Veysi Sarısözen: TKP bir miras bıraktı. Tüm mesele bu mirası yeniden devrimin hizmetine sokmaktır.

Veysi Sarısözen: TKP bir miras bıraktı. Tüm mesele bu mirası yeniden devrimin hizmetine sokmaktır.

TKP 10 Eylül 2022 Paneli

10 Eylül 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) 102. kuruluş yılı vesilesiyle Mustafa Suphi Vakfı, Kadıköy’de bulunan vakıf lokalinde “TKP tarihinden kesitler, günümüz sınıf mücadelesi ve TKP” konulu panel düzenledi. TKP Merkez Komitesi ve Politbüro eski üyelerinden Veysi Sarısözen panelde yaptığı konuşmanın çözümlenmiş halini yayınlıyoruz.

TKP’nin Yokluğu

Sorunumuz nostaljik bir TKP hasreti değil. Son derecede karmaşık ve kritik bir aşamadan geçiyoruz. Ve bu aşamada şu soruyu soruyoruz Türkiye Komünist Partisi yüz iki yıl sonra yeniden inşa edilebilir mi? İnşa edilecekse bunun amacı nedir? Bugün Türkiye'de işçi sınıfı, halklar, TKP'nin yokluğunun acısını çekiyor. Buna elbette şimdi çok zayıflamış olan diğer sosyalist ve devrimci hareketleri de ekleyebiliriz. O halde ben size önce iç karartıcı bir sürecin öyküsü ile başlamak istiyorum. Türkiye Komünist Partisi nasıl likide oldu? Bu çok ciddi bir sorun. Çünkü biz bugün de böyle bir likidasyonla karşı karşıyayız.

Şimdi tarihe şöyle kestirmeden bir bakalım. Bildiğiniz gibi Türkiye Komünist Partisi, belli bir aşamadan sonra Türkiye İşçi Partisi ile birlik sürecine girdi. Nasıl bir parti düşünülüyordu? TBKP’nin ilan edildiği Brüksel toplantısında Behice Boran, bir gazetecinin “Siz yarın uçağa binip Türkiye'ye giderek, İçişleri Bakanlığı'na TBKP'yi legal olarak kurma dilekçesi verecek misiniz?” sorusuna şu yanıtı verdi. “Nereden çıkıyor bu? Türkiye Birleşik Komünist Partisi illegalde kurulacaktır.” Sonra neler oldu? Behice Boran vaktinden önce aramızdan ayrıldı ve ayrılmasının arkasında Türkiye Komünist Partisi aldığı bir kararla iki genel sekreteri, Haydar Kutlu ve Nihat Sargın'ı Türkiye’ye gönderme kararı verdi. Her ikisi de işkenceden geçirilerek hapse atıldı. Kısa zaman içinde onların hapisten çıkmayacağı görüldüğü için Parti organları, TBKP'nin illegalde kuruluşu için harekete geçti.

Türkiye İşçi Partisi'nin sekizinci kongresi ve TKP'nin altıncı kongresi toplandı. İllegal TBKP’de birleşme kararı aldı. Bir gün sonra yapılan belki de iki gün sonra yapılan birlik kongresinde de Türkiye Birleşik Komünist Partisi illegal olarak kurulduğunu ilan etti. Şimdi bunun hemen arkasında, Kutlu ve Sargın hapisten çıktıktan sonra bu kongre yapılmamış sayıldı. Hem TKP'nin hem de TİP'in gizlilikle çalışan bütün üyeleri açığa çıkarıldı. Bizde örgütler dağıtıldı. Ve TBKP legal olarak 1990 yılında kuruldu.

Genel olarak likidasyon sürecinden söz etmek yetmiyor. Bunun kesin tarihi hakkında net bir görüşe sahip olmak gerekiyor. 1988 yılında yapılan TBKP birinci illegal kongresinin yok sayılması ve TBKP’nin legal olarak kurulması, Türkiye Komünist Partisi'nin ve dolayısıyla TBKP’nin likidasyon olmasının tarihidir. Parti Genel Sekreteri Nabi Yağcı, Nihat Sargın ve diğer kimi yoldaşların niyetlerinden bağımsız olarak Parti Türk devletine teslim edildi. Bu TKP tarihindeki ikinci büyük ve en olumsuz sonuçlara yol açan likidasyon tarihidir. Bir kere bunu böylece saptayalım.

Şimdi temel konu şu: Türkiye gibi oligarşik bir devlet yapısı içinde komünistlerin legal bir parti içinde örgütlenme imkanı sıfırdır. Örneğin 1946 yılında Şefik Hüsnü Değmer'in hem partinin lideri olarak hem de legal partinin lideri olarak legal bir parti örgütlenmesi başarısızlığa uğramıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Halk İştirakiyun Fırkası'nın legal çalışma çabaları kısa zaman içinde tutuklamalarla sonuçlanmıştır. Burada bir parantez açarak şunu söylemek isterim. Legale çıkma hedefi elbette yanlış değildir. Ancak bu hedef devletin demokratik devrimci dönüştürülmesi hedefinin önüne konduğu zaman, yani böyle bir amaç henüz gerçekleşmemiş iken, Partiyi legal kurma gayretleri tasfiyeciliğin ilk adımını oluşturur.

Komünistlerin örgütlenme ve mücadele çizgisinin ilkelerini hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Legal ve illegal çalışmayı uyumlaştırmak. Mutlak illegalite partiyi tecrit eder. Mutlak legalite partiyi tasfiye eder. Bu ikisi arasındaki uyumun sağlanması temel ilkesi gerektiği kadar illegal ve mümkün olduğu kadar legal çalışma ilkesidir. İllegal partinin tasfiye süreciyle ilgili bir anekdot anlatmış oldum. Fakat mesele bundan ibaret değil. Bir de legal partilerin tasfiye süreci var. Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi Türkiye'de legal kurulmuş partilerdi. Onların Komünist Partisi olup olmadığı tartışmasını bir yana bırakıyorum. Fakat 12 Eylül sonrasında bu partinin yöneticileri yurt dışına çıktıktan sonra partilerini illegalde yeniden kurduklarını ilan ettiler. Biz buna itiraz ettik! Çünkü yapılan bütün bilimsel analizler şunu gösteriyordu ki, cunta rejimi kısa bir zaman sonra geri çekilecek, onun vesayeti altında yeni parlamenter bir sisteme dönülecek. Böyle bir sistem içinde Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin belki de birleşerek güçlü legal partiler olarak Türkiye siyasetinde yer alma imkanı doğacaktı. Bu analiz ne yazık ki kabul görmedi. Eğer TİP ve TSİP, 12 Eylül'ün geri çekilmesinden sonra, Türkiye'de legal olarak kurulabilseydi, aynı zamanda bu partilerin kimi yöneticileri gizlilik koşullarında TKP yönetici organlarında yer alsalardı, o zaman cunta rejiminden demokrasiye geçiş sürecini başlatmak kesinlikle mümkün olacaktır.

Demek oluyor ki tarihimizde biz iki tasfiye süreci süreciyle yüz yüze geldik. İllegal parti tasfiye oldu. Legal partiler tasfiye oldu. Şimdi Türkiye'ye bir baktığımız zaman illegal TKP'nin ve legal TİP ve TSİP'in yokluğunun boşluğunu derinden hissediyoruz. Eğer bu partilerin, hem TKP'nin hem de bu iki legal partinin tecrübeleri bugünkü mücadelenin hizmetine sokulabilseydi Türkiye işçi sınıfı şimdiki atalet içinde olmayacaktı. Kaybettiğimiz olanaklar büyüktür.

Şimdi geçelim yine bugün için bir derse. Herhangi bir parti kendisini Komünist Partisi olarak ilan edip aynı zamanda bugünkü faşist rejim altında legal olarak faaliyet gösteriyorsa, buradaki çelişki çok derindir. Böyle bir durumu anlamak mümkün değildir. Böyle bir parti şimdi düşünün, Ortadoğu konfederal devrimine bir adım bile yaklaşamaz. Yaklaştığı gün kapatılır. Arkasında ne illegal bir parti desteği vardır, ne öz savunma gücüne dayalı bir kuvvet tarafından desteklenmektedir. Bu nedenle bu gibi partilerin Kürt sorunundan uzak durmaları, onların sadece Kemalizmin şu ya da bu milliyetçi yanından etkilenmesi ile açıklanamaz. Onların ontolojik sorunu vardır. Legal Komünist Partisi devrimci sürece bir milim bile yaklaşamaz. Fakat legal ve illegal çalışmayı birleştiren bir parti, onun legal kolu, çok az konuşur. İllegal kol sert konuşur. İllegal partiye dayanmayan legal parti ise çok konuşur ama boş konuşur.

TKP’nin yeniden inşa edilmesi

Şimdi konuşmamın ikinci bölümüne geçmek istiyorum. TKP'nin bu tasfiye sürecinden çıkması mümkün müdür? Bu çok ciddi bir sorudur. Tarih, parti enkazları ile dolu bir mezarlık gibidir. Dirilmemek üzere tarihin mezarlığına gömülmüş çok parti vardır. Türkiye Komünist Partisi hangi tarihsel gerçekliğe dayanarak ve hangi devrimci ihtiyaçtan kaynaklanarak inşa edilme umudu taşıyabilir.

Bu soruna birkaç yanıt vermek istiyorum. Şu anda çok sayıda eski TKP üyesi bu tasfiye sürecinin yıkıntılarını ortadan kaldırmak için elden gelen çabaları harcıyor. Gerek medyadan gerek arkadaşlarımızın konuşmalarından benim anladığım şudur. Mesela TKP Merkez Komitesi Organı Atılım’ı yayınlayan yoldaşlar var. Başka yoldaşlar da var. TKP Merkez Komitesi haber bülteni Durum’u yayınlayanlar da var. Benim bilmediğim belki başka gruplar da var. Bunların arasından kimlerin bu inşa işini neticeye bağlayacağı bugün için tartışmalıdır. Bu grupların, her biri gelecekteki TKP binasının duvarlarını, temellerini ayrı ayrı cephelerden örüyor olabilirler. İnşa devam ediyor ve tamamlandığı zaman bütün bu yoldaşlarının aynı evde buluşacağından adım gibi eminim. Fakat bugün “kim başarılı inşa sürecini tamamlayacak?”, bu soru mücadele sürecinin içinde çözülecek bir sorudur. Kim daha çok tuğla taşıyorsa, kim daha iyi harç karacaksa ve kim Ortadoğu devrimci sürecinde bütün gücüyle yer alacaksa, o devrimi Türkiye'ye taşımak için elden geleni ne kadar yapacaksa, o grup inşa sürecinin en esaslı ustası, işçisi, kalfası olmaya aday olacaktır. Gördüğüm kadarıyla Mustafa Suphi Vakfı etrafında toplanan arkadaşlar Ortadoğu devrimci sürecine var güçleriyle destek vermektedir. Sadece destek vermekle kalmıyorlar. Anladığım kadarı ile Kürt özgürlük hareketinin içinde, etrafında, yanında ve yöresinde var güçle mücadele ediyorlar. İşte bu başarıya giden asıl yol olacak.

Zaman zaman birilerinin sizlere, Türkiye Komünist Partisi'ni inşa etmek isteyenlere, Ortadoğu devrimci sürecine var güçleriyle katılanlara Kürt kuyrukçusu dediklerini duyuyorum. Bu kuyruk lafı iç bulandırıcı bir laf. Biz bir devrimci süreç yaşıyoruz. Devrimci sürece herkes gücü oranında katılmaktadır. Devrimci sürecin kuyruğu yoktur. Cepheleri vardır. Cephe gerileri vardır. Herhangi bir kişi bu cephelerden birinde ya da cephe gerisinde devrimci sürecin zaferi için rol oynuyor. Dolayısıyla en doğrusu bu gibi ithamları özellikle bizim TKP saflarında geçmişte yer alan kişiler sarf etmemelidir. Bu doğru değildir. Hem yoldaşlarımıza hem de devrimci sürece çok kötü bir leke sürmüş olursunuz.

Şimdi bu devrimci sürece katılma ile TKP’yi yeniden inşa etme arasındaki diyalektik bağa bir bakmak lazım. Biliyorsunuz, Komünist Manifesto, Türkiye'de defalarca yayınlandı fakat nedense solun saflarında bu sadece “Komünist Manifesto” diyerek ifade edildi. Bu broşürün gerçek adı “Komünist Partisi Manifestosu”dur. Broşürden Parti lafını çıkarttığınız zaman ortaya sadece partisiz bir program kalır. Şimdi bu broşürün yazıldığı tarihsel ortamı hatırlayalım. Karl Marks ve Engels, 1848 yılında bu broşürü yayınladılar. Bu yıl Avrupa'nın bütün ülkelerini Rusya ve Osmanlıyı allak bullak eden büyük devrim, fırtınaların estiği yıldır. Demek ki uluslararası komünist hareketin doğum tarihi 1848 yılındaki işçi sınıfı ve emekçilerin derin mücadeleleri içinde gerçekleşmiştir. Program bu büyük ihtilallerin, ayaklanmaların içinden çıkmıştır. Komünist partileri dernek değildir, sendika da değildir. Bunları herhangi bir yerde kurabilirsiniz. İyi propaganda ederseniz insanlar katılır. Ama buradan devrimci bir parti çıkmaz. Devrimci Parti devrimin içinden çıkar. Bazıları sanır ki devrimleri partiler yapar. Bu yanlıştır. Devrimler, devrimci partileri yaratır. Devrimler, halk kitlelerin işidir. Ayaklanırlar ve içlerinden devrimci partiyi doğurur.

TKP, devrimin içinde doğdu

Türkiye Komünist Partisi, bir apartman dairesinde 5-6 kişinin oturup programını yazdığı bir parti değildir. Gerçi bizim TKP'nin programında şöyle bir cümle vardır: “Türkiye Komünist Partisi, Ekim Devrimi'nin doğrudan etkisi altında ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ateşleri içinde doğdu.” Biz bu cümleyi belki her değiştirdiğimiz program taslağında tekrar ettik. Ama her iki ifade de gerçeği yansıtmıyor. Türkiye Komünist Partisi, Ekim Devrimi'nin etkisi altında kurulmadı. Hele Kurtuluş Savaşı'nın ateşleri içinde hiç kurulmadı. O “milli ateş”, Türkiye Komünist Partisi'ni yakmak için çok şeyler yaptı. Ekim Devrimi'nin etkisi lafına gelince, Türkiye Komünist Partisi etki altında değil, Ekim Devrimi'nin tam içinde kuruldu. Mustafa Suphi, 1915 yılında Bolşevik Partisi üyesiydi. Partiye devrimden önce katıldı. Devrimin içindeydi. Tek başına değil elbette. Sürgüne gönderildiği yerdeki Osmanlı esir askerleri arasında yapmış olduğu örgütlenmeyle birlikte Ekim Devrimi'nin içinde yer aldı. Mustafa Suphi, Lenin'in ve yoldaşlarının yoldaşıydı. Sonra… Beyaz Ordu’ların açmış oldukları iç savaş esnasında Türkiye Komünist Partisi'nin Kızıl Müfrezeleri Denikinlere ve Kolçaklara karşı savaştı. Demek ki Türkiye Komünist Partisi devrimin içinde doğdu. Bütün gerçek Komünist Partileri gibi devrimin içinde içerik değişti. Devrim neredeyse devrimci oradadır.

Bazıları Türkiye Komünist Partisi'nin kongresini Bakü'de yapmasını dillerine dolarlar. Bu partinin, Türkiye topraklarına ayak basmadığı iddia ederler. “Milli bir güç değildir” diye sözüm ona suçlamış olurlar. Ve bu suçlamaları yapanların evlerine bir bakarsanız, hepsinin duvarlarında Che Guevara'nın resmini görürsünüz. Che Guevara devrimci bir insandı. Küba'da devrimci işini tamamladıktan sonra dünyanın dört bir yanındaki gerilla mücadelelerine katıldı ve Bolivya’daki gerilla mücadelesi esnasında can verdi.

Bu çok Che Guevara sevenler nedense Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Sovyet Devrimi içinde partiyi inşa etmiş olmalarının değerini, önemini anlayamıyorlar. Burada sorun şudur. Devrimci devrimin olduğu yerdedir. Ama görevi sadece olduğu yerde devrimi zafere ulaştırmak için çarpışmak değildir. O devrimi kendi ülkesine taşımak o devrimcinin temel görevidir. Şimdi aktüel duruma geliyoruz.

Rojava Devrimi’nin bölgeye yayılması

Bugün biz Ortadoğu'da bir devrim süreci yaşıyoruz. Devrimin ilk zaferi Rojava'da kazanılmıştır. Ancak bu zafer garanti altında değildir. Çünkü Kürdistan’da başlayan, Ortadoğu’ya yayılan bu devrimci sürecin büyük bir zaafı vardır. Bu zaaf Türkiye metropollerinde işçi sınıfının örgütsüzlüğü, hareketsizliği, solun zayıflığıdır. İşte Kürdistan devrimine bütün gücüyle katılacak olan güçler bir yandan Ortadoğu devrimini zafere ulaştırmak için mücadele ederken, bir yandan da bu devrimi Fırat ve Dicle üzerinde kuracakları köprüden Ege'ye, Karadeniz'e, Akdeniz'e taşımalıdır. Böyle bir misyon kim tarafından yüklenebilir diye bir soru sorarsak şunu görürüz. Şu anda Türkiye Komünist Partisi'nin bir zamanlar sahip olduğu büyük mücadele potansiyelini bugün Türkiye metropollerinde hiçbir parti sahip değil. Zayıf sol örgütler elbette bütün güçleriyle mücadele ediyorlar. Fakat o dönemlerin TKP’sinin ulaşmış olduğu örgütlülüğe, kitleselliğe, işçi sınıfı içindeki güçlü mevzilerine hiçbiri sahip değil. Demek oluyor ki Ortadoğu devriminin zaferini garanti altına alabilmenin en önemli yolu, Türkiye Komünist Partisi gibi bir partinin, Türkiye'nin batısında yeniden ve güçlü şekilde inşa edilmesidir. Kısaca biz nostaljik hayaller, duygular, arzular ile TKP'nin kuruluş yıldönümünü kutlamıyoruz. Ölmüş bir insanın anısına dua eder gibi TKP’nin arkasından ağıt yakmıyoruz, onu hatırlamaktan mutlu olmuyoruz. TKP bir miras bıraktı. Tüm mesele bu mirası yeniden devrimin hizmetine sokmaktır.

Ahlaki sorumluluk

Konuşmanın son kısmında ahlaki bir meseleye değinmek istiyorum. Bizler TKP’nin Atılım sürecine ve daha sonra da tasfiye sürecine şahit olmuş komünistleriz. Partimizin en yüksek organlarında yer aldık. Burada çok büyük bir şansızlık söz konusuydu. TKP’nin eski kuşakları hemen hemen ortadan kalkmıştı, bazıları kenara çekilmiş bazıları da TKP’nin içindeyken franksiyonculuk nedeniyle dışına düşmüşlerdi. Kısaca yeni kuşağın TKP içinde geçmiş kuşaklarla bağ kurması büyük bir oranda gerçekleşmedi. Biz partiye adım attığımız zaman karşımızda sadece Parti Genel Sekteri İsmail Bilen ile Aram Pehlivanyan vardı. TKP’ye katılan genç kuşak, yani bizler, TKP’nin alt kademelerinde, hücrelerinde, mahalle örgütlerinde çalışıp, politik eğitimini tamamlayan insanlar değildik. Her birimiz farklı sol gruplardan TKP’ye katıldık. Ben de dahil olmak üzere birçoğumuz Parti içinde uzun yıllar eğitimimizi tamamlamadan partinin en yüksek organlarında yer aldık. Dolayısıyla bizim ideolojik gücümüz, örgütsel terbiyemiz partinin atılım sürecini çok daha etkili bir şekilde ileriye götürmeye yetmedi. Şartlar bizi atalete sevk etti ve zaman zaman hatalar yaptık. Bu hatalardan birini anlatmak istiyorum. 12 Eylül darbesi geldiği zaman sosyalist ülkeler bu darbeye faşist demeyin telkininde bulundular. Biz bu telkini ne yazık ki geri çeviremedik. Partinin faşist darbe koşullarında parçalanması bu ideolojik hatanın bir sonucudur. Böyle bir durumda, örneğin benim, ideolojik bürodaki görevimden ayrılmam gerekirdi. Çünkü İsmail Bilen yoldaşın evinde darbeye karşı ilk bildiriyi, tam da faşizmin tanımına uygun bir şekilde ifade eden metni ben yazdım. Sonra da bu “cunta faşist midir, değil midir” bataklığına parti sürüklendi ve ilk büyük bölünmeler bu esnada gerçekleşti. Faşizmin tam göbeğinde.

Ama daha önemlisi, bu likidasyon sürecinin başında biz Türkiye’ye dönüşün partinin tasfiyesine dönüşeceğini bir yoldaşla beraber Politbüro’da ifade etmiş olmakla birlikte parti disiplini adına, çoğunluğun kararına uyarak, bu geri dönüş sürecini destekleyen eylemlerde bulunduk. Oysa yapılması gereken parti kamuoyunu bu tehlikeli adım konusunda uyarmaktı. Derhal görevlerimizden istifa etmeliydik ve istifamızın gerekçelerini de partili yoldaşlara anlatmalıydık. Neden anlatıyorum bunları; çünkü eski tanıdık yoldaşların yüzlerini görüyorum, bu platformun böylesi bir otokritik için iyi bir ortam olduğunu düşünüyorum. Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyor, mücadelenizde başarılar diliyorum.


Konuyla ilişkili diğer makaleler