TKP 100 Yaşında! ONBEŞLER 100 Yıl Önce Katledildi! Çözüm Yine ONBEŞLER’in Yolunda, Çözüm Yine TKP’de!

TKP 100 Yaşında! ONBEŞLER 100 Yıl Önce Katledildi! Çözüm Yine ONBEŞLER’in Yolunda, Çözüm Yine TKP’de!

TKP 100 Yaşında10 Eylül 2020’de Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşunun 100. yıldönümünü karşıladık. Aradan dört ay geçtikten sonra 28-29 Ocak 2021 gecesinde Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmelerinin 100. yıl dönümlerinde anacağız.

2020 ve 2021’de dört ay arayla karşıladığımız ve anacağımız yıl dönümleri, 1920 ve 1921’de kuşkusuz ki dört aya arayla yaşanan tarihsel olaylardı. TKP’nin kuruluşu da, ONBEŞLER’in katli de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi ve ama aynı zamanda kaderi açısından tarihsel gelişmelerdir.

TKP’nin 100. kuruluş yıldönümü vesilesiyle bir dizi çevreden farklı değerlendirmeler içeren açıklamalar ve yazılar yayınlandı. Yazılanların ortak özelliği TKP’nin şanlı tarihinin farklı kesitlerinden esinlenerek onların tekrarını içermesidir. Diğer bir özellik ise günümüze ve geleceğe dair bir perspektif içermemesidir. Asıl çelişki de buradadır. Tarihin başarılı yanlarını ele alan yazıların günümüze ilişkin bir çözüm üretmemesi maalesef yazıları kaleme alanların çıkmazlarını, tıkanmışlıklarını ifade etmektedir. TKP tarihi üzerinden kendilerini var etmeye çalışan TKP geleneği ile yakından uzaktan ilgisi olmayan grupların ise TKP tarihine salt faydacı bir anlayışla yaklaşmaları ise ayrı bir gerçekliktir.

Kimi eski parti kadro ve yöneticilerinin TKP’nin 100. yılı vesilesiyle yazdıkları yazıların Sovyetler Birliği’ne, Lenin’e, Stalin’e, özcesi Marksizm-Leninizm’e karalama denemeleri içermesi ulaşılan düzeysizliğin yeni bir aşamasıdır. Yani kısacası, TKP’nin günümüzde Marksist-Leninist parti niteliğiyle olmaması gerektiğinin teorisi yapılmaya çalışılmaktadır. Aslında bunları “yazı" olarak nitelemek dahi fazladır. Kendini göstermeyi ve tatmin etmeyi amaçlayan “hatıratlar” demek daha doğru olacaktır.

Pekiyi, TKP tarihinin belli kesitlerine sahip çıkar gibi yaparak, sonunda likidasyonu savunarak gerekçelendiren ve bunu büyük bir başarı gibi sunan yazılara ne demeli? TKP-TİP birleşmesini, Türkiye’ye dönüşleri ve TBKP’nin legal olarak kurulmasını büyük bir gelişme olarak kaydedip tasvir eden yazıların sonunda bizim arayıp bulamadığımız bir sonuç mevcut. (Bkz. Birikim Dergisi, Sayı 377, Ahmet Kardam yazısı).  Madem ki bu kadar önemli ve sonuç alıcı bir süreçti de TKP veya TBKP bunun sonucunda ne oldu? Bu süreci yürüten dönemin TKP yöneticileri ve ana kadrolarının büyük çoğunluğu neden bu kadar sağa savruldu, hatta saf değiştirdi?

Bir de TKP adını veya tarihini bugün kendi varlık gerekçeleri haline getirmeye çalışanlara bakalım. Savundukları görüş ve politikalar TKP’nin kuruluş amacına ve misyonuna tamamen zıt durumdayken, neden kendilerini TKP tarihine atıfta bulunma ihtiyacında hissediyorlar?

Tüm bu farklı emarelerin birleştiği tek bir nokta var. TKP’yi gerçek amacı ve tarihsel misyonu ile yok saymaya çalışmak. Devletin, kuruluşundan itibaren yok etmeye çalıştığı bir parti hakkında, onun adını kullanarak bu partiyi yok etmeye çalışanların değirmenine su akıtmak.

* * *

Yazıya olumsuz örneklerle başladık. Çünkü bu örneklerden yola çıkarak TKP’nin aslında Türkiye toplumu için ne derece önemli bir olgu olduğunu ve hala yok edilmesi için farklı yöntemlerle uğraşıldığını gözler önüne sermek istedik. Bunu yaparken, bu partinin 98 yıldır yasaklı olduğuna hiç değinme gereği duymadık. Düşünün ki, Parti Başkanı ve Genel Sekreteri kuruluşundan 4 ay sonra katledilen ve 98 yıldır yasaklı olan bir parti ile neden bu kadar uğraşılır, karalanmaya, çarpıtılmaya çalışılır? İşte, TKP’nin varlık nedeninin önemi tam da bu sorunun yanıtının içinde yatıyor.

100 Yıl Önce TKP

Mustafa Suphi ve YoldaşlarıArtık klişeleşmiş bir söz gibi gelebilir ama “Türkiye Komünist Partisi, Ulusal Kurtuluş Savaşının ateşleri ve Büyük Ekim Devrimi’nin etkileri altında kuruldu” cümlesi çok anlamlı bir tarifi içermektedir. TKP, Türkiye’nin kaderinin belirlendiği bir sürece müdahil olmak için kuruldu. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşleri içinde doğdu. TKP’nin Rumeli ve Anadolu halkları için ortaya koyduğu çok somut programatik ve politik bir perspektif vardı. İşçi ve köylülerin iktidarını hedefliyordu. Farklı milliyetlere, din ve mezheplere mensup yurttaşların önüne özgür bir program koyuyordu. Rumeli ve Anadolu topraklarını işgal eden emperyalist güçlere karşı anti-kapitalist içerikte bir anti-emperyalizm savunuyordu. Tam bağımsızlıktan yanaydı. Dünyanın ilk işçi-köylü devleti Sovyet Rusya ile dayanışma içinde emperyalizmin bölgede ve dünyada etkisini zayıflatacak bir politik programatik amaca sahipti. Ve en önemlisi bu program ve politikalar Rumeli ve Anadolu halkları arasında karşılık buluyordu. Bu kesin bir olgudur ve bugün bu olgunun üzerini “komünist” kisvesi ile örtmeye çalışanlar bundan rahatsız olmaktadırlar. (Bkz. Kemal Okuyan’ın “TKP’nin Kuruluşunun 100. yılında Mustafa Suphi Sempozyumu konuşması). Çünkü, onlar aynen öncülleri gibi bağımsız Marksist-Leninist ilkeler temelinde komünist bir politikadan yana değiller.

TKP, 1920’de “Amele ve Rençber Şuraları Cumhuriyeti” tanımlaması altında “Türkiye Federatif Sosyalist Cumhuriyeti” hedefini ortaya koymuş ve bu hedef işçi, köylü, asker yığınları arasında yankı bulmuştur. TKP’nin kuruluşu öncesi 1918-1920 yılları arasında yürütülen hazırlık çalışmalarının ve kuruluşundan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledildiği 1921’e kadar olan kısa dönem incelendiğinde kırmızı bir çizgi olarak ortaya çıkacak olan politik programatik hat budur. Çeşitli tarih kitaplarında ulaşılan belgelerden yola çıkılarak yapılan yorumlarda detaylar içinde bilinçli bir boğulma yaratılarak TKP’nin o dönemde Anadolu ve Rumeli halkları üzerindeki etkisi ve İngiliz emperyalizmi ile bağlı olan Kemalist burjuva çevrelerinin rahatsızlığı gizlenmeye çalışılmaktadır.

Halbuki o dönemde konu çok açık ve nettir. Mustafa Kemal öncülüğündeki çevre TKP’nin kuruluşundan, varlığından ve etkisinden son derece rahatsızdır. Sovyet Rusya ile iyi ilişkiler kurmak bir yandan pragmatik çıkarcı bir anlayışla yürütülürken, Mustafa Suphi öncülüğündeki TKP’nin Rusya Komünist Partisi (Bolşevik), Komintern ve resmi Sovyet kurumları ile ilişkilerini zedelemeye çalışmak için türlü senaryolar üzerine çalışmışlar ve uygulamaya sokmuşlardır. Anadolu topraklarında TKP’nin nüveleri olan komünist örgütlenmelere, yasal siyasal örgütlenmelere ve hatta Yeşil Ordu’ya yönelik tahammülsüzlükleri had safhaya ulaşmıştır. İşi gücü bırakıp TKP’nin siyasal yaşam üzerindeki etkilerini nasıl sınırlandıracakları ile uğraşmışlar, Mustafa Kemal başta olmak üzere tüm kurmayları bu amaca yönelik senaryolar için seferber olmuşlardır. Birinci Meclis içinde TKP ile bağlantılı olduklarından yola çıktıkları Halk Zümresi vekillerini dahi hedef tahtasına oturtmuşlardır. Çünkü, Halk Zümresi vekili Nazım Bey’in Mustafa Kemal’in itirazlarına ve engellemelerine rağmen ezici oyla Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) seçilmiş olması rahatsızlığı had safhaya ulaştırmış, seçim sonucunu tanımamış ve görevden alınana kadar çalışması engellenmiş sonra yerine Mustafa Kemal’in adayı Rafet Bele’yi seçtirmiştir. Nazım Bey’e bu tepkinin sebebi TKP ile ilişkilendirilmiş olmasıydı. Yerine seçtirdiği Rafet Bele daha sonra Mustafa Kemal’in kurdurduğu resmi ve sahte “TKP”’nin, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir ile birlikte perde arkasındaki yöneticisi olacaktı. Bu sahte partinin asıl kurgulayıcısı ve yöneticisi ise Mustafa Kemal’in kendisidir.

Evet, TKP’ye, ülkede varolan tüm komünist örgütlenmelere savaş açan, onları yok etmeye çalışan burjuvazi, beklediği sonucu elde edemeyince TKP’nin etkisini dikkate alarak aynı adla sahte ve resmi bir parti kurdurmuştur. Bu partinin kurulması için gizli talimatı da Mustafa Kemal vermiştir. “Eğer bu ülkede komünist partisi kurulacaksa onu da biz kurarız, ordu mensupları kurar” mealinde sözleriyle bu kuruluşu gerekçelendirmiştir.  Bu sahte ve resmi partinin kuruluş tarihi 18 Ekim 1920, yani TKP’nin 10 Eylül 1920’deki kuruluşundan tam beş hafta sonradır. Ülkedeki tüm komünist grup ve örgütlenmeleri ve hatta Yeşil Ordu’yu bu sahte partiye katılmaya zorlamış ancak istediği sonucu elde edememiştir.

Bu gerçekler gizlenerek, üstü örtülerek, yokmuş gibi davranılarak TKP tarihi anlatılamaz. Bunu yapanlar ise iyiniyetli değildirler. Komünist ise hiç değildirler. Olsa olsa en fazla gizlemeye çalıştıkları merciilerin günümüzdeki temsilcileri olabilirler.

* * *

Bu nedenlerledir ki, amaçlanan sonucu elde edemeyen işbirlikçi burjuvazi ile onun askersel ve siyasal temsilcisi Mustafa Kemal, 28/29 Ocak 1921 gecesi Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve yoldaşlarını haince bir plan sonucunda Karadeniz’de katletmişlerdir. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının neden katledildikleri buraya kadar yazdıklarımızın sonucu olarak gayet iyi anlaşılabiliyor. Ancak, TKP tarihini manipüle etmeye çalışan farklı çevreler, Mustafa Suphi ve yoldaşları ile de ilgili korkunç bir bilgi kirliliği yaratma çabası içindeler.

Mustafa Suphi Üzerine Kirli Senaryolar

TKP’yi yasaklayan, Mustafa Suphi’yi ve yoldaşlarını katleden, 1921’den günümüze kadar bu topraklarda katledilen tüm komünistlerin kanlarını ellerinde taşıyanlar sadece siyasi cinayetler ve katliamlar ile yetinmiyorlar. Onlar, hiç bir zaman açıkça sahip çıkamadıkları ve onun için “faili meçhul” olarak adlandırılan cinayetlerine rağmen, katlettikleri bu toprakların en namuslu, en şerefli ve en başarılı insanlarının itibarlarını sarsamadıkları için kirli söylemler ve senaryolarla yıpratmaya devam etmeye çalışıyorlar. “Bilimsellik” ve “araştırmacılık” adı altında, dönemsel, doğal bir takım yaşanmışlıkları, çelişkileri, tartışmaları, dedikodu katına yükselterek katlettikleri şerefli insanları itibarsızlaştırmaya yöneliyorlar. Bunu yaparak TKP’yi itibarsızlaştırma amacı güdüyorlar.

Yok efendim “Mustafa Suphi maceracıymış” veya “Sovyetler karşı çıktığı halde dönmüş” veya “Sovyetler Onbeşler’in katlinden sonra onlara ve TKP’ye sahip çıkmamış” gibi varsayımları gerçekmiş gibi yansıtıp sayfalar dolusu yazılar yazıyor, kitaplar yayınlıyorlar. Bu iyiniyetli bir yaklaşım değildir. Okuyucuların “Aaa…, biz konunun bu yanını bilmiyorduk” dedirtecek bir içerik hiç değildir.

Kuşkusuz ki, sınıf savaşımının pratiği içinde, hele bu kadar önemli bir konuda karar alma süreçlerinde farklı görüşler ve tartışmalar olacaktır. Bu farklı görüş ve tartışmaların belgelere ve arşivlere yansımış olması da normaldir. Nasıl ki çok önemli bazı olaylar hakkında kimi belirleyici belgeler bugün arşivlerde bulunamıyor veya imha edilmiş ise, bulunan belgelerin de gelişmeleri bütünsel olarak yansıttığını ileri sürerek sonuçlar çıkarmak çok sağlıklı değildir. Özellikle TKP’nin kuruluş sürecinin yaşandığı ve daha sonra Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Anadolu’ya geldikleri dönemin hazırlık ve uygulama sürecinde birbirinden farklı bir dizi gelişme yaşanmıştır. Bunları yok saymak ne kadar yanlışsa, nedenlerini görmezden gelmek, bir o kadar daha yanlıştır.

TKP’nin kendi iç süreci açısından bakacak olursak, TKP’nin kuruluş ve örgütlenme sürecinde belgelerden de anlaşılabileceği gibi farklı kişilikler rol oynamışlardır. Sürece katılanlar arasında Kemalistlerin ve Ankara Hükümetinin ajanları tarafından sızma da gerçekleştirilmiş veya Rus esir kamplarından çıkabilmek için kendilerini olduklarından farklı nitelikte yansıtanlar da olmuştur. Bu unsurlar bugün isim isim bilinmektedir. Kimileri iki taraflı çalışmışlar, kimileri ispiyonculuk yapmışlar, kimileri de bilgi taşımışlardır. Bu unsurlar dönüş kararını eleştiren, sonradan farklı gerekçelerle karalamaya çalışan, hatta Mustafa Suphi yoldaşın kişiliğini hedef almış unsurlardır. Süleyman Sami, Salih Zeki vb gibi unsurların iplikleri pazara çıkmıştır. Ancak, sanki bu böyle değilmiş gibi, bu unsurların dedikodu düzeyindeki karalamalarını ve ajanlık faaliyetlerini görmezden gelerek, TKP MK içinde başta Mustafa Suphi ve yoldaşları olmak üzere Kominternci, Bolşevik duruşu karalamaya çalışmak, kötü niyetli komplo teorileri üretmekten başka bir çalışma değildir.

Aynı şekilde, henüz 1917 Kasım’ında devrimini gerçekleştirmiş olan genç Sovyet Rusya ve Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) veya diğer resmi kurumlar içinde gerçek Bolşevik olmayan unsurların yaklaşım ve görüşleri Mustafa Suphi, yoldaşlarını ve TKP sürecini değerlendirirken veri alınmamalıdır. Belirleyici olan Komintern kararları, Lenin ve Stalin’in yaklaşımlarıdır. Bu alanda da herhangi bir komplo teorisi üretecek veri yoktur. Diğer unsurların ise ne derece parti stajına sahip oldukları ve Sovyet devriminin gelişme Sosyalizmin kuruluş sürecinde daha sonra hangi saflarda yer aldıkları ayrıca değerlendirmeye değerdir.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlinden sonra Parti’nin yönetimine çöreklenen, Parti’yi Kemalizmin dümen suyuna kıran, TKP’nin kuruluşunda belirlenen programatik ve politik hedeflerinden uzaklaştıran Şefik Hüsnü ve şürekasının söylem ve eylemlerinden yola çıkarak Mustafa Suphi’lerin çizgilerini karalamaya çalışmak abesle iştigaldir. Şevket Süreyya, Vedat Nedim, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi parti düşmanı, bozguncu ve provokatörler bu çizginin devamcılarıdır. TKP tarihinde Mustafa Suphi ve yoldaşlarına formalite icabı değinen, tarihi Şefik Hüsnü’lerle başlatan tayfa bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dümen suyunda “TKP’cilik” görevlerini yerine getiren, farklı gruplara bölünmüş, devletin ajanı Yalçın Küçük’ün yetiştirmeleridir. Nazım Hikmet, Reşat Fuad, Yakup Demir, İ.Bilen, A.Saydam yoldaşların sürdürdüğü Suphici, Kominternci, Bolşevik ve Leninci çizgilerinden söz etmezler. 70’li ve 80’li yıllarda toprağa düşen yiğit yoldaşlarımızın adlarını anmazlar. Bu unsurların TKP tarihi ve Mustafa Suphi’lerin şanlı mücadeleleri ile yakından uzaktan alakaları yoktur.

Partimizin 1980 öncesi ve sonrası yönetici kadro niteliğinde olan unsurlarının ezici çoğunluğu, hatta hemen hemen tümü Marksizm-Leninizm’e veda etmişlerdir. Ama nedense, artık politikalarının ve programatik hedeflerinin geçersizliğini savunmalarına rağmen TKP tarihi ile ilgili söz söyleme haklarını kendilerinde görmektedirler. “Biz aktif politika içinde değiliz”, “Sosyalizme inanmıyoruz”, “Marksizm-Leninizm günümüz toplumsal sorunlarının çözümünde yol gösterici olamaz”, “Sınıf mücadelesi sonuç getirmez”, “Leninizm iflas etmiştir”, “Stalin bir diktatördür” demelerine rağmen, tüm ilke ve özelliklerine karşı çıkmalarına karşın kendilerini “komünist” olarak nitelendiren bu unsurlar, söylem ve yazılarıyla TKP tarihine kara çalma görevini yerine getiriyorlar. Yaşamlarını Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası MESS, tekelci kapitalist Boyner ve Aydın Doğan ile İshak Alaton himayesinde sürdürmeyi tercih eden bu likidatörler TKP tarihi ve Mustafa Suphilerin katli ile ilgili açık ama ince anti-komünizm yaparak dalga geçiyorlar. TKP’ye yıllardır saldıran provokatörlerle, polis ajanları ile kol kola çalışıyorlar, yayın yapıyorlar. Türkiye Komünist Partisi’nin yüz karası, bugünün liberal burjuva demokratları likidatörlerin TKP’nin binlerce kadrosunun kanıyla sulanmış onurlu tarihi ve Mustafa Suphilerle ilgili söyledikleri, yazdıkları ve çizdiklerinin hiç bir ehemmiyeti yoktur. Dikkate ve ciddiye alınmamalıdır.

* * *

Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve yoldaşları gerek Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşu ile, gerekse de Türkiye’nin yeniden kuruluşunda işçi sınıfının bilimi doğrultusunda yer almak için Anadolu’ya dönme eylemleri ile komünist olmanın gereklerini yerine getirmişlerdir. İşçi sınıfı, köylülük ve ezilen tüm halklar için doğru bir programla yola koyulmuşlardır. Türkiye halkları bu programa yanıt vermiş, onun için de TKP ve tüm kurucu yönetici kadroları burjuvazinin kabusu olmuşlardır. Sadece bu olgular dahi verilen mücadelenin haklılığını ve doğruluğunu ortaya koymuştur.

TKP Türkiye’nin Geleceğinin Teminatıdır!

Mustafa Suphilerin TKP’si Dünya Sosyalist Sistemi’nde yaşanan karşı-devrim ve kapitalist ülkeler Komünist Partilerinde yaşanan likidasyon girişimlerine karşın bugün dimdik ayaktadır. Marks, Engels, Lenin ve Stalin yoldaşların kuramsal ve pratik yol göstericiliğinde, Dünya Sosyalist Sistemi’nde yaşanan geçici yenilginin nedenlerini inceleyip, gerekli sonuçları çıkararak, kendi topraklarında yaşanan savaş tarihinin eleştirel değerlendirmesini yaparak yollarına devam ediyorlar. TKP’nin üzerinde tartıştığı yeni program taslağı Mustafa Suphilere, 10 Eylül 1920’ye, TKP’nin Kuruluş Kongresi ve Parti Programına dönüş niteliği taşımaktadır. Ulusal olanla uluslararası olanın diyalektik bağını kurarak Proletarya Enternasyonalizmi ilkesi çerçevesinde ortaya konan görüş ve politikalar selamlanıyor.

Türkiye’de işbirlikçi oligarşinin sınıf ve halk düşmanı yönetimine son vermek, emperyalizme karşı anti-kapitalist nitelikte mücadele yürütmek, işçi sınıfının ve başta Kürt halkı olmak üzere tüm ezilen halkların işçi sınıfı ve bağlaşıkları tarafından özgürleşecekleri savaşımı utkuya ulaştırmak onurlu bir görevdir. Kapitalist emperyalist sistem dünya çapında tıkanmış durumdadır, çözülmektedir. Ömrünü uzatmak için başvurduğu yöntemler savaşları körüklemek, sömürüyü artırmaktır. Klasik ve modern araçlarla, her yöntemi deneyerek içinde bulundukları ekonomik ve politik krizleri aşmaya çalışıyorlar. Bunun için uluslararası alanda yaşanan COVİD-19 salgını karşısında sağlığı ticarileştiriyor, işçi sınıfının, emekçilerin ve hatta küçük burjuvaziyi dahi daha da yoksullaştırıyor, sorunlarına çözüm üretemiyorlar. Vietnam, Küba ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi Sosyalist yönelimli devletler ise sağlık alanında örnek teşkil ediyor, salgınla mücadelede başarılı oluyorlar.

Türkiye’de tüm kamusal değerlerin özelleştirilerek yerli işbirlikçi tekelci sermaye ve uluslararası sermayeye peşkeş çekildiği bir ortamda, salgının ve onun daha da tetiklediği süregelen ekonomik krizin tüm yükü işçi ve emekçilerin sırtına yüklenmektedir. Türkiye, kendisini karşılaştırdığı diğer NATO üyesi kapitalist ülkelerin dahi yüzde on oranında dahi desteği salgın koşullarında verememektedir. Ellerinde kaynak yok, kasa tam takır, kuru bakır, boğazlarına kadar dış ve iç borç içindeler. Tıkanmışlık ve dağılmışlıklarını baskı ve zor uygulayarak durdurmaya çalışıyorlar. Medya alanında kapkara bir sansür ve ısmarlama haberlerle gerçekleri gizleyebileceklerini zannediyorlar. İşçi sınıfı üzerindeki sömürüyü katmerleştiriyor, kazanılmış sosyal hakları buduyor, sınıfı yoksulluğa ve açlığa mahkum etmek istiyorlar. Kürt halkına karşı bunlara ek olarak katmerli sömürü ve baskı uygulayarak tüm dünyanın hayretler içinde izlediği baskı politikaları geliştiriyorlar. Onbinlerce devrimci, demokrat ve yurtseveri sadece düşüncelerinden ve siyasi tercihlerinden dolayı cezaevlerinde tutsak ediyorlar. Milliyetçi ve dini hassasiyetleri propaganda alanında kullanarak toplumu kendilerine razı etmeye çalışıyorlar. Ancak, bu baskıcı ve faşizan yöntemlerle ilelebet sonuç alabilmeleri mümkün değildir. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Toplumların tarihi de sınıf savaşımlarının tarihidir.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Anadolu’daki Müslüman halklara, diğer dinlere mensup halklara işçi sınıfının öncülüğünde sundukları çözüm programı bugün dün olduğu gibi günceldir. Müslüman halklar kimsenin tekelinde değildir, hele burjuvazinin ve emperyalizm ile işbirliği yapan tekelci burjuvazinin tekelinde hiç değildir. Çünkü bu halkların çıkarları kapitalist sömürü düzeniyle nesnel olarak çelişmektedir. Din unsurunun kullanılarak sömürülen sınıfların kontrol altında tutulması kapitalizmin kullandığı bir yöntem ise ve bu yöntemi kullanarak düzenini sürdürebiliyorsa, bunun hiç de öyle olmadığını anlatmak ve kitlelere kavratmak da komünistlerin görevidir. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Müslüman halkların kurtuluşu için Kafkasya’da, Urallarda, Türkistan’da ve Anadolu’da yürüttükleri mücadele zengin bir bilgi ve deney hazinesini içermektedir. TKP’nin Mustafa Suphi yoldaş öncülüğünde, Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde, Yeşil Ordu ve İslam Enternasyonalistleri ile kurduğu organik politik bağ irdelenmeye değerdir. Zamanında Kemalist burjuvaziyi ve emperyalist ağababalarını ürküten olgulardan biri de bu olmuştur. Hangi dini inanca veya hangi milliyete tabi olursa olsun bu halkları birleştiren ortak payda işçi ve emekçi olmaları, işgücü sömürüsüne maruz kalmalarıdır. Bugün de din bezirganlarının ve ırkçılık düzeyinde milliyetçiliği kullanarak iktidarlarını koruyanlara karşı duruşun panzehiri budur.

* * *

Türkiye işçi sınıfının, emekçilerinin, ezilen halklarının çözüm yolunun başlangıcı bugün en geniş demokratik muhalefet cephesinin örülmesinden geçiyor. Öncelikle varolan rejimden kurtulmak ama bu süreçte devrimci alternatifi yaratmak en önemli görev olarak komünistlerin önünde duruyor. Bugün Meclis’te HDP öncülüğünde temsil edilen devrimci demokratik muhalefet, işçi sınıfının ve tüm emekçi halkların ezici çoğunluğunun her alanda muhalefetine dönüşmeden sonuç alıcı olamayacaktır. Çıkarları nesnel olarak rejimle ve bu düzenle çelişen nüfusun ezici çoğunluğunun çözüm odaklı olarak harekete geçebilmesi ancak güveneceği ve kendisine öncülük edecek olan bir program ve politika ile mümkündür. TKP’nin program taslağı bu yolu gösteriyor. O nedenle Türkiye işçi sınıfının ve tüm ezilen emekçi halkların biricik seçeneği bu programın yaşama geçirilmesidir. Türkiye Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’ni yaşama geçirmek, öncelikle işçi sınıfı öncülüğünde başta Kürt halkı olmak üzere tüm emekçi yoksul halkların tabanda eşit ve özgür birliğini sağlayacak, Halkların Demokratik Meclisleri’nin oluşturulması temeli üzerinde yükselecektir. Bu da Mustafa Suphilerden bugüne 100 yıllık mücadele ve deney birikiminin eseri olacaktır. Dolayısıyla TKP 100 yıl öncesinden Mustafa Suphi önderliğinde başlatılan ve kanla bastırılan sınıf mücadelesinin tamamlanamayan görevlerinin çözümü görevi ile karşı karşıyadır. Kuruluşunun 100. yılında ve Mustafa Suphilerin katledilişlerinin 100. yıl dönümünde ,TKP hala ve yine Türkiye’nin özgür geleceğinin teminatıdır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler