Yoksulların ve Emekçilerin Sefaleti

Yoksulların ve Emekçilerin Sefaleti

Semt pazarlarının dağılmasına yakın atılan sebzeleri toplayanlar...

Kapitalizm aşılmadan sömürü, açlık, sefalet, eşitsizlik ve asimilasyon ortadan kaldırılamaz ama geriletilerek sınırlandırılabilir. Bu yoksul ve ezilen halk yığınlarının ve işçi sınıfının örgütlü gücüne ve mücadelesine bağlıdır. Her kazanım uzun bir mücadelenin, baş eğmeyen bir direnişin ve ödenen bedellerin bir sonucudur.

MHP destekli AKP-Saray Rejimi bu krizi temsil ettikleri egemen güçler, sermaye sınıfı ve yandaşları lehine çevirerek aşmaya çalışmaktadır. Bir yıldan beri ülkeyi saran COVİD-19 salgını bile sermayenin çıkarları gözetilerek aşılmaya çalışmaktadır. Bunun en açık ve somut örneği üretimdir. Eğer üretime on beş gün veya bir ay gibi bir zaman ara verilerek ve bunun yanında sağlık için diğer önlemler alınmış olsaydı saşgında bu kadar büyük oranda ölüm ve hasarlar olmayacaktı. Devlet ve hükümet ise ne yaptı?

 “Üretimi durduramayız!” diyerek çocukları ve 65 yaş üstündeki insanları evlere hapsettiler. Üretime de doludizgin devam ettiler. Bir korku atmosferi yaratarak muhaliflerini susturmaya çalışarak binlerce kişinin katıldığı şatafatlı parti kongrelerini yapmaktalar. İstatistiklerin belirlediğine göre salgın döneminde ülkede ve dünyada para babalarının, holdinglerin ve yandaşlarının karları %30’lara varan oranda büyümüş bulunmaktadır. Buna karşılık emekçilerin ücretlerinde, alım gücünde ciddi biçimde düşüşler yaşanmaktadır. İşsizlik daha da arttı. İş güvencesi daha da zayıfladı. Geleceğe güvensizlik tavan yaptı. Asgari ücret, asgari yaşam ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Emekli maaşlarına yapılan zam komiktir. Asgari ücrete yapılan zammın bile çok gerisindedir. Bankaların verdiği tüketici kredileriyle konut ve araba alanların çoğu icralık oldu. Korku cenderesinin içinde yaşamakta ve mahkeme koridorlarında gidip gelmektedir. Ekonomik sıkıntılardan dolayı intiharların, geçimsizliğin, ruhsal bunalımın arttığı bir sır değildir. Mahallelerimizdeki belediye çöp kutularında ekmek, yiyecek kırıntısı ve hurdalık bir şey için çabalayanları görmek artık olağan bir hal almıştır. Yoksullar için barınma, soğuktan korunma ve beslenme daha da zorlaştı. Poşet dolusu sebze ve meyve almak bir lüks haline geldi. Elektrik, doğalgaz, su faturaları ikiye katlandı. Fiyatlar günlük olarak değişerek artmaktadır.

Halk yığınları her gün biraz daha gerçekleri görebilmekte, neden ve sonuçlarının farkına varmaktadır. Ancak iktidara karşı devrimci bir rol oynamaktan uzaktır. Artan krizle birlikte baskılar da artmaya devam etmektedir. Bugün hayvan hakları için mücadele veren hayvan severlerin, eşitsizliğe, cinayetlere ve baskılara karşı mücadele veren kadınların, yaşlı ve emeklilerin mücadelesi muazzam bir seviyededir. İşyerleri ve fabrikalarda işçilerin hak arama ve direnişlerinde büyük bir artış var. Asimilasyona karşı Kürt halkının bilinçlenmesi yayılarak güçlenmektedir. Ezilen halkların ulusal kimlik bilinci gelişmekte ve güçlenmektedir. Ezilenler arasında dayanışma ruhu artmaktadır.

Bütün bunlara karşı devletin ve iktidarın baskıcı ayrımcı politikası derinleşerek artmaktadır. Yüzbinleri aşan insan cezaevlerindedir. İktidarın hoşuna gitmeyen bir sosyal medya paylaşımı cezalandırmaya yeterli görülmektedir. Bir insanlık suçu olan taciz, tecavüz, öldürmek farklı yorumlanarak kimileri mahkemelerde bir kapıdan girerek diğer kapıdan çıkabilmektedir. Gazetecilik mesleği suç mesleği haline getirilmiştir. Eski davalar yeniden gündeme getirilerek tekrar dava konusu olmaktadır. Bunun en somut örneği HDP’nin, eş başkanlarının, vekillerinin, üye ve sempatizanlarının yaşadıklarıdır. Bu kadar çok baskı neden HDK/HDP’ye yöneltiliyor? Çünkü ülkenin en diri kesimi buradadır. Barış, eşitlik, emek, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin ortak bileşkesi HDK/HDP’dir. Düşman bunu görüyor, baskıya alıyor, daha da güçlenmemesi için her yola başvuruyor.  

Kimileri bugünkü iktidar giderse her şeyin düzeleceğine inanıyor. İktidarın gitmesi bir aşamadır ama her şey demek değildir. İlerici ve demokratik bir iktidarın iş başına gelmesi gerekmektedir. Böyle bir iktidar ancak ve ancak barış, emek, eşitlik, özgürlük ve sosyalizm yanlısı güçlerin ortak iradesiyle, güç ve eylem birliğiyle gerçekleşebilir. İşçi sınıfının üretimden gelen gücüne inanmadan, Kürt halkının oynadığı direnişçi rolü ve muazzam gücünü görmeden, kadınların değişimci, dönüşümcü, cesaretli niteliği kavranmadan ileriye doğru kalıcı bir tek adım bile atmak mümkün olamaz.

Ülkenin dört bir yanında birbirinden bağımsız, farklı düzey ve nitelikte yığınsal çalışma, mücadele ve direnişler olmaktadır. Kimisi başarıya ulaşırken kimisi de kısmen başarılı olmaktadır veya sönümlemektedir.

Karanlık günlerin aşılması için işçiler, emekçiler, emekliler, gençler, kadınlar ortak çıkarları ve geleceği için birleşmelidir. Ayrı dernek ve sendikalarda örgütlenmek, örgütsüzlüğün bir başka adıdır. Burjuvazinin “böl ve yönet!” politikasının tescillenmesidir. Yığınların örgütsüz kalmasına yol açmaktadır. Emekçilerin ve yoksulların çıkarı ortak olduğuna göre sendikaları, dernekleri de ortak olmak zorundadır. Yaygın ve güçlü bir demokratik kitle ve sınıf sendikacılığıyla ve politik bilincin kazandırılmasıyla ancak ve ancak işçi sınıfı hareketi gelişebilir. Yığınların içinde olmayan, birlik ve dayanışmasını savunmayan, emeklemeyen kimse öncü bir rol oynayamaz.

Bugünkü baskıcı rejimi ayakta tutan tek neden, geniş yoksul ve emekçi halk yığınlarının örgütsüzlüğüdür. Farklı yer ve zamanda meydana gelen mücadelelerin birbirlerinden kopukluğu ve aralarında bir koordinasyonun yokluğudur. Ekonomik mücadele veren yığınlar politik bilinci almak zorundadır. Aksi halde sermeye ve iktidarına karşı alternatif devrimci bir güç olamazlar. Ezilenlerin, yoksulların ve emekçilerin taleplerini omuzlayan, onların birlik ve dayanışmasını gözeten, somut ve akılcı politikalar üreten kolektif bir güç ancak yığınlara doğru yolu, karanlıktan aydınlığa çıkışı gösterebilir.

İşçi sınıfı, kapitalizmin bağrındaki emek-sermaye arasındaki temel çelişkiyi kavramadıkça sınıf bilinci gelişemez. Burada bilinçli işçilere, işçi önderlerine, örgütlerine, sendikalarına çok görev düşmektedir. Günlük bir mücadele, araba, konut sahibi olmak, para kazanmak için daha çok çalışmak işçileri kurtarmıyor, kurtarmayacaktır. Bugün arabası olan işçi de, konut sahibi olan işçi de ve köyde bir iki parça bağ bahçesi, arazisi olan işçi de rahat değildir. Yarına güvenle bakamıyor. Çoluk çocuğuna güzel bir gelecek vaat edemiyor. Kol ve beyin gücünden başka hiçbir şeyi olmayan her işçi gibi sömürülmektedir. Sömürüyü iliklerinde hissetmektedir. Yoksul ve emekçiler birbirine yakınlık duyar. Acısına, yokluğuna derman olur. İçinde yaşadığı koşullar somut ve belirleyicidir. Görüş farklılıkları göreceli ve değişkendir.

Yoksulların ve emekçilerin somut yaşamı ve bilinçleri arasında korkunç bir çelişki bulunmaktadır. Bu çelişki, kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Kimisi ölümü görüp sıtmaya razıdır. Kimisi de şükrederek iktidara biat etmektedir. Kimisi bir işte çalıştığına şükrederken kimisi de çöplükten bir kırıntı yiyeceği bulduğuna, kimisi de eskiden hiçbir şeyi yokken arabasının olduğuna veya konut sahibi olduğuna sevinmektedir. Eski zamanların daha kötü olduğuna bugünün her zamankinden iyi olduğuna inanarak ve bugünkü iktidar giderse yerine çok kötülerin geleceğini düşünmektedir. Bu çelişkiler kapitalist sistemin kendi iç çelişkilerinin, krizlerinin keskinleşmesi ile ona karşı gelişecek toplumsal mücadelenin yükselmesi ile çözülecektir. Sınıf mücadeleleri keskinleşecektir. Bu nesnel bir gerçeklikken, ve burjuvazi kendi sonunu ertelemek için farklı yöntemlere baş vururken öznel etmenin güçlendirilmesi belirleyici önemdedir. Bu görev de işçi sınıfının politik örgütünündür. 

Hiç kuşkusuz yüzyıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihi, baskı, katliam, yokluk, açlık, yalan ve inkarla dolu bir tarihtir. Bugün yaşananlar bu kirli tarihin bir halkasıdır. Bu bir kader değildir. Gericiliğin, egemenlerin bir dayatmasıdır. Kapitalizm, TC Anayasası ile güvence altına alınarak belgelenmiştir.

Bütün sorunların kaynağı birdir, tektir. Çözüm, yoksulluğun, açlığın, baskının, ayrımcılığın aşılabileceği demokratik bir düzendir. Emek verilerek, bedel ödemeyi göze alarak ve doğru bir politika yaparak özgür, eşit, demokratik bir Türkiye kurulabilir. Bu bir hayal değildir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler