Toprağı Uyandıralım!
Ülke, içinde bulunduğu bu kâbus dolusu günleri hak etmiyor. Emek ile sermaye arasındaki temel çelişki üzerine kurulmuş olan kapitalizm kendi bekası için halklara, işçi sınıfına, kadınlara ve gençlere bunu reva görüyor. Üretim araçlarını elinde tutan bir azınlık halklara, mülksüzlere, özgür ve demokratik bir yaşam isteyenlere karşı devlet aygıtını kullanarak onlara boyun eğdirmek istiyor. Gücünü tekçi anayasadan alıyor. İşin gerçeği halkları ve işçi sınıfını büyük Alman komünist kadın Rosa Luxemburg’un deyişiyle, “Ya Sosyalizm, Ya Barbarlık!” ikilemiyle karşı karşıya bırakıyor. Halklar ve emekçiler ya bu kötü yaşam şartlarına razı olup sineye çekecek ya da kendisine dayatılan günden güne ateşten bir gömlek haline gelen bu acı dolu karanlığı yırtarak özgürlüğünü kazanacaktır. Bu acı gerçeğin başka bir izahı yok.
Netleşmenin ve teoriyi pratiğe dökmenin zamanı, dahası zamanı çoktan geçmekte… Günlük yaşamda bir türlü karşılık bulmayan tumturaklı büyük laflar etmenin hiç mi hiçbir anlamı olmamakta. Az öz konuşup çok iş yapmanın ise çok yararı ve değeri olmakta. Onun içindir ki devrimler ve toplumsal değişimler düşünceleri sayfalara dökmekle olmuyor, düşüncelerin halk yığınlarıyla buluşmasıyla olmaktadır. Demokrasi ile sosyalizm mücadelesi birbirlerinden ayrı ve kopuk olamaz. Demokrasi mücadelesi sosyalizme varmak için gereken merdivendir. Halklarda ve işçi-emekçi yığınlarında demokrasi bilinci ne kadar güçlü olursa sosyalizmi kurmak da o derecede kolay olacaktır. Onun için bugünden başlayarak ekolojiyi, kadın-erkek eşitliğine dayalı eş yönetimi, özgürlükçü bir yaşamı savunmak güncel bir görevdir. Bu görev ise demokrasinin mihenk taşı olan meclisler aracılığıyla ancak yerine getirilebilinir.
İşçi, halk, kadın ve gençlik meclisleri örgütlenmenin tabana yayılması, yerelleşmesi, demokratik ve özgür bir yaşam için köşe taşlarının döşenmesidir. Bugün halkların, ezilenlerin, sömürülenlerin, kadınların, gençlerin ve farklı inançların oluşturduğu Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) temelleri üzerinde filizlenerek kök salan Halkların Demokratik Partisi (HDP) gücünü yerellerden ve meclislerden almaktadır. HDP, gerek ülkede gerek dünyada eşsiz muazzam niteliği, zenginliği ve esinleyici bir rol arz etmektedir. Onun için bütün içtenliğimizle diyoruz ki, “İnadına HDP! İnadına özgür ve demokratik bir yaşam!” Bol keseden atmıyoruz, gökte bulutların üstünde dolaşmıyoruz. Her adımımızı halka iç içe yaşayarak halkla birlikte atıyoruz. Ne istiyorsak halklarımızın kadın-erkek, genç-yaşlı, işçi, emekçi, yurtsever ve sosyalist neferleriyle hep birlikte yapılacak.
Bugün devletin ve sermaye sınıfının şimşeklerini üzerine çeken, zehirli okuna maruz kalanların başında Kürt halkımız, işçi sınıfının direnişçi-devrimci unsurları, kadınlar ve gençlik gelmekte. Sermaye sınıfı başka bir deyimle burjuvazi, her şeyin farkında olarak çok bilinçli hareket etmektedir. Sermaye sınıfı ve onun politik temsilcisi AKP-MHP iktidarı bu güçleri potansiyel bir tehlike olarak görmektedir. Onun için Kürtlerin her yürüyüşünde, işçilerin direnişinde, kadınların haykırışında ve gençliğin umutlu bakışında kimyaları bozulmaktadır. Çok iyi bilinmelidir ki korkunun ecele faydası yoktur. Kürt halkı, işçi sınıfı ve onun çeperinde yer alan emekçi ve devrimci öğeler toplumsal değişimin birleşik öznesidir. Değişim, bir yasallıktır. Değişimin önünde hiçbir güç duramaz. Tarihi halk yığınları yapar. Kişilikler ise önemli bir rol oynayabilir!
Avrupa ile Asya kıtaları arasında yer alarak her ikisini bir köprü gibi birbirine bağlayan Türkiye çok farklı halkları ve inançları bağrında taşımaktadır. Coğrafyasıyla eşsiz bir dünya harikası olan ülkenin kadim ve mazlum halklarının yüzü hiçbir zaman layıkıyla gülmedi. Habil ve Kabil ile dökülen ilk kandan başlayarak her karış toprağı kanla sulanmıştır. Ne yazık ki kanının dökülmediği gözyaşının akmadığı günü yok bu güzel ülkenin, barışa, ekmeğe, güneşe aç halkların.
Türkiye sol ve sosyalist güçlerinin bir tarihi var, küçümsenmeyecek bir birikimi de. Ne yazık ki bu birikim parça parçadır, inişli çıkışlıdır, kimi yerde mütevazi kimi yerde kibirlidir. Yüz yıllık süreçte bütünlüklü bir akış izlemediği için ikide bir durağanlaşmış, gerilemiş, yenilmiş, süreklilik kazanamadığı içinde kendini devrimci bir nitelikte yenileyememiştir. Göreceli olarak kimi atılımlar yaptıysa da kısa bir süre sonra yenilerek belini bir daha doğrultamaz duruma gelmiştir. Her yenilginin ardından suçlamalar, dedikodular, bölünmeler, sönümler at başı gitmiştir. Açın bakınız tarih kitaplarının sayfalarına en çok neyi görürsünüz? Belli başlı bazı kişilikleri görürüsünüz; bireysel davranan, kariyere düşkün, aydın tipli kişiler. Tarihimizde yığınsal halk çıkışlarının ve büyük işçi direnişlerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmez (1970 ile 1980 yılları arasında DİSK’in mücadelesi sayılmazsa).
12 Eylül Faşizminin karanlığında Amed Zindanında çakılan kıvılcım tarihin akışını değiştirdi. Acı ve işkenceden doğan umut gün be gün büyüyerek Mezopotamya’ya, Anadolu’ya ve Rumeli’ye yayılmakta. Umut, fakirin ekmeğidir, devrimcinin ve direnişçinin de ruhudur. Güneşli güzel günler için toprağı uyandıralım! Onun için umutsuzluğa kapılmamak gerek. Umudu yitirmemek her zaman için elzemdir. Bu da yetmez toprağa umut ekmek, onu yeşertmek, ona göz bebeği gibi bakmak gerek. İnanıyoruz ki baharda nasıl canlanmaktaysa doğa bu topraklarda halkların, işçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin birleşik mücadelesi de öyle güzel, öyle diri, öyle umut dolu ve öylesine utkulu boy atacaktır.
Her bir süreç ve her bir toplumsal değişim farklı görevler ortaya koyar ve sorumluluklar verir. Ülkeyi kaostan çıkarıp özgürlüğe kavuşturacak güçler vardır. En önemlisi içinde yaşamakta olduğumuz kapitalizmin üretim araçları işçi sınıfının ellerindedir. O halde işçi sınıfının örgütlülüğünü başa almak zorunludur. İşçileri, emekçileri ve gençliği devrimci nitelikte eğitmek güncel bir görevdir. Bu görev akademik çalışmalarla yerine getirilebilinir. Kolektif tarzda akademik çalışmalara başlanmalı ve süreklilik sağlanmalıdır. Devrimci eğitim olmayan bir yerde devrimci bir pratik olamaz. Gün gün büyüyen işçi sınıfının nicel çokluğuna karşın nitelikli devrimci kadrolar yetişmemektedir. Niceliğin yanında nitelik de olmazsa olmazdır. Bugün akademik, demokratik ve politik mücadelede kadrolara ekmek ve su gibi ihtiyaç duyulmaktadır. İyi eğitilmemiş, kendini yetiştirmemiş ve deneyim kazanmamış kişiler göreceli olarak aktif davransalar da belli bir süre veya belli bir yaştan sonra pasif olmaktadır. Bu acınacak bir durumdur.
“Halkım! Yeni yaşam senin gücünden doğar./ Kollarını kaldırdığında ellerin toprağa değer./Avuçlarından geleceğin tohumları yere dökülür./Sen seversin toprağı, toprak da tohumu sever./Senin öpülesi esmer alnından cam gibi berrak bir ter akar./Ekmeğin mukaddes toprağın bağrından çıkar./ Çilekeş, ezik ve hasret dolu bir yaşamın var./…Gecelerin ardı pırıl pırıl ışıyan gündür./Aydınlıktan korkar her hain./Yarasa geceleri sever dolaşır./Puslu havada at izi kurt izine karışır./Halklar hep barışıktır./Onları kışkırtan yağmacılardır./Bir avuç güç milyonları yönetiyorsa /Bil ki halk örgütsüzdür, gerçeği burada ara!” Halkım adlı şiirimden, sevgiyle.