Tarifi ve Reçetesi Olmayan Günler
Ülkede ve dışarıda yaşadığımız siyasi gelişmeler hiç bir kalıba sığmıyor. Başlıklar halinde gözden geçirelim.
Çelişkiler Yumağı
Fethullah Gülen Cemaati (FGC) Meselesi: FGC’nin ABD ve uluslararası emperyalist merkezler ile olan sıkı bağları sayesinde AKP’nin kuruluşu konusunda vize alan ve aynı güçlerin sayesinde iktidar yolu açılan RTE ve partisi AKP nasıl oldu da bir anda FGC’ni terörist ilan etti? FGC hakkında toz kondurmayan, okullarına yurt içi ve dışında TC devleti desteği sağlayan, resmi kurum ve kuruluşlara yerleşmesine, TC’nin tüm bilişim ve güvenlik damarlarını teslim almasına yardımcı olan, vekil, vali, emniyet müdürleri, hakim ve savcıları FGC kadrolarından atayan bir RTE ve AKP neden böyle çark etti?
Ergenekon ve Balyoz Davaları Meselesi: Ergenekon ve Balyozun “savcısıyım” söyleminden, üçer-dörder ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan paşaları beraat ettiren, Harp Akademileri dönem açılış töreninde “aldatıldım özür deilerim” deme zorunluluğu neden oluştu?
Kürt Ulusal Sorunu Meselesi: “Bu ülkede Kürt meselesi vardır”, “Ben de Türk değilim Gürcüyüm, eşim Arap. Bu ülkede her millet kendi benliğini ve kültürünü yaşayabilmelidir, Türkiyelilik bir üst kimlik olarak Anayasa’da tarif edilmelidir” v.b. söylemlerden, “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin de Türk kardeşlerim kadar sorunu vardır”, “Tek millet, tek dil, tek bayrak” söylemine nasıl ve neden gelindi?
Alevi Toplumunun Eşit Hakları Meselesi: “Dersim Katliamından dolayı Alevi kardeşlerimden özür diliyorum”dan, “Cemevi, memevi olmaz, herkes camiiye gitsin” fikrine nasıl dönüşüldü?
Suriye Meselesi: “Kardeşim Esat ile anlaştık, TC ile Suriye hükümetleri Bakanlar Kurulu toplantılarını ortak yapmaya başlayacağız”dan, “Allahın izniyle Katil Eset’e gereken dersi verip Şam’da Emevi Camiinde cuma namazımızı kılacağız” değişikliğine nasıl gelindi?
Rusya Meselesi: 24 Kasım 2015 tarihinde Rus jeti, TSK jetleri tarafından vurulup düşürülüyor. “Bugün olsa aynı şeyi yine yaparız” deniyor. Sonra ne oluyor da Rusya en dost ülke oluyor ve S400 roket sistemleri alım anlaşmaları yapılıyor?
Güney Kürdistan Meselesi: Kasım 2016’da Diyarbakır’da Mesut Barzani ile kol kola halkı selamlayan ve “İKBY başkanı değerli kardeşim Barzani’ye Erbil’den geldikleri ve heyecanımızı paylaştıkları için milletim adına teşekkürlerimi iletiyorum”dan “Terörist Barzani dersini alacak” açıklamalarına nasıl geçildi?
Bu ve benzeri soruların daha birçoğunu alt alta sıralayabiliriz… Hele bir de 15 Temmuz 2016 tarihi var ki, ona değme gitsin… Ayrı bir yazının konusu olarak kenara ayıralım.
Bunların tümü Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel kodları ile ilgili meselelerdir. Konjonktürel, günü kurtarmak için uygulanan sonra da geri çark edilen ve tersi uygulamaya sokulan politikalar değildir.
Bugüne Nasıl Geldik?
ABD emperyalizmi Kuzey Afrika, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar ile ilgili bir genişleme ve önce karıştırıp sınırları yeniden belirleme, daha iyi yönetebilecek koşullar yaratma projesini devreye soktu. Kuveyt işgali, 11 Eylül, 2. Körfez Savaşı, Tunus, Libya, Mısır, Irak, Suriye olayları peşi sıra gelişti. Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya’nın siyasal, ekonomik ve askeri olarak güçlenmesini engellemek, Türkiye’ye Müslüman nüfusun yoğun olduğu bölge ülkelerinde etkin rol biçmek gündeme alındı. FGC’nin niteliksel özellikleri ile RTE’nin niceliksel özellikleri birleştiğinde Türkiye bu rolü oynayabilirdi. Bunun için proje hazırlandı, AKP kuruldu ve toprak yarılıp fışkırırcasına kısa zamanda siyasi bir güç yaratıldı. Bunun finansal koşulları kuşkusuz ki proje sahipleri tarafından sağlandı. Türkiye’nin işbirlikçi tekelci burjuvazisi bu projeyi içinde kimi çelişkiler barındırmasına rağmen baştan itibaren birlikte taşıdı.
RTE ve ekibi bu olanağı fırsata çevirmek için değerlendirdi. Kullanıldığının farkındaydı ve ‘onlar beni, ben de onları kullanırım’ politikası izledi. Zaman içinde ortaklarını etkisizleştirerek, hatta arınarak kendi kadrosunu güçlendirmeyi, devlete hakim olmayı hedefledi. Uluslararası alanda da halifeliğini ilan etme amacı yakıştırılmış bir iftira değildi, hala da değil. Halifelik rüyası bir gerçek. Kendileri açısından aksayan, değişen, uzayan süreçler oldu.
RTE kendini güçlü hissederek 2011 seçimleri propagandası sürecinde “birinci seçim çıraklık, ikinci seçim kalfalık, bu üçüncü seçim ise ustalık dönemi olacak” söylemiyle niyetini ortaya koyuyordu. O güne kadar FGC ile kurdukları ittifağın dengelerini kendi lehine daha fazla çevirmek istediği anlaşılıyordu. Devlet içindeki statükocu güçler ile sorunu olmayacağını düşünüyordu. Fakat gelişmeler o yönde ilerlemedi. Haziran-Temmuz 2013 aylarında Gezi Direnişi ile sarsılan RTE ve AKP iktidarı, 17/15 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu ile sallanmaya başladı. Hatırlanacağı üzere Gezi Direnişi sırasında RTE ani bir Tunus ziyareti ile ülkeyi terketmiş, direniş durulunca ve anlaşılan değerlendirmeler yapılınca ülkeye dönerek Atatürk Hava Limanında gece yarısı açık hava mitingi düzenlemişti. 17/25 Aralık operasyonu öyle kolay atlatılacak cinsten değildi. Hesaplaşma keskinleşmişti. Taraflar birbirlerini yok etme üzerine planlar geliştirmişlerdi. Hem FGC ile RTE cephesinin arasında sorunlar vardı, ama aynı zamanda AKP içinde ABD, İngiltere ve Almanya yanlısı gruplar arasında sürtüşmeler su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Kavga keskinleştikçe sorunlar daha da büyüdü ve zaten 17/25 Aralık operasyonu ile ayan beyan ortaya çıkan çatışma artık kamuoyu önünde icra edilmeye başlandı.
FGC-RTE cephesinde durum bu merkezdeyken, statükocu Kemalist güçler arasında da farklı yaklaşımlar kamuoyu önünde tartışılmaya başlandı. Genellikle emekli paşalar vekaleti ile gelişen tartışma, aralarında ABD/NATO’cu ve Avrasya’cı eğilimlerin keskinleşip ayrıştığına işaret ediyordu. Reel sosyalizmin varlığı döneminde “Avrasyacı” paşalar yoktu. Bu eğilim 90’ların ortasından sonra gelişmeye başladı. Ergenekon/Balyoz operasyonları ve davaları ABD/NATO’nun parmağı olmadan yürütülebilecek bir süreç değildi. Kimse onlara rağmen NATO’nun ikinci büyük ordusunun içine arı kovanına kolunu sokar gibi giremezdi. İkinci Körfez Savaşı öncesi 1 Mart Tezkeresi ile gün yüzüne çıkan tartışma artık ayrışmaya evrilmiş ve ABD olaya müdahale etmek zorunda kalmıştı. Ağırlıkla Avrasyacılar ve ortada oynayanlar Ergenekon/Balyoz operasyonları ile tam anlamıyla kızağa çekildi ve enterne edildiler. Ancak aralarındaki tüm farklılıklarına rağmen iki güç de devletin temel gücü olma iddiasındalardı. Bu olgu da onları yer yer bir araya getiriyordu.
RTE, Mart 2015’de Harp Akademileri Komutanlığı’nda yaptığı konuşmada “Suçluyla suçsuzun, gerçekle yalanın, doğruyla yanlışın aynı torbaya konularak yürütüldüğü bu operasyonlarla, şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı.” ifadelerini kullandı. Aradan bir ay geçmeden de “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak nitelenen PKK ile diyalog sürecinin müzakere aşamasına geçmesi mutabakatı sonlandırıldı. Çok kullanılan ifade ile “masa tek taraflı olarak devrildi”. Bu niteliksel değişim Harp Akademileri Komutanlığı konuşmasında kamuoyuna yansıyan mutabakatın ilk ve belki de en önemli adımlarından biriydi. 3-4 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan paşaların tümü bunu takip eden süreçte beraat ettirildi. Ve savaş yeniden başladı. Ceylanpınar provokasyonu ile verilen sinyal, 5 Haziran 2015, HDP Diyarbakır seçim mitingi bombalaması, 20 Temmuz 2015 Suruç katliamı, 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı ile sürdü. 7 Haziran 2015 seçimlerinde hedeflerine ulaşamayan ve yenilen RTE, bu terör olayları ile 1 Kasım 2015’de seçimleri tekrarlatarak halkın iradesinin aksine yenilgisini telafi etti. 16 Nisan 2017 tarihine kadar da özellikle 15 Temmuz 2016 Darbe senaryosu sonucunda inşa edilen OHAL diktatörlüğü koşullarında yığınları korkuyla sindirerek referandumdan HAYIR çıkmasına rağmen EVET sonucunu ilan ederek yerini koruduğunu zannetti.
RTE’nin bütün bu manevraları 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu sonrası konumunu korumak için girdiği kirli bir pazarlıktır. Ergenekon/Balyoz ile 17/25 Aralık arasında bir eşitlik sağlanmış ve yeni bir ortak politika temelinde ittifak oluşturulmuştur. Aslında yeni olan hiç bir olgu mevcut değildir. Sadece RTE paşalara biat etmiştir ve TC’nin temel kodlarında uzlaşma sağlanmıştır. Avrasyacı fraksiyon ile NATO’cu fraksiyonun çatışması ondan sonra da sürmüş, Suriye, Rus jetinin vurulması, Güney Kürdistan referandumu ve Kürt sorununun çözümü doğrultusunda birden fazla karşılıklı sataşma ve çatışma yaşanmıştır. Bu çatışmalar ordu içindeki Avrasyacı fraksiyon ile NATO’cu fraksiyon arasında sürmektedir.
Bize göre kozların paylaşım süreci sonuçlanmamıştır ve kısa sürede de sonuçlanmayacaktır. Bu tablo uyarınca da Saray Rejimi’nin ‘gel-git’ leri, ‘zig-zag’ları sürecektir. TC, Rusya ve Çin kozunu ABD ve NATO’ya karşı taviz koparmak için kullanırken, bir yandan da reel politikada ne zaman kimi satacağı ve kime yatacağını kendisinin de bilmediği bir çizgide yürümektedir. Halbuki TC, NATO’dan çıkarak ve başka bir merkeze de yaslanmadan bloksuz, bağlantısız, bağımsız bir dış politika yürütebilir. Ancak, Saray Rejimi böyle bir amacı da önüne koymuyor. Özü itibarıyla ABD/NATO ile bağımlılık ilişkisini sürdürürken bir takım ayrıcalıklar elde etmeye çalışıyor. Bu amacı ise her iki taraf da gördüğü için TC ile top gibi oynuyorlar ve bu da TC’nin dış politikada bugün, dün yaptıklarının 180 derece tersini yapması sonucunu doğuruyor. Yarın bir 45 veya 90 derece daha ileri veya geri gitmesi de, 180 derece geriye dönüş yapması da her zaman için mümkün. Türkiye’de sınıfsal anlamda toplumsal köklü değişiklikler olmadan bugün ABD, NATO ve AB ile yıllardır girilen girift ilişkilerin değişmesi zordur, hatta mümkün değildir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi biraz da bu açıdan değerlendirilmelidir.
Çözüm Ellerimizdedir
Bu koşullarda burjuvazinin ideolojisi ile bugün geniş halk yığınlarının dini ve milli hassasiyetlerini istismar ederek kitle tabanı yaratmış olmak uzun vadeli ve kalıcı bir olgu değildir. İşçi sınıfı, ezilen emekçi halklar ve yoksullar er ya da geç sınıfsal açıdan bilinçlendikçe içine girdikleri girdaptan kurtulacaklardır. Geniş halk yığınlarında bu bilinç değişikliğinin oluşması da yine burjuvazinin sınıfsal, ekonomik ve politik uygulamalarının sonucunda olacaktır. ‘Burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını kendileri yaratır’ görüşü Komünist Partisi Manifestosu’nda sadece bir temenni değildir, gerçeği yansıtmaktadır.
Kısacası, baştan beri bize “anlamsız” gibi gelen Saray Rejimi’nin farklı temel konularda sürekli tutum değiştirmesi onun gücünden değil zayıflığından ve çaresizliğinden kaynaklanmaktadır. Sorunludur, zayıftır, çaresizdir, ancak henüz sorunlarına yeni ittifaklara girerek çözümler üretebilmektedir. Fakat nesnel olarak uzun vadede bunu sürdürme şansı yoktur. Bunun da farkında olduğu için ülkeyi OHAL ve KHK’lar ile, diktatoryal yöntemlerle yönetmeye çalışıyorlar.
Egemen sınıfların ve onların politik temsilcilerinin bu politikaları ne kadar olumsuz koşullar yaratıyorsa da her kış mevsiminin ardından yaz mevsimi geldiği gibi bu karanlık günleri de özgür, aydınlık günler karşılayacaktır. Bu nesnel bir gerçekliktir. Bugün baskı, terör ve yasaklarla insanlar sindirilmiş durumda olabilirler. Fakat bu sindirilmiş olma hali fırtına öncesi sessizliğe delalet eden bir durgunluk halidir. Bizi ilgilendirmesi gereken olgu, bugünkü durgunluk koşullarında, yarın çelişkiler keskinleştiğinde dışa vuracak olan canlanmaya nasıl hazırlandığımız ile ilgili olmalıdır. Bunun da bir tek yolu var. Nesnel olarak rejim ile çelişki içinde olan en geniş yığınların içinde yaşamak, çalışmak, iletişimde bulunmak, tartışmak, eğitimine destek vermek ve onların dar politik çıkarların ötesinde kendi öz sorunları temelinde bir araya gelmelerini sağlamak. Bu günlük çalışmanın yapılacağı en uygun yerler de işyerleri ve yerleşim alanlarıdır. Yani fabrikalar, tersaneler, madenler, havaalanları, limanlar, demiryolları, atölyeler, bürolar, işletmeler, semtler, mahalleler, köyler ve sokaklar. Ekonomik ve sosyal sorunlar temelinde her yere özgün yaratıcı modeller geliştirerek yığınların örgütlenmesini sağlamak.
Evet savaşa karşı çıkalım, askerlerin, özgürleşmiş gençlerimizin çatışarak ölmelerini dert edinelim, köylerin, kentlerin yakılıp yıkılmasına, sivillerin katledilmesine karşı sesimizi yükseltelim. Özellikle bu olgulardan doğrudan etkilenen yurttaşlarımız arasında bu konuları gündem yapalım. Ama bunu yaparken bu sorunları doğrudan yaşamayan yurttaşlarımızı da sosyal, ekonomik, politik özgün sorunları temelinde bir araya getirmenin, haklarına sahip çıkmalarının çalışmasını yapalım. Bu çalışmaları yaparken de içinde yaşamadıkları sorunlara duyarlı kılalım.
7 Haziran 2015 genel seçimlerinde elde edilen başarının oranını ikiye katlamak, sağlıklı, sabırlı ve soğukkanlı bir çalışmayla mümkündür. Bu çalışmayı bir seçim çalışması olarak değil, seçimlerde de yürütülecek sürekli bir sandık çalışması olarak irdeler, sokak sokak, mahalle mahalle yerel sorunlar temelinde insanları, siyasi görüşleri ne olursa olsun bir araya getirirsek sonuç almamız mümkün olacaktır. Sanmayalım ki yurttaşlarımız RTE ve Saray Rejiminin keskin tavır değişikliklerini görmüyor ve irdelemeye çalışmıyor. Ancak rejimin, sandık temelinde yürüttüğü sürekli siyasi çalışmaya ek olarak, öğretmenler, muhtarlar, imamlar üzerinden yarattığı ideolojik propaganda ağı yurttaşlarımızı yanlış sonuçlara yönlendiriyor. Bu mekanizmanın önünü kesip tersine çevirmenin tek yolu da, onların yaptıklarının daha iyisini yapmaktır, sınıfın ve halkların öz örgütlenmelerini, meclislerini yaratmaktır.