Temel Görevler Ve Kolektif Akıl
Seçimler bitti. Ya demokrasi, ya otokrat bir yönetim ikileminde kanalize edilen pratik davranışlar demokrasi güçlerinin önemli alan kaybetmesiyle sonuçlandı. Elbette bunun nedenleri çok yönlü tartışılıyor ve tartışılacak. Emekçi yığınlar ve diğer demokrasi güçleri açısından çok zorlu bir sürece girildiği aşikar. Bu sürecin getireceklerine Türkiye halkları yabancı değil, yakın geçmişteki uygulamalarla bunları yaşadı, gördü. Burjuvazinin vakit kaybetmeden uygulamaya koyduğu yeni yönetim biçimiyle ülkeyi nasıl talan edeceği, ne tür bir baskılama yöntemi uygulayacağından çok, bu durum karşısında emekçilerin, devrimci güçlerin ne yapacağı, nasıl bir mücadele hattı izleyeceği asıl önem taşıyan nokta.
Sol içi önemli bir kesimde, seçimlerin demokrasi mücadelesinde bir alan açacağı hakimdi. Halbuki taşların bağlanıp canavarların salındığı bir ortamda yapılacak seçimle öne konulan sandık, demokrasi süslemesiyle “beni seçeceksiniz”den başka bir anlam taşımıyordu. Süreç bu yönde kurgulandı ve öyle sonuçlandı.
Kapitalist üretim ilişkilerinde yeni sermaye birikimi sınırsız talan ve sömürü yöntemleriyle gerçekleştirilirken, demokrasinin tümüyle askıya alındığı baskı koşullarının dışında bunun yapılamayacağının da farkında olmak gerek. Demokrasinin en ufak kırıntılarının bile yok edilmek istenmesinin arka planı olan bu durumu görmeden, bir demokrasi mücadelesi hattının oluşturulması, dizilişin baştan yanlış yapılması demek. Burjuva yönetim biçiminin sınırlarının emekçiler lehine genişletilmesi ve giderek kapitalizmin aşılmasını sağlayacak temel toplumsal katmanlar neler sorusuna verilecek yanıt, demokrasi mücadelesinin asıl temel maddi zeminidir.
Seçim sürecinde bazı kesimlerin ana yanılgısı demokrasinin taşıyıcısı toplumsal katmanlar üzerinden mücadele hattını oluşturamayışıdır. Yapılanışı burjuva baskı aparatlarının bir parçası olan güçlere demokrasi mücadelesini havale etmek, işçi ve emekçilerin bu mücadelede temel bağlaşığı Kürt halkının özgürlük mücadelesini görmezden gelmek, çeşitli baskılanmış tercihleri ve inanç gruplarını, kapitalizmin çevre talanına karşı savaşım yürütenlerin birleşik hattını örmek yerine, bu görevi “millet ittifakına” havale etmek demokrasi lehine sonuçlar ortaya çıkarmayacağı açıktı.
Ülke kaynaklarının yüzde sekseni, yüzde beş gibi bir azınlığın elinde. Bu durum her geçen gün emekçilerin aleyhine işliyor. Üretimin toplumsal karakteri ile, mülkiyetin zor yoluyla bir avuç azınlığın elinde toplanması tezatlığı, kaçınılmaz olarak burjuvazinin yönetememe durumuna varacaktır. Sınıf mücadelesinin iki yüz yılı aşkın deneyiminin devrimcilere öğrettiği işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların birleşik mücadelesini örmektir. Demokrasi güçlerinin önünde temel görev bunu başaracak yol ve yöntemleri ortaya çıkarmaktır. Faşizme karşı demokrasi utkusunun ve kapitalizmi aşmanın tek yolu budur…
Sınıf Mücadelesinin Temel Dayanakları
İşçi sınıfının tarih sahnesine çıkışıyla, geleceğe ilişkin toplum tasarımlarını emek-sermaye kavgasında gören arayışların bilim düzeyine yükseldiği süreç, sınıfsal çelişkilerin belirleyici olduğu tespiti, bütünleyici temel unsurların uyumlu ve çok yanlı birlikteliği ile ortaya çıkmıştı.
Doğa, toplum ve düşüncenin gelişim yasalarının kavranması; insanların üretim faaliyetleri sırasında kurdukları ilişkiler, maddi zenginliklerin üretimi, paylaşımı ve üretenin, işçi sınıfının kurtuluşu yolundaki önermeler ve mücadele deneyleri bütünlüklü bir bilimi ortaya çıkarmış, her geçen gün insanlığın düşünce dünyasında yeni ufuklar açarak, kapitalist dünyanın yoksulluk, sömürü, yağma, baskı, savaş, ayrımcılık, kültürel değerlerin erozyonuyla sarsılan insanlığa; eşitlikçi bir toplum düzeni seçeneğini net, bilim düzeyinde ortaya koymuştur.
Marks ve Engels geleceğin toplum düzenini düşlerken toplumsal çelişkilerin gelişim yasalarını ortaya çıkarmanın yanında bu mücadeleye aktif olarak da katılmışlardır. İşçi sınıfının yeni dünyada rolü sınıf mücadelesinin zorunlu bir sonucu, aynı zamanda ezilen tüm toplumun özgürlüğünü kapsamasıyla ayırıcıdır.
Burjuva devrimleriyle feodal toplumun yıkılması, kapitalist toplumda yeni bir güç olarak işçi sınıfının rolü, 1847 yılında Komünistler Birliğinin kapitalist toplumu aşmanın ancak bir örgüt ve programıyla mümkün olacağı öngörüsü “Manifesto”yu ortaya çıkardı. Manifesto yazımından kısa bir süre sonra birçok ülkeye yayıldı, işçi sınıfının kurtuluşu yolunda temel kılavuz oldu.
“Manifesto bir eylem kılavuzu olduğu kadar, sınıf mücadeleleri tarihidir de”…
“Sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen sınıflar arsındaki savaşların tarihin gelişmesi günümüzde, sömürülen ve ezilen sınıfın –proletaryanın- toplumun tümünü, sömürüden ve baskıdan, sınıf farklılıklarından ve savaşlardan kurtarmaksızın sömüren ve ezen sınıfın –burjuvazinin- boyunduruğundan kurtulamayacağı aşamaya gelip dayanmıştır.”
Manifestodan 160 yılı aşkın bir süre sonra, kapitalist toplumun ekonomik-sosyal-siyasal vd. koşullar düzlemindeki eriştiği boyut, değişimlere rağmen, işçi sınıfı partilerinin tüm kapitalizm karşıtı güçleri proletaryanın etrafında toplayan, sömürüsüz, sınıfsız toplum seçeneğini sunan örgüt ve programı hala komünistlerin en yakıcı görevi. Günümüzde sosyalist değerlerin gerilediği, kapitalizm karşıtı güçlerin dağınıklığı noktasında ideolojik-politik örgütsel birliğin temel ifadesi kapsayıcı Marksçı Leninci bir programın önemi, geleceğin bu zeminde üretilmesinin temel koşulu olarak öne çıkıyor.
Ülkemiz komünist hareketin bulunduğu durumda, işçi sınıfı ve diğer emekçi katmanların savaşımına yön verecek ve bu savaşımı yükseltecek programatik yaklaşımın geçmişten günümüze büyüyen bilimsel prensipler üzerinde ilerlemesi ortaklaşmanın da nesnel zemini.
Programın; sınıf mücadelesi, işçi sınıfı bilimi temelli içeriği sosyo-ekonomik farklılaşma ve değişen koşullardan doğan özgün alana yaratıcılıkla uygulama becerisi, komünist partileri burjuva ideolojisinden koparan, düzen içine akmamalarının temel ölçütü.
Sınıfın bastığı ana prensipler siyasal ve sosyo-ekonomik koşulları hangi zeminden bakışla ifade ettiği, doğru çıkış yolunu bulması açısından önemli. Burada temel çıkış noktasında oluşacak aşınma, bir yanılgı, Marksçı Leninci bilimi yadsıma; koşullar ve özgün şartlar gerekçesiyle sınıf bakışlı alanlar dışına taşıyabilecektir.
Manifestoda, Engels’in şu değerlendirmesi önemlidir… “(…) koşullar ne kadar değişmiş de olsa bu ‘Manifesto’ da geliştirilmiş genel esaslar, bir bütün olarak bu gün de hala tam doğruluğunu korumaktadır.” “(…) Manifesto, üstünde değişiklik yapmaya artık kendimizin de hak görmediği tarihsel bir belgedir.”
Ülkemiz Sınıf Mücadelesinin Dayanakları
Türkiye Komünist Partisi’nin bir asra yakın mücadelesi, çizdiği strateji ve taktik Büyük Ekim Devrimi ve Dünya Komünist Hareketi’nin deneyimleri üzerinde gelişti. 10 Eylül 1920 kuruluş kongresinde onaylanan ilk program ve tüzük Marksist-Leninist parti ilkelerinin, komünist parti olmanın temel koşulu olması belirlemesiyle dönemin bütün komünist guruplarını kapsadı. Ekim Devrimi ve Komintern geleneği derken uluslararası işçi sınıfının bir parçası, kolu; işçi sınıfı biliminin temel prensiplerine bağlılık anlatılıyordu. Öte yandan Osmanlı imparatorluğunun ekonomik-siyasal koşulları, işgal koşullarından kurtuluş mücadelesinin komünistler üzerine yüklediği görev, partinin oturduğu temel prensiplerin yönlendirmesiyle doğru bir rotada akacaktı. İkinci adım birinci zemin üzerinden gelişmek zorundaydı ve öyle oldu.
İşgale karşı savaşımın utkusu ve burjuvazinin erke oturmasıyla yeni koşulları kavrayamayan, rehavete düşen bazı kadroların uzlaşmacı, temel prensipleri yadsıyan tavrı, Türkiye Komünist Partisi’nin İkinci programına da yansıdı. Birçok bedellerin ödenmesi ve sıkıntıların yaşanmasına neden olan bu süreç, Leninist kadroların direnci ve uluslararası komünist hareketin yardımlarıyla yön buldu. Uzun yılların kararlı, taviz vermeyen birikim ve mücadele deneyimi üzerine Türkiye Komünist Partisi’nin üçüncü programı oluştu. Beşinci kongre, likidasyon ve sosyalist sistemin dağılmasına kadar, temel içeriğini koruyan bu program, dördüncü programla birlikte eksikliklerine rağmen Türkiye Komünist Partisi’nin bastığı ana zemini, Türkiye’de komünist mücadeleyi yönlendirmede temel prensip olmayı sürdürdü.
Ülkemizde 1980’den bu yana sosyo-ekonomik, siyasal koşullarda önemli değişimler oldu. Türkiye işçi sınıfı ana prensipleri ışığında, biriktirdiği deneyler üzerine koşullara uyan mücadele hattını çizmekle karşı karşıya. Sosyalist-devrimci düşüncenin işçi, emekçi, aydınlar nezdinde sermayenin yoğun ideolojik ve dinsel koşullamalarıyla değersizleştirilmeye çalışıldığı, ekonomik ve siyasal baskılar sonucu komünist, devrimci kadroların yaşama tutunma uğraşısı ve bir dizi hatalar ile ayrı düştü, gericiliğin her boydan saldırıları karşısında bütünlüklü, örgütlü bir mücadelenin içinde olamadı. Her şeye rağmen bulundukları yerlerde Türkiye Komünist Partisi’nin yok edilmesine, ideolojisinin zedelenmesine yönelik girişimlere karşı durdu, mücadele etti. Bu süreçte birbirinden kopuk guruplar oluştu. Bu yapılar arasında belli bir disipline bağlı ilişkiler oluşamadı. Ortaya çıkan bu durum bir yandan farklı düşünüş ve davranış alışkanlıkların zeminini hazırlarken, öte yandan parti gibi davranma eğilimlerini besledi. Gelinen noktada koşullar, ortaklaşma-farklılıkları giderici zeminleri zorlarken, eksikliklerine rağmen çıkış zemini olarak alınması gereken program ve tüzüğün, temel prensiplerin yerini grupsal güç dengelerinin ölçü alındığı zorlamalara bıraktı… Halbuki mücadele içinde olan, Türkiye Komünist Partisi’nin, işçi sınıfı ve emekçi yığınların öncü gücü olduğuna inanan kadrolar için bağlayıcı olması gereken gurup hukuku değil, parti program ve tüzüğü olmalıdır. Farklılıkların tartışılması-giderilmesi ve günümüze ilişkin mücadele hattının ortaya koyma çabalarının çıkış noktası bu bağlayıcı prensipler üzerinden gelişmelidir.
Günümüzün komünist görevi bu zeminde ortaklaşma, bu temel prensipler üzerinden kolektif akılla kapitalizmi aşma mücadelesidir. Yıllara yayılan çabalar tırnakla kazıyarak bugün önemli bir maddi güce erişti. Sınıf mücadelesinde ülke gündemine ilişkin diğer devrimci öbeklerin, değerlendirmelerini Türkiye Komünist Partisi’nin baktığı noktadan süzgeçten geçirilerek söylendiği noktaya gelinmişse bu zor, karanlık tünelden geçilmiş demektir. Gurup kısırlığında debelenerek sonuçsuz, kısır farklılıklar üretme yerine, bu sürece katkı vererek, nüansları pratikte aşma becerisi göstererek adım atmak, asıl yatağa akmanın- büyütmenin ve başarmanın yoludur..