kurtarmak” için bu takası kabul edeceğini düşündükleri Stalin, kendilerine şu cevabı verir: “Bir çavuş ile ordu komutanı bir mareşalin takası, askerlik kuralları açısından kabul edilemez ve mümkün değildir”. Almanlar, Stalin’in oğlunu kurşuna dizerler. Mareşal Jukov, anılarında bu haberi alan ve her şeye rağmen dik duran Stalin’in yaşadığı üzüntüyü aktarmaktadır. Bir komünistin örnek tavrı olan bu olay, bugün politikacıların çocuklarını “korumak” ve “beladan uzak tutmak” adına her türlü iltimas ve sahtekârlığı yaptığı Türkiye ve kapitalist ülkeler için surata şamar gibi çarpan bir örnek olmuştur, olmaya da devam edecektir.
Direnişçilerin Ölürken Dudaklarındaki Son İsim
2014-15’de “düştü düşecek” denen Kobane için Türkiye’deki ilerici yüzbinlerin duyduğu heyecan, ve kalplerimizin nasıl Kobane için çarptığı hatırlardadır. 1942-44 arasında ise New York’tan Pekin’e, Paris’ten Sofya’ya kadar tüm insanlığın kalbi de Stalingrad ve Moskova için çarpıyordu. Nazilere karşı savaşan Kızıl Ordu’nun yenilgisi insanlık için ölüm, zaferi ise insanlık için kurtuluş umudu demekti. Bu savaşta Kızıl Ordu ve Sovyet halklarına önderlik eden Stalin ise tüm dünyada bir kurtuluş sembolü haline geldi. Sonraki yıllarda, Soğuk Savaşta gericiliğin merkezi olacak ABD’de Amerikan halkının büyük saygı duyduğu Stalin’in posterleri “Uncle Joe” (Joe Amca- İlk ismi olan Jozef’in İngilizce kısaltması) adı altında kapışıldı. Savaşta hücuma kalkan Kızıl Ordu savaşçılarının ortak sloganı “Za Rodinu! Za Stalina! (Vatan için! Stalin için!”) oldu. Bu muhteşem iradenin işgal altındaki ülkelerdeki uzantısı olan komünist direnişçiler ise, Sovyet halkıyla olan gönül birlikteliğini vurgulamak için aynı sembolü kullandılar. Nazilerin kurşuna dizdiği yüzbinlerce direnişçinin ölürken söylediği iki cümleden birincisi ülke ile ilgiliydi: “Yaşasın Fransa!”, Yaşasın Özgür Bulgaristan.” ... gibi. İkinci cümle ise tüm Avrupa’da standarttı: “Yaşasın Stalin!”
Bugün, ne kadar değerli olursa olsun, bir insanın bu denli yüceltilişi bizlere yanlış gelebilir. Ancak bu olguyu, o yıllarda yaşanan gerilim, milyonları harekete geçiren umutlar, başarılan işin büyüklüğü, ve her şeyden önce sıradan insanların bir olayı ancak semboller üzerinden kavrama alışkanlığı ve ihtiyacı üzerinden yorumlarsak, konu bir anlam kazanacaktır. Komünistler bugün “büyük kurtarıcılar” yaklaşımını aşmış, böyle bir yaklaşımın yol açacağı hataları kavramış durumdadır; ancak geçmişte Stalin’e duyulan sevginin de salt bir “propaganda makinesi ürünü” değil, tarihsel olarak haklı ve anlamlı temellere sahip olduğu da ortadadır. Bu sevginin, bugünün Putin Rusya’sında da sürdüğünü görmek şaşırtıcı değildir.
“Başa Geçtiğinde Sovyetler Bir Pulluk ve Karasaban Ülkesiydi. Öldüğünde ise Nükleer Silaha Sahip Bir Süper Devlet!”
Bu sözler, Stalin’i seven bir komüniste, ya da herhangi bir solcuya değil, 20.yüzyılda yaşamış en büyük sosyalizm düşmanlarından birine, W.Churchill’e aittir, ve zoraki bir itiraftır. 26 milyon insanını ve ekonomisinin üçte birini kaybeden SSCB, onun önderliğinde hızla toparlandı. 1 milyon Kızıl Ordu savaşçısının hayatına mal olan Doğu Avrupa seferinde, yerel ilerici güçlerin desteğiyle Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Demokratik Almanya, Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan birer Halk cumhuriyeti haline geldi. Sonra patlayan Çin devrimi, 1 milyar insanın sosyalizme yönelimini sağlayarak dünyanın dengesini sarstı. Dünya gericiliğinin sosyalizmi yok etmek için ellerinde tuttuğu son silah olan atom ve hidrojen bombaları, SSCB’nin büyük bilimsel gücü ile bir tekel olmaktan çıktı ve Sovyetler Stalin döneminde önce atom, sonra da hidrojen bombasını üreterek emperyalizmin nükleer tekelini kırdı. 1917’de bir mujikler ülkesi olan Rusya ve kardeş halklar, uzay çağının eşiğine gelmiş bir güce dönüşmüştü. Dünyada ise, Baltık’tan Çin Denizi’ne kadar halkların üzerinde kızıl bayrak dalgalanıyordu.
“Öldüğünde Ölüsünü Giydirecek İkinci Bir Elbise Bulamadık”
Stalin 1953’te öldüğünde, tüm Sovyetler Birliği’nde matem ilan edildi. O günden kalan fotoğraf ve videolar, Sovyet halkının yaşadığı büyük üzüntüyü, milyonların döktüğü göz yaşını, kendilerine umut vermiş ve yepyeni bir çağa sokmuş olan lideri kaybetmenin acısını yansıtmaktadır. Uluslararası sosyal-demokrat hareketin liderlerinden İtalyan Sosyalist Partisi başkanı Pietro Nenni dahi “Stalin’siz bir uluslararası işçi hareketini düşünmek çok zor” demişti.
Mücadele arkadaşı Molotov, anılarında Stalin’i katafalka koyarken yaşadıkları bir zorluğu şöyle anlatır: “Yıllar boyu aynı elbiseyi giymişti ve elbisenin dirsek kısımları aşınarak tel tel olmuştu. Başka bir elbise giydirmek istediğimizde ise ikinci bir takımının olmadığını gördük. Mecburen cesedine giydireceğimiz elbisenin dirseklerini iplikle örmek zorunda kaldık”. Sonra Stalin’in tüm mal varlığı açıklanır: Bir palto, bir çift çizme, yazlık ve kışlık 2 elbise, 3 adet kömürleşmiş pipo, ve bankada 500 ruble (bir mühendisin aylığına eşit).
Stalin dönemine ilişkin eleştiri ve suçlamaların analizi, ayrıntılı bir çalışmanın konusudur ve önem taşımaktadır. Ancak tüm komünistler ve devrimciler, ömrü boyunca devrim ve sosyalizm için savaşmış, emperyalizme ve faşizme korku salmış, bir dönem ilerici insanlığa umut vermiş bu dürüst, çalışkan, ve inançlı komünistin anısı önünde bugün saygıyla eğilmektedir.