Türkiye ve Dünyaya Bakış - 18
SEÇİMLER SONRASI MÜCADELE VE CHP GERÇEĞİ
24 Haziran seçimlerinin üzerinden 23 gün geçtikten sonra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hem Cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği seçimlerinin meşru olmadığını ilan etti. Şaka gibi…
Güler misin ağlar mısın derler ya, durum tam da bu durumu resmediyor. Madem ki öyle bir tespitiniz vardı, bunu 24 Haziran gecesi saat 23:00’den sonra, resmi tablo ortaya çıktıktan sonra neden açıklamadınız. Adayınız neredeydi, siz neredeydiniz? Ne bir açıklama ne de bir tepki verdiniz. İnsanları balık akıllı zannederek 23 gün sonra kendinizi tekrar o uğursuz “muhalefeti bastırma” görevi için ortaya atıyorsunuz.
Bu açıklama öyle basite alınacak bir açıklama değildir. CHP bu devletin kurucu ve sürdürürcü iradesidir. Sınıfsal olarak yeri burjuvazinin temsilinden ibarettir. İşçi, emeki, yoksul ve köylülerin sınıfsal tepkilerinin tabiri caiz ise “gazını almak” suretiyle pasifize edilmesi CHP’nin görevidir.
CHP bugün Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “Tek ülke, tek devlet, tek millet, tek dil, tek din” tekerlemesinin mucididir. TC bu ilkeler üzerine oturmaktadır. Kuruluş ilkeleri bunlardır. Dolayısıyla CHP günlük siyasi dil olarak AKP’ye muhalefet oluyor gözükebilir ama söz konusu ilkelerde ortaklaştıkları için onun ötesinde asla…
Şimdi bazı arkadaşlarımız laiklik elden gidiyor, CHP hükümet olsa laiklik korunabilir argümanını getirebilir. Ancak bu içi boş bir laftır. TC kuruldu kurulalı laiklik uygulanmamıştır. TC “laiklik” kavramı altında sadece sünni islamı devlet kontrolünde geliştiren bir rejim oluşturmuştur. Bunu bir takım batılı motiflerle süsleyerek sözüm ona “modern” hale getirmiştir. Değilse Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir devlet kurumunu ve İmam Hatip Liseleri gibi devletin eğitim kurumlarını nasıl açıklayabilirisiniz? Türkiye’de en fazla İmam Hatip Lisesi açıldığı dönem Diktatör Evren döneminde olmuştur. Evren kemalist ve CHP’ye oy veren bir kişi değil miydi?
Türkiye bir halklar, uluslar, dinler, mezhepler ve kültürler mozaiğidir. Ancak bunu Türkiye halklarına yaşatmak istemeyen TC ulus-devleti, bu halkları yönetmekte zorlandığı her evrede askeri veya sivil diktalara baş vurmuştur. TC tarihi darbeler, cuntalar, sıkıyönetimler, OHAL’ler ve diktalar tarihidir. 1923 - 1950 arası “tek parti” döneminde durum bugünkünden farklı mıydı? O dönemde CHP’nin yaptığını bugün AKP yapmaya çalışıyor.
Bu halklar kendi katillerine güzelleme yapan halklardır. 27 Mayıs 1960 darbesi, Anayasa’da bir takım “burjuva demokratik” hakları içerdiği için ilerici bir darbe olarak alkışlanmıştır. 27 Mayıs darbesinin duyurusunu TRT’de okuyan albayın kim olduğuna bakarsanız, bu darbenin hiç de ilerici karakterde olmadığını anlayabilirsiniz. O kişi faşist ABD ajanı Alpaslan Türkeş’tir.
CHP’ye oy veren, veya ilerici ve demokrat zannettiği için destekleyen, üye olmuş olan, işçi, emekçi, yoksul kitlelere, Alevi, Sünni yurttaşlara yönelmek ve onları kazanmaya yönelik çalışmalar yürütmek farklı, CHP’yi bu programı, politikası ve yönetimi ile siyasi bağlaşıklık olarak değerlendirmek bambaşka bir olgudur.
CHP seçmen ve tabanına seslendiğimiz kadar, AKP ve MHP tabanına da seslenmek zorundayız. Sınıfsal temelde çalışma bu yönde düşünmeyi ve davranmayı gerektirir. Son tahlilde, CHP, AKP, MHP ve diğer burjuva partilerine oy veren veya onları politik olarak destekleyen yurttaşlarımız, politik demagojiler, yalanlar ve din ile milliyetçi motifler vasıtasıyla bu duruma getiriliyor, yanıltılıyorlar.
Bakınız bir örnekle ne söylemek istediğimizi açmaya çalışalım; Kürt halkı yıllarca yanıltıldıktan sonra, başına gelen tüm musibetlerin CHP’nin temelini oluşturduğu TC’den aldığını farketmesi üzerine hem TC’ye sırtını döndü hem de CHP Kuzey Kürdistan’da oy alamaz hale geldi. Bu kuşkusuz ki kendi kendine olmadı. Çok yönlü, sabırlı ama aktif ve dinamik bir ulusal kurtuluş mücadelesi Kürt halkında bilinçli bir yön değiştirmeyi gündeme getirdi. Şimdi AKP vasıtasıyla dini motiflerle bölgede tekrar mevzii kazanmaya çalışan AKP değil TC’dir. AKP veya CHP olmuş hiç önemli değil. Onlar için önemli olan TC devletinin bekasıdır.
Kürt halkı dahil Türkiye halklarının tümüne yönelik sınıfsal anlamda sabırlı, aktif ve dinamik bir çalışmanın yürütülmesi, siyasi partilerden bağımsız olarak emek-sermaye çelişkisinin, halkların günlük yaşadıkları sosyal, ekonomik ve demokratik sorunlar temelinde işlenmesi bugün uygulanması gereken, hiç bir zaman eskimemiş, modası geçmemiş ve doğru olanıdır. Bu çalışma mahalle, semt ve sokaklar temelinde, fabrikalar, tersaneler, rafineriler, madenler ve işyerleri temelinde, öncelikle işçi, emekçi, yoksulları kapsamak, işsiz ve emeklileri de kendilerine özgün yöntemlerle kazanmak biçiminde yürütüldüğünde sonuç alınamaması mümkün değildir. İşçi sınıfımızın politik örgütünün yönelimi buraya dayanmaktadır, özellikle seçimler sonrası ana vurgu bu hedefe yapılmaktadır ve doğru olan da budur.
CHP’ye oy vermiş, daha sonra ANAP’ı doğurmuş ve bugün de AKP’yi palazlandıran faşist generaller boşuna 12 Eylülleri gerçekleştirmediler. DİSK ve tüm Demokratik Kitle ve Meslek örgütlerini işlevsiz kılmak için onbinlerce devrimci aktivisti işkenceden geçiren, tutuklayan, sürgün eden bu güçler, işverenleri burjuva sınıfının temsilcileridirler. Bizler ise onların karşısında durduğumuzu iddia ediyorsak, onların yaptıklarının tam tersini yapmalı, yok etmek istedikleri kurum ve kuruluşlarımızı geliştirip güçlendirmeli sınıf mücadelesinde devrimci bir atılımı başarabilmeliyiz.
Sınıf temelli, demokratik ve sosyal haklar mücadelesi temelli, barış ve demokrasi yönelimli, sonul amaç sosyalizmi kısa vadede değil orta ve uzun vadede hazmettirerek anlatma temelli bir faaliyet, ülkemizde yaşanan tüm olumsuzlukların panzehiridir. İşçi, emekçi, yoksul, işsiz ve emeklilerin, hangi partiye yakın durduklarına bakılmaksızın, onları karşımıza almadan, sınıfsal temelde kazanmaya yönelik bir rotaya oturacak siyasi kitle çalışması günümüzde tutulacak ana halkadır.
***
EKONOMİK OLASILIKLAR - ABD Mİ, RUSYA VE ÇİN Mİ?
TC (dikkat ederseniz AKP-SARAY Rejimi demiyoruz) 24 Haziran seçimleri sonrasında çok ciddi bir ekonomik kriz ortamına dört nala koşmaktadır. Önlerinde iki olasılık mevcut. Birincisi; ABD ve NATO’ya her yönlü itaat etmeyerek, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, İran ve Hindistan ile başlattıkları ilişkileri geliştirerek kaynak yaratmak ve ABD ve NATO sisteminin bir parçası olarak ama onlara her konuda itaat etmeden daha ortada bir rol üstlenmek. Veya, İkincisi; Bugüne kadar Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, İran ve Hindistan ile ABD ve NATO’nun izin verdiği ölçüde ilişki içinde kalarak tam anlamıyla ABD ve NATO’ya yaslanmak.
Seçimler öncesi Rusya ve Çin ile kurulan yeni ilişkiler ABD ve NATO’nun başını çeken emperyalist ülkeleri fazlasıyla rahatsız etmişti. Seçim sonuçlarını beklediler. Seçimlerin hemen ertesi günü TC ile yeni pazarlıklar başladı. Rusya, Çin ve Hindistan’dan uzak durun, İran’a hiç yaklaşmayın biz size ne istersek vereceğiz demeye getirdiler. Bugün ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan bu yönde açık sinyaller gelmektedir.
Sinyallerin de ötesinde ABD Rusya, Çin ve İran’a karşı uyguladığı ambargoları sertleştirmeyi ve kaçak kapıları kapatmaya çalışıyor. Ekonomik olarak zorda olan Türkiye’nin sorunlarını görece olarak rahatlatmak için bu yasakları delmesi ABD ve NATO başlarını son derece rahatsız ediyor.
Rusya, Çin ve Hindistan ile kaynakları belirlenmiş ve şekillenmiş dış kaynak yatırım ve yardımları ile ilgili somut ön anlaşmalar olduğu bilinmekle birlikte, ABD, İngiltere ve Almanya, IMF’nin de yardımıyla bu kaynaklar yerine kendi kaynaklarının tercih edilmesini dayatıyor. NATO Zirvesi ve G20 Toplantısı bu konuların ikili görüşmelerde ele alındığı ortamlar oldu. Ankara’ya yüksek diplomatik temsilcilerin biri gidiyor, biri geliyor. Rusya, Çin, İran ve Hindistan ise bu süreci dikkatle izliyor. Baskı kurmuyor. Önümüzdeki hafta sonu BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) Güney Afrika'da gerçekleşecek olan olağan zirvesinde Türkiye'nin olası alacağı ihtimaller masaya yatırılacak. Erdoğan da Zirve'ye konuk olarak davetli. TC’nin nasıl bir yolu tercih edeceğini bekleyerek görmek istiyorlar.
Biz de dikkatli bir şekilde süreci izlemeye devam edeceğiz. İki durumda da ülkede işçi, emekçi ve yoksulların durumunda bir düzelme olmayacak. Birinde siyasi anlamda bugüne kadarki gibi ABD emperyalizmine ve NATO’ya sonsuz bağımlılık perçinlenecek. Diğerinde ise tabiri caiz ise TC “ortanın malı” olacak. Bir o yana çekilecek, bir bu yana. Siyasi anlamda ortada davranarak iki taraftan da sürekli yeni olanaklar elde etmeye çalışacak, şantaja dayalı esnafça bir politika yürütecek. İkisi de onursuz yol. Ancak doğru olan yolun seçilmesini TC’den beklememek gerekir. Ne zaman ki bu ülkenin gerçek sahipleri dümene geçerler, işte o zaman bütün zorluklarına karşın rota onurlu yola doğru kıvrılmış olacaktır.