Yoldaştan Haber Yok!..

Yoldaştan Haber Yok!..

Mustafa Hayrullahoğlu (Deniz Yoldaş)

Şifreler geldi. Kadıköy’e Atılım gidecek. Güzergah belli. Çemberlitaş’tan otobüse binip Eminönü’nde inecek. Kadıköy iskelesinde elinde şifreli malzeme olan birisiyle buluştuktan sonra Atılım’ları teslim edip dönecek.

Sarkis usta, Ohannes gecikince “şimdiye kadar gelmesi lazımdı” demişti ki kapı hışımla açıldı. İçeriye bir dalmıştı ki bizimki diz kapakları kan içinde, pantolonu yırtılmış, yüzü bembeyaz...  “Ne oldu? Bu ne hal?” diye sorduğumuzda, “polise yakalandım” demişti. Sonra sakinleşip olanları anlatmaya başladı. Bizim her zaman kullandığımız güzergah yerine kendine yeni bir hat belirlemiş. Niye bizim çizdiğimiz güzergahı kullanmadığını anlamıştık, Cebinde parası olmadığı ve bizden de isteyemediği için Kapalı Çarşı’nın Beyazıt kapısından girip Mahmutpaşa’ya çıkar, Eminönü’ne tam zamanında giderim diye düşünmüş.  Tam da o gün Kapalıçarşı’da kuyumculara yönelik “altın operasyonu” varmış. Çarşı’nın giriş çıkış kapıları tutulmuş, girerken kimse birşey sormamış, ama çıkışta polis, “elindeki pakette ne var?” deyince “kırtasiye” yanıtını vermiş sakin bir şekilde ama polis, “aç bakalım’ deyince, “alın siz bakın” diyerek paketi atıp kaçmaya başlamış. O panikle de bozuk taş yolda düşüp dizlerini vurmuş, polise göstermek için elinde tuttuğu hüviyet cüzdanını da düşürmüş. Atılım’lar ve kimlik polisin elinde. Belanın böylesine az rastlanılır...

Paramız olmazdı çoğu zaman. Bir gün gazetenin baskısını bitirdik, saat 15.30-16.00 arası Ohannes’e sordum, “sende para var mı?”, yanıtı biliyordum oysa, “yok” dedi. “Bende bir pide alacak kadar para var. Kumkapı’ya inelim. Fırından sıcak bir pide alalım” dedim. Fırından pideyi aldık ve ucundan yavaşça küçük lokmalar halinde yemeye başladı bile. Kızdım, “Ne yapıyorsun, sağımız solumuz lokanta dolu, yavan ekmek yediğimizi kimse görmesin. Kumkapı sahile çıkıp Yenikapı’ya doğru yürürken yeriz acelen ne” dedim. Yavan ekmek yiyorduk ve mutluyduk...

Kurallara uyarsan riski ortadan kaldırmıyorsun ama en aza indiriyorsun. Ohannes’in bu halini gören Usta’nın da morali bozulmuştu. Bu ülkede Ermeni olmak zor, hem Ermeni hem komünist olmak daha da zordu. Ustaya, “kapatalım atölyeyi, siz de bugün evde kalmayın” dedim. Ben de Güngören’e gidip parti bağlantıma “acil görüşmem gerekir” diye haber vermeliydim. “Acil görüşme” bir problem olduğu anlamına geliyordu. Ama illegal partide  “aciliyet” biraz tuhaf gelebilir. En erken buluşma haftalık olsa, bölgeden il’e, il’den merkeze ulaşması üç hafta. Bunun aynı yolla geri dönüşü de üç hafta, etti altı hafta!... Bu yüzden tedbirleri alıp, partiden sonra haber bekleyeyim diyerek Usta’yla randevuma gittim. Yeşilyurt tren istasyonunda saat 10.00’da buluştuk. Gelen giden var mı diye sordum, “yok şimdilik” dedi.

Marangoz atölyesini açtık. Sarnıçtaki makinayı bodruma çıkardık. Asıl zor olan iş dükkânın içine çıkarmaktı. Merdiveni indirdik. Makinayı iple bağlayıp merdivenden yukarı çekecektik. Bir türlü olmuyor. Usta indi aşağı, sırtını makinaya dayayıp yukarı doğru itmeye çalışıyor mümkün değil. Ben indim, aynı biçimde sırtımla dayanıyorum ama nafile, bir basamak bile ilerleyemedik. Bu arada aklımdan binbir düşünce hızla geçiyor. Evde kimseyi bulamayan polisin dükkâna geleceğini, bizi tam iş üstünde yakalayacağını düşündükçe çaresizce ipe asılıyorum. Ne olursa olsun makinayı kaptırmak istemiyorum. Usta, “git Tatar’ı çağır” dedi öfkeyle. Tatar, Şeref Yıldız’ın kayınpederi. İki sokak ötede hanın üst katında ayakkabı atölyesi var. Gittim, “Usta seni çağırıyor” dedim. Dükkânı kapadı, geldi. Ben birşey söylemedim. Usta, ayaküstü bizi deşifre etti. Üçümüz birlikte makinayı dükkâna çıkardık güç bela...

Sefa usta bir fedakârlık daha yaptı. Makinayı bizim dükkâna taşıyalım önerisi yaptı. Program değişti. Bir hamal buldum. İri yarı, güçlü kuvvetli. Buna rağmen ona “bir arkadaş daha bul, iki kişi daha rahat taşırsınız” diyorum. O ise, “ben taşırım” diyor. “Makina ağır, bir kişi daha al yanına parası neyse vereceğim” dedim. Zaman kaybetmek istemiyorum. Bektaş Hoca’dan para almıştım nasılsa. Makina Sefa ustanın dükkânında. Rahat bir nefes aldım. Dökümanları da taşıdıktan sonra Sefa usta, “yakılacakları bana göster, ben yakarım, dağıtılacakları da ayır bir yere” dedikten sonra tezgahın altında votka kokteylinden bir bardak kendine, bir de bana doldurdu. Bana, “korkma” dedi. “Usta ben korkmuyorum, Sarkis usta için endişeleniyorum” cümlemi bitirmeden devam etti, “endişelenecek birşey yok, dükkânı boşalttık, bir bardak daha içer misin?” İyi geldi usta, içerim dedim. Dağıtılacak Atılım’lar var. Artık dağıtım işini Sefa ustanın ayakkabı atölyesinden yapıyoruz.

Nihayet beklenen randevu geldi Parti’den. Gelirken Atılım da getirsin demişler. Şifreler tamam... Güzergah Tünel’den Galatasaray’a doğru sol kaldırımdan yürünecek. Saat belli. Tam saatinde yürümeye başladım. Odakule’nin önünde karşılaştık. Gelen yoldaş, kumral, geniş omuzlu, yakışıklı biri. Gelişmelerden haberi var. Biraz yürüdükten sonra Atılım’ları aldı. “Ohannes korkmasın”, “Benim evi polis bastı, onlar ön kapıdayken ben arka kapıdan evi boşalttım. Korkacak birşey yok” dedi. Özgüveni yüksek bir yoldaş, periyodik olarak Usta ve bu yoldaşla buluşuyoruz.

Randevulaşıp ayrılırken, “bir daha ki görüşmemize 2 resim getir de Ohannes’e bir kimlik hazırlayalım” demişti. Resimleri ulaştırdığımda boş bir kimlik getirmişti. “Ohannes’in yazısı güzeldir, doldursun” dedi. İçimden bizim Ohannes heyecanlıdır, bu kimliği bozar demek geçti ama demedim. Ancak düşündüğüm gibi de oldu ne yazık ki, tekrar kimlik yapmak zorunda kaldık.

Bir sonraki görüşmemizde de, “Makinayı Sefa ustanın oradan alalım. Şişli Cami’nin tam karşısında Osmanbey tarafında bir pasaj var. Ön kapısı ve arka sokağa çıkan bir kapısı var pasajın. Seni orada bekleyeceğim” dedi. Gedikpaşa’dan bir nakliyeci ayarladım. Sefa ustanın dükkândan makinayı aldım, Şişli’deki pasajın önüne getirdim. Bir miktar para vermişti bu taşıma işi için. Paranın üstünü verdim, almadı. Bir de takviye yaptı. “Abi yapma bunu. Arabacı olsa gider nakliyeciye sorar ne kadar verdiğimi, bizi de Şişli’den Bahçelievler’e kadar yaya yürütür. Şimdi ben bu paranın bir kısmıyla Bektaş Hoca ile rakı içsem, partinin parasını yedi diye dedikodu çıkar.” dememi gülümseyerek karşıladı.

Sonunda makinayı Şişli’deki pasajın önüne kadar getirdim. Ön kapıdan arka kapıya kadar iterek götürdüm. İterken gözüm makinanın silindirindeki Atılım yazısına takılınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü sandım. Silmeyi unutmuşuz telaştan.

Yoldaşla görüştüğümüzde makinayı Çatalca’da hazırlanan yerine götürmemi söyledi. Bu kez pasajın arka kapısının olduğu yerinden iterek ön kapıya taşıdım. Ayarladığım nakliyeci ile birlikte kamyonete yükledik. Atılım artık kendi binasındaydı. Bu yoldaşla son görüşmemizdi. Resmini görünce tanıdım hemen. Deniz yoldaştı bu.

Arabacı tarafından ödüllendirildim yaptıklarım için. Çatalca’nın Tepecik köyünde matbaa faaliyete geçti. Remzi Öztürk’e kullanılacak malzemelerin nerelerden temin edileceğini tarif ettim. Bu arada yeni gelen Muhammet Aşık’a baskının nasıl yapılacağına gösterdim. Kısa bir eğitimden sonra görevi içim rahat bir şekilde devrettim. Benim parti görevim bitti. Ne yeni bir görevim var, ne de parti ilişkim. Düştük Arabacı’nın eline yine.

Almanya’dan gelen Nazi başçavuşunun (Arabacı) sayesinde kendi bölgemizde mülteci konumuna düştük. Parti’yi bırakıp gitmemi çok istiyordu ama ona bu zevki yaşatmayacaktım. Daha önce de beni Parti’den atmıştı. Ancak bilmediği birşey vardı: Bu Parti’nin Hızır Paşası da var – Pir Sultanı da...

Bu boşluktan yararlanarak benim için problem olan askerlik sorunumu çözmek amacıyla askere gitmeye karar verdim. 25 Ağustos 1980’de askerdim artık. 18 gün sonra 12 Eylül oldu. 24 Ocak 1982’de teskere aldım. 25 Ocak 1982 günü Karaköy Perşembe Pazarı’nda partili olduğunu bildiğim Turap’ın yanına uğradım, parti ilişkisinin olup olmadığını sordum. Parti ilişkim var dedi.

1983 Ocak ayında Turap’la görüştüğümüzde, “sorumlu yoldaştan haber alamıyoruz” dedi. “Ne zamandan beri” diye sorduğumda, “Üç aydır yok” diye yanıtladı. Ortalığı telaşa vermek istemiyorum ama kafamdaki soruların cevabı da yok. Bu yoldaş yakalanmış olabilir, konuşturamadıysalar öldürüp asit kuyusuna atmışlardır, bu topraklarda olmadı mı bunlar? Konuşmuş olsaydı şimdiye kadar örgüte operasyon yapılırdı herhalde... Şubat ayında Yusuf Kıtiki ile görüştüm. “Yoldaştan haber alamıyoruz, kesin başına birşey geldi, ama ne olduğunu bilmiyoruz. Randevuya gelmedi. Yedek randevusunda da yoktu. Böyle bir yoldaş değildi, sana da randevu verecekti.”

Mart ayının sonuna doğru TKP’nin Sesi Radyosu’nda Deniz yoldaşın 1982 Kasım ayının 14’ünde yakalandığı ve iki gün süren yoğun işkencelerle öldürülüp Kasımpaşa Kulaksız kimsesizler Mezarlığı’na gece gizlice başka bir isimle gömüldüğü duyuruldu.

Deniz yoldaş canı pahasına yoldaşlarını ve örgütünü korudu. Ser verip sır vermeyen bu yoldaşın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.


Konuyla ilişkili diğer makaleler