Suriye’ye Afrin’den Bir Bakış...
2011 den önce hayatımızda olmayan Suriye’li muhalifler, ÖSO, PYD gibi oluşum ve kavramlar bugün Türkiye’nin hem iç hem dış siyasetini belirliyor.
2010 yılı Aralık ayında Tunus’da başlayan ; Libya ,Mısır, Bahreyn gibi ülkeleri etkileyen, Libya’da Kaddafi’nin ölümüne, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in iktidarını kaybetmesine sebep olan sürece ister bahar deyin, ister özgürlük hareketi, gelinen süreçte Suriye’de duvara toslamış, Esad’ı iktidarından edememiş iç savaşa neden olmuştur.
Dera kentinde ki ayaklanma ile başlayan süreç , Suriye’ye EL KAİDE türevi cihatçı örgütlerin, ABD öncülüğünde ki devletler tarafından Suriye’ye taşınması ile başka bir boyuta taşınmıştır. ABD ve İsrail’e biat etmeyen bunun için görevlendirilen Türkiye’nin de sözünü dinlemeyen Esad’ın iktidarına son verilmesi amaçlanmıştır. İçerde iç karışıklıkları derinleştirerek, Suriye’yi iç savaşının yarattığı kan gölüne çevirmekle, Esad‘ın iktidarının en kısa sürede yıkılacağı öngörüldü.
Kendisini “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) eş başkanı ilan eden Türkiye Cumhuriyeti’nin o zamanki Başbakan’ı, şimdiki Cumhurbaşkanı; ABD ve diğer emperyalist ülkelerin öngörülerine inanarak , Yeni Osmanlıcılık adına Şam ‘da ki Emevi camisinde namaz kılma hayallerinin sonucu emperyalizmin Suriye’deki politikalarına ABD ve NATO üzerinden angaje oldu.
Çok hızlı bir şekilde Suriye muhalefetinin ilk toplantıları ülkemizde Antalya ve İstanbul’da örgütlendi. Bu toplantılarda alınan kararlar gereği Suriye içine sınırlarımızdan cihatçı militanlar ve silahlar taşındı. Muhaliflere her türlü destek verildi.
Tam da bu dönemde Ortadoğu’da ki etkisini artırmak isteyen İran ve Akdeniz limanlarını kaybetmek istemeyen Rusya Şam’ın yanında pozisyon alarak tüm planları alt üst etti. Esad’ın iktidarını sağlama aldı. Rusya’nın Şam’ın yanında pozisyon alması ABD’nin Suriye üzerindeki planlarının değişmesine sebep oldu.
“Kardeşim Esad ‘dan Katil Eset’e” gelen Türkiye, birlikte hareket ettiği ABD’nin taktik değiştirmesi üzerine Suriye politikasında yalnız kaldı. Bu coğrafyanın asli unsuru olan ve yaşanan boşluktan kendilerine statü arayan Kürtler ile bağ kuran ABD, tüm planlarını Kürtler üzerinden yapmaya başladı. Kendilerine Kürtleri taktik ortak olarak seçti.
Salih Müslim ile defalarca görüşen Türkiye ve Kürtleri emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Şam’a karşı olamaya ikna etmeye çalışan Türkiye, ABD’nin bu taktik manevrasında boşa düşünce Kürt kartını yanlış oynamaya başladı. Kürtlerin ve ABD’nin Suriye’de ki çıkarları üst üste düşünce ve Suriye ‘de yeni egemenlik alanları oluşunca Kürtler aradıkları statü için alan bulmuş oldular. PYD öncülüğünde oluşturulan “Demokratik Suriye Güçleri” (DSG) ile emperyalizmin Suriye için yarattığı düşmana karşı yani İŞID ‘e karşı ABD destekli mücadele başlattılar. Türkiye ABD’nin kurduğu bu ilişkiden rahatsız oldu. Devamlı ABD’ye müttefiklerinin kendileri olduğunu hatırlatmaya çalıştı. Kürt kartını iyi oyanayamayan Türkiye, Kürtleri ABD ve koalisyon güçlerine kaptırdı.
Kürtler, Suriye’de dengeler üzerinde oyanamayı becerebilen bir siyaset izlediler. Hem Rusya, hem Suriye ve hem de ABD ile bağlarını iyi kurdular. Fakat hiç birinin kontrolü altına girmeyi, bağımlı davranmayı kabul etmediler. Fırat’ın batısında Rusya ile paslaşırken, doğusunda ABD ile paslaştılar. Suriye ile ortak hareket ettikleri bölgeler de yarattılar. Bu bağları hiç koparmadılar. Kantonların yöneticilerinin maaşları bile hala Suriye devleti tarafından ödenmektedir.
Suriye’de yalnız kalan Türkiye, Rusya ve İran ittifakına yöneldi. Bu yönde ticari ve askeri iş birliği için çeşitli hamleler yaptı. S400’ler bu hamlelerden birisidir.
Sınır bölgesinde oluşan bir Kürt bölgesine kendi ulusal güvenliğini gerekçe göstererek karşı çıktı. Fırat‘ın doğusunda kalan Kürtlerin denetimindeki bölgeye yerleşen ABD burada kurduğu üslerle kalıcı olacağını gösterdi. DSG güçleri ile IŞID’e karşı mücadele ile Suriye’nin petrol ve doğal gaz kaynaklarının %50’sinin bulunduğu bir coğrafyayı kontrol altına aldı. Hala dünyada en geçerli enerji olan petrol ve doğal gaz kaynaklarını kendi kontrolünde tutmak için DSG’ye olan desteğini sürdüreceği görülüyor.
Ya Afrin ?
Sahada olmamanın masada olmamak anlamına geldiğini bilen Türkiye bu bölgede kaybeden olmamak için, Kürt kantonlarından birisi olan ve Rusya’nın denetiminde bulunan Afrin’e uzun süren pazarlıklar sonucu Rusya’dan alınan izinle Afrin’e askeri operasyona başladı. Nüfusunun çoğunluğunu Kürtlerin ve Arapların oluşturduğu ve Türkmenler ile Ermenilerin de yaşadığı halkların birlikte oluşturduğu öz yönetim modeli ile yaklaşık 3 yıldır sorunsuz, kavgasız bir arada yaşama iradesini gösteren halkların yaşadığı Suriye’nin ender kentlerinden biri olan Afrin, Rusya ve Türkiye arasında İdlib ile karşılıklı pazarlık konusu olunca son 10 gündür savaş alanı oldu.
İdlib’te toplanan cihatçı gruplara karşı Rusya-Şam yönetiminin operasyonları sürerken, Halep’te yaşanan anlaşmaya benzer bir anlaşmada Afrin üzerinden gerçekleşti.
Bu anlaşma AKP hükümetinin imdadına yetişti. İçerde çeşitli dosyalarla iyice sıkışan yönetememe krizine giren AKP, Rusya’nın izniyle Afrin’e operasyon başlattı. Afrin operasyonunu içerde ABD ile savaşıyoruz politikası üzerinden işleyerek kendi kitlesini konsolide etme derdine düştü. PYD/PKK diyerek Afrin üzerinden milliyetçi oylara oynamaya, onları 7 Haziran sonrasında olduğu gibi tekrardan kendi saflarına çekme çabasındadır.
“Kürt Koridoru” olarak adlandırdıkları “Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu” olarak kurulan federal alanı engellemek saikiyle çıktığı bu yolda içerde devamlı ABD karşıtlığı yapması, operasyonun meşruiyetini içerde sağlama çabasıdır. Ama kimsenin görmek istemediği ABD denetiminde buluna Kürt bölgesinin sınır uzunluğunun yaklaşık 600 km’yi bulmasına karşı asıl tehdidin nasıl olur da Afrin olduğudur.
Çünkü hala kendisini Batı’nın bir parçası olarak gören bir Türkiye vardır. NATO’dan ve Batı’dan kopmak gibi bir niyeti yoktur. İlk ağızdan yapılan açıklamalarda ABD’nin müttefikinin aslında Türkiye olması gerektiği üzerinde ısrar etmektedirler.
Rusya’nın derdi ise Türkiye üzerinden NATO’da çatlak oluşturabilmek. NATO içi çelişkileri derinleştirebilmek. İdlib operasyonu için hedef saptırmak ve nihai gelecekte Afrin’i de Suriye yönetimin denetimine almak. Soçi zirvesinde elini güçlü kılmak. Bütün bunlar bize aslında Afrin oprerasyonunun süresinin Rusların eline bağlı olduğunu gösteriyor.
Rusya, İdlip, El Bab, Afrin ve Münbiç’in Şam‘ın kontrolüne dahil olmasını istiyor. Bunun için Türkiye‘yi sopa olarak kullanıyor. Kürtleri yeni bir anlaşmaya zorlamak Afrin’in özerk statülü bir yapı olarak Şam’a bağlı bir hale getirmek.
2019’u kurtarmaya çalışan AKP, son derece karmaşık bir ortamda, dış politik hamleler ile iç politikayı dizayn etmeye çalışıyor. Şam yolunda büyük umut bağlanan ÖSO ile TSK müttefik hale getirilerek Afrin’e operasyon düzenleniyor. 30 değişik gruptan oluşan ve içinde sadece 3 adet Türkmen birliği olan, dünyanın çeşitli coğrafyalarından taşınan cihadistlerden oluşan ve maaşlarını emperyal güçlerden alan paralı eşkıyalar milli ve yerli ilan ediliyor. Daha ileri giderek Suriye’nin Kuvva-i Milliyesi olarak adlandırılarak bu topraklarda emperyalizme karşı mücadele için yurt savunması yapan örgütlenmelerle bir tutuluyorlar. Kafa kesen, Alevi düşmanı olan bu tipler yerli ve milli oluyor. Bu arada yerli ve milli demenin ne demek olduğunu da öğrenmiş olduk.
Ülkenin başına örülen bu olaylardan bahsetmek ise vatana ihanet suçlamasıyla karşılık buluyor. Bir zamanlar bugün adına FETÖ dedikleri yapılanma da aynı şekilde sahipleniliyordu. Gelinen nokta da “kandırıldık” oldu. Umarım yine kandırılmayız.
Emperyalizmin halklar üzerinden oyunları bir kez daha göstermiştir ki, halkların kurtuluşu anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadeleden geçmektedir.