Veysi Sarısözen: Rojava devrimi bölgesel devrimlerin ilk muzaffer adımıdır

Veysi Sarısözen: Rojava devrimi bölgesel devrimlerin ilk muzaffer adımıdır

Veysi SarısözenRojava Devrimi 10. Yılını kutladı. IŞİD barbarlığı ve bölgede egemenlerine karşı büyük bedellerle verilen bir mücadele başlayan devrim, bütün dünyadan enternasyonalistlerin büyük ilgisini ve desteğini çekmeye devam ediyor. Devrim aynı zamanda sistem karşıtı güçler içinde bir dizi tartışmanın ve ayrışmanın yaşamasını da getiriyor. Rojava Devrimi’nin siyasi ve tarihsel anlamı, sosyalist hareket açısından yarattığı açılımları ve devrime dair eleştirileri ile ilgili Veysi Sarısözen’in değerlendirmelerini aldık.

Politika: Rojava Devrimi sadece bölgenin ilerici sosyalist güçlerinin değil, Japonya’dan Brezilya’ya

kadar dünyanın her yerinden halk hareketlerinin ilgisine mazhar oldu. Devrim’in 10. Yılını kutluyoruz. Rojava’da yaşanan Devrim nasıl bir devrimdir?

Veysi Sarisözen: Karl Marks’ın öngördüğü “dünya devrimi”, kapitalizmin emperyalizm çağına girmesi ve eşitsiz gelişme yasasının şiddetlenmesi sonucu gerçekleşmedi. Buna karşılık devrim emperyalist zincirin zayıf halkası Rusya’da gerçekleşti. Ama “tek ülkede sosyalizm” deneyi de başarısızlığa uğradı.

Bu devrim bugüne kadar gerçekleşen devrimlerden çok önemli farklılıklar göstermektedir. Özetle, Rojava devrimi, örneğin Ekim Devrimi gibi “dünyayı sarsan on gün” içinde bir sıçramayla gerçekleşmedi. O olmuş bitmiş, yani tamamlanmış bir devrim değil, bölgesel devrimci sürecin bir adımıdır.

Geçmişte dünya devrimci süreci “muzaffer sosyalist devrimlerden, kapitalist ülkelerde işçi sınıfı hareketinden ve ulusal kurtuluş savaşlarından” oluşmuştu.

Günümüzde “muzaffer sosyalist devrimler” yenilgiye uğradı. Kapitalist ülkelerde işçi sınıfı hareketi zayıfladı. Ama asıl büyük değişiklik “ulusal kurtuluş mücadeleleri”ne sahne olan sömürge sisteminin tarihe karışması ve “bağımsızlığına” kavuşan ülkelerin ise büyük bir çoğunlukla “küresel kapitalizmle” iç içe geçen “bölgesel emperyalist” ülkeler haline gelmesidir. Dünya yalnızca “küreselleşme” süreci yaşamıyor, aynı zamanda “bölgeselleşme” süreçleri yaşıyor.

Çağımız küresel emperyalizme karşı işçi sınıfının, yeni toplumsal hareketlerin mücadeleleri ve bölgesel emperyalizme karşı bölgesel devrimler çağıdır. İnsanlık barbarlığa karşı sosyalizme bu mücadeleler ve devrimler yoluyla ulaşacaktır.

19. yüzyılın sonunda ve 20.yüzyılın başında sorun şöyleydi: Emperyalizm ve emperyalist savaşlar sosyalist devrimlerin şafağıydı. Günümüzde ise bölgesel emperyalizm ve “bölgesel” karakterli savaşlar bölgesel devrimlerin şafağıdır. Rojava devrimi bu tezi doğruladı.

Küresel kapitalist zincirin zayıf halkası dört parça Kürdistan’ın yer aldığı Ortadoğu’nun kalbi olan Türkiye, Suriye, Irak ve İran’dır. Zincir bu zayıf halkada kırıldığı zaman, bunu Kafkasya bölgesinin, Balkan bölgesinin, Kuzey Afrika bölgesinin ve Latin Amerika bölgesinin izlemesi mümkün olacak. Küresel kapitalizm böylece kuşatılarak sosyalizmin yolu açılabilecektir.

İşte bu nedenle Rojava devrimi donmuş bir devrim değil, bölgesel devrimler sürecinin ilk muzaffer adımıdır.

Politika: Rojava Devrimi, ABD ve diğer emperyalistlerin AKP gibi “stratejik ortakları” ile “ılımlı islamcı” iktidarlarla gerçekleştirmek istedikleri Büyük Ortadoğu Projesi’nin çöktüğü bir dönemde gerçekleşti. Emperyalist ve işbirlikçi güçlerin egemenliği altındaki bölge halklarına Rojava Devrimi’nin önerdiği paradigma nedir?

Veysi Sarısözen: Emperyalist “Büyük Ortadoğu Projesinin” alternatifi “Konfederal Ortadoğu Ortak Evi” paradigmasıdır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin programı bütünsel bir programdır. Konfederal Ortadoğu hedefi devrimci olduğu kadar gerçekçi bir hedeftir. Bu programın sosyal sınıfsal öncüsü dört parçadaki işçi-emekçi Kürt halkı ve onun dostları halklardır. Bölgenin ve dünyanın en örgütlü, kitlesel ve politik ve ideolojik bakımdan en büyük hareketi Kürdistan Özgürlük Hareketi’dir. Konfederalizmin sübjektif faktörü çoktan olgunlaşmıştır.

Bu hareket Ortadoğu’yu parçalayan milliyetçi, klerikal karşı-devrimci akımlara karşı, halkların önüne “demokratik ulus paradigmasını” koymuştur. Bu da hem devrimci ve hem de gerçekçi bir hedeftir. Daha şimdiden Rojava’daki halklar eşitlik temelinde ve çeşitlilik içinde birlik halinde iç içe geçmeye başlamıştır. Konfederal Ortadoğu’nun toplumsal temeli “ulus olmayan ulus” olarak “demokratik ulus” olacaktır.

Günümüze kadar gerçekleşen bütün devrimler, toplumsal taban bakımından “yarım devrimler” yani “erkek devrimleri” olmuştur. Demokratik ulus erkek egemenliğine son verecek olan, kadının belirleyici olduğu “bütünsel ulus”tur. “Bütünsel ulus” bu yolla bölgesel devrimi “bütünsel devrim”e dönüştürecek ve Konfederalizm bu temele dayanacaktır.

Konfederal Ortadoğu, dört parça Kürdistan’ın içinde yer aldığı ülkelerin birer birer “demokratik cumhuriyetler” haline gelmesi sonucunda, aralarındaki sınırlar silikleşerek gerçekleşecektir. Konfederalizm “yeni demokrasi”nin inşa edilmesiyle kurulacaktır. Bu açıdan günümüzdeki dört egemen ülkenin işçi sınıfları ve ezilen emekçi halklarının politik örgütlerinin bu devrimci sürecin bugünden içinde fiilen olmaları onların aynı zamanda kolektif öncülük mekanizmasının içinde aktif olarak yer almalarını sağlayacaktır. Takip ettiğim kadar bizim TKP’nin devamı olarak faaliyet yürüten TKP’nin programatik ve politik yaklaşımları da bu yöndedir ve bunu önemli buluyorum.

“Demokratik cumhuriyet” bunların birliğinden oluşan Konfederal yapı klasik devlet olmayacak, Lenin’in tabiriyle “devlet olmayan devlet” olacaktır. Ancak reel sosyalizmden farklı olarak bu devlet merkeziyetçi değil, adem-i merkeziyetçi bir devlet olacaktır. Bu da bürokratikleşmenin panzehiridir. En küçük birimler, diğer birimlerle “demokratik ulusun” ortak çıkarlarını gözeterek, kendi kendini yönetecektir. Konfederal merkezi yapı, bütün yerellerin ekonomik, kültür, sağlık ve öz savunma işlerini koordine etmekle ve bunların ahengini sağlamakla sınırlanacaktır. Bu söyleşinin sınırlarını aşan “demokratik merkeziyetçilik” ile “adem-i merkeziyetçilik” sorunsalını açma konusunu başka bir söyleşide muhakkak ele alalım. Bu önemli bir konudur.

Politika: Demokratik özyönetim ve Konfederalizm modeli cetvelle çizilmiş ulus-devlet sınırları içine hapsedilmiş Ortadoğu halkları açısından ve kuşkusuz sosyalizme gidiş açısından bir kazanım sağlayacaktır diyebilir miyiz?

Veysi Sarısözen: Konfederal Ortadoğu “doğrudan” sosyalist ve sınıfsız topluma geçiş değildir. Spekülatörler, vurguncular, karaborsacılar v.s. dışında farklı sınıflar varlığını koruyacak, Faşist, ırkçı ve dinci unsurların dışındaki farklı politik, dini akımlar bu Ortak Ev’de, “yeni demokrasi” ortamında, birbirlerine karşı şiddet uygulamaksızın, “ahlaki politik toplumun” parçaları olacaktır. Konfederal yapının sosyalizme yönelip yönelmemesi bu ahlaki politik toplumun içindeki uygar tartışmalar, barışçı mücadeleler yoluyla kararlaştırılacaktır.

Kürt Özgürlük Hareketi ile sosyalist ve komünist müttefikleri Konfederal Ortadoğu Ortak Evinde kendi programını barışçı, silahsız yoldan hayata geçirmeye çalışacaktır. Bu program “emek sömürüsüne karşı, kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal, yani demokratik sosyalizm” programıdır.

Programı hayata geçirecek olan güç, reel sosyalizmde olduğu gibi “tek parti” olmayacaktır. Aynı zamanda bir partinin diğerlerini yedeğine aldığı bir sistem de olmayacaktır. Sosyalizm hedefinde birleşen partiler klasik ittifaklardan farklı olarak devrimci inşayı gerçekleştiren politik harekette geçici yol arkadaşları olarak değil, “kolektif öncülük özneleri” olarak yer alacaktır.

Konfederalizm, daha şimdiden yarım asrı kapsayan eşi görülmedik bir demokratik halk eğitim süreci olmuştur. Bu devrimci sürece katılan ezilen yoksul işçi ve emekçi halk kitleleri devrimci mücadelenin bütün yöntem ve biçimlerini kullanarak demokrasi okulundan geçmiş ve olgunlaşmıştır. Dünyada böyle bir halk yoktur. Konfederalizmin demokratik karakterini anayasalar yasalar, mahkemeler, devletin baskı güçleri değil, işte yarım asırdır demokratik gelenekle donanmış halk garanti altına alacaktır.

Politika: Devrime sempati ile yaklaşan birçok insan, bu kadar yoğun güç rekabetinin meskeni olan bir bölgede, bir emperyalist güce ya da bölge devletlerinden birine sırtını yaslamadan Devrim’in yaşamasının şansı olmadığına inanıyor. Siz Devrim’in büyümesi ve gelişmesinin koşullarını nasıl görüyorsunuz?

Veysi Sarısözen: Devrimin yaşaması için sırtını emperyalizme dayama cümlesi totolojik bir cümledir. Devrim sırtını karşı-devrime dayarsa sırtından hançerlenir. Rojava devrim sürecinde ABD ile PYD arasındaki “askeri iş birliği” her iki tarafın birbirine taban tabana zıt çıkarlarının kesiştiği noktada gerçekleşmiştir. DAİŞ, tıpkı Hitler’in hem ABD’yi hem de Sovyetler Birliği’ni tehdit etmesi gibi bu iki gücü tehdit etmiştir. Ve Sovyetler Birliği ile ABD ve Britanya nasıl Nazilere karşı taban tabana zıt olan çıkarlarının geçici ortaklaşması sonucu ittifak kurduysa, Rojava’da da olan budur.

Rojavalı devrimciler dünya tarihinin bu gibi ittifaklarını çok iyi biliyorlar ve onlar sırtlarını ABD’ye dayamıyorlar, yüz yüze geçici olarak el sıkışıyorlar. Eğer bu gibi taktik iş birlikleri yapmaksızın, devrimin yaşaması mümkün denirse, bunu diyenler devrim yolunu Konya-Adana yolu gibi dümdüz bir yol sanırlar. Onlara Lenin’in “Sol komünizm çocukluk hastalığı” adlı eserini tavsiye ederim. Bir de Brest-Litovsk anlaşmasında Lenin’in konumuna bakmalıdırlar. Şunu da ekleyelim: Şubat Devrimi’nden hemen sonra Rusya ile savaş halindeki Almanya’nın tahsis ettiği “mühürlü trenle” Petrograd’a ayak basan Lenin’e sorunuzdaki kimileri gibi Menşevikler, SR’ler ve Çarlık artıkları Alman emperyalizminin işbirlikçisi ve hatta casusu demişlerdi. Devrim denizi fırtınalıdır. Ben size bu fırtınalı denizdeki devrim gemisi ile ilgili olarak TKP Genel Sekreteri İ. Bilen yoldaşın sık sık kullandığı bir halk deyimini hatırlatmak isterim. Bilen yoldaş partinin kimi zayıflıklarını dile dolayanlara “geminin eğrisine değil, dümenin (rotanın) doğrusuna bakın” derdi. Rojava devriminin “dümeninde” nice sınavdan geçmiş güvenilir denizciler var. Rotanın doğruluğu devrimin onuncu yıla girişinden bellidir.

Politika: Devrim’e dair eleştirilerin başında “üretim ilişkileri ve sınıf yapısı değişmemiştir” gerekçesi ileri sürülüyor. Bu görüşe dair ne dersiniz?

Veysi Sarısözen: “Üretim ilişkilerinin ve sınıf yapısının değişmediği” kaba bir yakıştırmadır. Şurası açık ki, Ekim devriminin ilk iki üç yılında olduğu gibi Rojava devrimcileri “Savaş Komünizmi” ilan etmediler. Her şeyi devletleştirmediler. Lenin nasıl iç savaşın ağır sonuçları karşısında Savaş Komünizminden vazgeçip NEP’i (Yeni Ekonomik Program) uyguladıysa, onlar da benzer yöntemi uyguluyorlar. Farklı olarak PYD’liler Bolşeviklerin “yukardan devletleştirme” yöntemi yerine, aşağıdan, yukarıya, yerellerden “komünleştirme” yolunda yürüyorlar. Kuşkusuz bu uzun bir yoldur. Ancak yerel meclislerde örgütlenen emekçiler ve üreticiler bu yolla emeklerine yabancılaşmıyorlar. “Yukardan devletleştirme ve yerelleri dışlama” deneyinin Sovyet emekçisini sosyalist mülkiyete nasıl yabancılaştırdığını, bu ekonomi yağmalanırken nasıl seyirci kaldığını asla unutmayalım.

Özetle Rojava devrimi, bütün devrimlerin olumlu ve olumsuz deneylerinden ders çıkarıyor ve böylece Paris Komünü’nün, Ekim Devrimi’nin, Çin Devrimi’nin, Küba ve Vietnam devrimlerinin devamı olarak yaşıyor ve savaşıyor.

Politika: Ayrıca PYD ve TEVDEM’i ABD işbirlikçisi ilan etmeye çalışanlar da var. Latin Amerika’da olsaydı Devrimle ilgili sanırız şimdiye kadar yüzlerce kitap yazılmış, paneller, konferanslar yapılmış olurdu. Ama öyle olmadı. Rojava Devrimi’ne Türk solcularının, sosyalistlerinin yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Veysi Sarısözen: Sizin gazetenizi okuyanlar da içinde “Türk sosyalisti”olarak nitelenenlerin çoğunluğu günümüzde Rojava devriminin organik bileşenidir. O nedenle genelleme yaparak “Türk solunun” Rojava devrimine olumsuz yaklaştığını söylemek doğru olmaz.

Elbette kimi sosyalistler Rojava devrimine ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne olumsuz yaklaşıyorlar. Bunun ontolojik nedenleri vardır. En önemlisi Türkiye komünist ve sosyalist hareketlerinin Kemalist rejimin inşa ettiği yüzde yirmibeşlik bir nüfusa tekabül eden “modern, laik, Batıcı Türk ulusunun” içinde doğmuş ve hala da öyle kalmış olması gerçeğidir. O nedenle bu hareket nüfusun yüzde ellisine tekabül eden “muhafazakar, islamcı, Doğucu Türk ulusuna” da, nüfusun yüzde yirmibeşine tekabül eden ve son elli yıl içinde uluslaşmasını tamamlayan “devrimci demokratik Kürt ulusuna” genel olarak yabancı kalmıştır.

Günümüzde “iki farklı Türk ulusu” ile “Kürt ulusu” arasındaki ilişkiler alt üst oldu. Yüzde yirmibeşlik “beyaz Türk ulusu”nun diğer iki ulus üstündeki ideolojik ve politik hegemonyası sona erdi. Bunun negatif sonucu AKP’nin diktatörlüğü ise olumlu sonucu Kürt ulusunun kendi partisi etrafında birleşmesidir. “Türk sosyalizmi”nin yarı-Kemalist kesimleri bu yeni sosyolojik duruma uyum sağlayamadı. Sosyalist hareketin yeniden yapılanması İslam’la ilgili Kemalist önyargılardan ve Kürtlerle ilgili milliyetçi gelenekten kopmasına bağlıdır. Toplumun politik çoğunluğunu sosyalizm bayrağı altında toplamak başka türlü mümkün değildir.

Bunlar hala Kemalistler gibi bir yandan AKP’ye Kürt düşmanlığı nedeniyle değil de laiklik adına karşı çıkarken, diğer yandan da Kürdistan Özgürlük Hareketine “vatanın birliği” adına düşmanlık ediyorlar. Ve her geçen gün CHP’ye benziyorlar. Halbuki Kürt Özgürlük Hareketi ayrı devlet ve Büyük Kürdistan stratejisini uzun yıllardır savunmazken, TC devletinin makbul olarak kabul ettiği kimi Kürt hareketleri ayrı devlet kurma ve Büyük Kürdistan amacını takip ediyor. Bu çelişki Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm toplumu kapsayan ve devletin yapısını sorgulayan niteliğinden kaynaklanıyor. İlginçtir ki TC Devleti bundan rahatsız olmuyor gibi davranıyor. Neden? Çünkü, Konfederal Ortadoğu, Kürdistan’ın dört parçasının öncülüğünde Büyük Kürdistan’dan çok daha büyük ve devrimci ve de bölgesel bir hedeftir. Kürdistan bu Konfederal yapıda hem özgür olacak, hem de varlığını garanti edecektir. Güney Kürdistan’ın referandumdan sonra Kerkük’ü kaybederek küçülmesini ve şu anda derin bir krize yuvarlanmasını hatırlatmak isterim. Bu konuyu da ayrı bir söyleşide ele almamızda yarar görüyorum.

Örneğin sizin yazarlarınızın haklı olarak eleştirdiği SİP (“TKP”), HDP’yle işbirliğini, “kırmızı çizgimiz” dedikleri “laiklik” ve “anti-emperyalizm”e HDP’nin uymadığı gerekçesiyle reddettiklerini açıkladı.

Oysa HDP, CHP’nin “devletçi laikliğinden” farklı olarak Müslüman Kürt halkı ile Hristiyan Kürt halkını, Şafi-Sünni Kürt halkıyla Alevi Kürt halkını aşağıdan yukarıya doğru laiklik temelinde birleştirdi. Şu anda hem CHP, hem de AKP Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle, buna Alevileri de eklemleyerek Camileri ve Cemevlerini, Kiliseleri ve Havraları kontrol altında tutma bakımından farksızdır. HDP ise, devletin dinden elini çekmesini, dinin de devletten elini çekmesini savunarak aşağıdan yukarıya “özgürlükçü laikliği” inşa etmektedir.

“Anti-emperyalizme” gelince… Bu gibi “sol”cular nasıl ülkenin sosyolojik yapısını anlamıyorlarsa, Türk kapitalizminin çoktan beri “tekelci kapitalizm” aşamasına, yani emperyalist aşamaya geçtiğini de kavramaktan uzaktırlar. Anti-emperyalizmden anladıkları, tıpkı Kemalistlerin anladığıdır. Hatta Erdoğan’ın komik anti-emperyalizmiyle bunlarınki arasında fark yok gibidir. HDP ise Türk bölgesel emperyalizmine karşı mücadele eden bir partidir. Emperyalist bir ülkede “yabancı emperyalizmine” karşı mücadeleyi anti-emperyalizm diye sunanlar, kendi emperyalizmleriyle son tahlilde uzlaşırlar. Tıpkı 2.Enternasyonal sosyalistleri gibi.

Politika: Veysi hocam, çok teşekkür ederiz. Önümüzdeki günlerde sizinle Türk ulus-devlet kuruluş süreci ile ilgili daha ayrıntılı konuşmak isteriz.

Veysi Sarısözen: Ben teşekkür ederim. Memnuniyetle, konuşalım pek tabii. Sizlere çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Söyleşi: Cemil Aksu / Politika Haber


Konuyla ilişkili diğer makaleler