Demokrasi Cephesi Tarihsel Görevdir
Selahattin DEMİRTAŞ
7 Haziran seçimlerinden sonra AKP-MHP Koalisyonu ile başlayan, 15 Temmuz darbe girişiminin ve darbeci güruhun sebep olduğu tahribatlardan da yararlanarak alanını genişleten ‘tek adam rejimi’nin inşa sürecinde, 16 Nisan referandumu önemli bir kilometre taşı oldu. Meşruiyeti olmayan bir sonuç ortaya çıkmasına rağmen, resmi sonuçlara dayanılarak önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimi artık bir ‘tek adam rejimi’nin zirve noktası olarak gerçekleşecektir. 16 Nisan referandumunda kendini “HAYIR” Bloku olarak tarifleyen kesimler, önemli bir tehlike karşısında zımnen ve farklı gerekçelerle bir araya gelmiş, esnek bağları olan ve taktik bir işbirliğini içeren geçici bir cephe olarak tanımlanabilir. 16 Nisan’dan sonra bu cephenin yeni işbirlikleri için ortak hareket edebilmeleri artık asgari ilkelerde uzlaşabilmekle mümkün olabilir.
Üzerinde tartışılmamış ve uzlaşılmamış ilkeler ortada yokken, birilerinin kendisini yüzde 49’un temsilcisi olarak ilan etmesi “HAYIR” Bloku’na yönelik bir sabotaj etkisi yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Öncelikli olarak yapılması gereken, “HAYIR” Bloku’nda yer alan bütün toplumsal-siyasal kesimlerin temsilcilerinin bir yuvarlak masa etrafında toplanarak, eşitler arası bir hukukla ilkeler üzerinde tartışma yürütmesidir. İlkeler üzerinde mutabakat sağlandıktan sonra da “HAYIR”ı büyütmek için “EVET” demiş toplumsal kesimlerle (partilerle değil) işbirliği, ittifak ve ortaklaşma imkanları için yol haritası çıkarılmalıdır.
“EVET” demek zorunda kalmış kesimler başta olmak üzere toplumun kaygı ve korkularını anlamaya, gidermeye çalışan bir ortak çalışma yürütülmesi elzemdir. “EVET” demiş olan kesimleri de kucaklayabilmek için bu saatten sonra “HAYIR” Bloku olarak değil “Demokrasi Bloku” olarak yola devam etmek daha uygun olacaktır. İşte bunun için de asgari demokratik ilkelerde uzlaşmak bir ön şarttır.
Bu ilkelere saygı duyan ve hayata geçmesi için mücadele iradesi ortaya koyan bütün kesimlere açık bir demokrasi cephesi, sadece bir taktik işbirliğinin ötesinde Türkiye’nin demokratik geleceğinin programını minimum düzeyde de olsa ortaya koymak zorundadır. Bunun ilk adımı da içeride ve dışarıda barışı sağlayacak bir yol haritası oluşturmaktır. Kürt sorununun çözümüne dair önerisi olmayan bir programa ne demokrasi programı denilebilir ne de kimse ciddiye alır. Öncelikli olarak Kürt sorununda demokratik-barışçıl çözümün hayata geçebileceği gerçekçi bir müzakere zemini-mekanizması oluşmalıdır. Hangi aktörün nasıl roller ve misyonlar üstlenebileceği bu mekanizmada somut olarak ortaya konulmalıdır. Yaşanan bütün diyalog ve müzakere deneyimlerimizden yola çıkarak bugünün koşullarına uygun, makul, gerçekleşebilir ve sonuç alıcı bir mekanizma ya da çözüm metodu geliştirilmesi gerekir.
TBMM’nin ve siyasi partilerin, Sayın Öcalan’ın ve PKK’nin böylesi bir mekanizmaya en etkili, barışa ve çözüme odaklı bir şekilde nasıl dahil olabilecekleri somut bir metotla (mekanizmayla) önerilebilir. Bir defa Kürt sorununda ana aktörler olan Sayın Öcalan ve PKK’yi dışlamaya çalışan, bu realiteleri yok sayan hiçbir arayışın ciddiyeti ve samimiyeti olmayacaktır. Bu saatten sonra Öcalan-PKK çözüm sürecinde olsun mu olmasın mı tartışmasını yapmak bile deve kuşu politikasından başka bir şey değildir.
Bizim bu noktada artık hayalci, afaki, tasfiyeci önerileri ciddiye bile almayacağımızı herkes bilmelidir. Ancak bizim de HDP olarak bir öneri şeklinde de olsa taslak bir yol haritasına, mekanizma (metot) önerisine sahip olmamız lazım. Çözümü zor, hatta imkansız gibi görünen meselelerde toplumun güven duyacağı bir metot ortaya koymak esas meselenin tartışılması kadar önemlidir. Hatta işin esasına giden yolda mekanizma (metot-yol haritası) ilk etapta esastan da önemlidir.
Ortaya konulacak çözüm metodu büyük bir toplumsal destek görebilir. Çünkü metotla birlikte niyet de ortaya çıkmış olur. Ülkenin bölüneceğinden korkan kesimleri de aynı anda ikna etmenin en etkili yolu, esası konuşmadan önce çözüm metodunu ortaya koymak olacaktır. Metodun netleşmesi aynı zamanda, ittifak güçlerinin de netleşmesini kolaylaştırır.
Barışçıl, makul, demokratik bir çözüm için ortaya konulan mekanizmayı kabul edenler, tartışmaya değer görenler, öneri ve eleştirileri ile bu metodu güçlendirmeye çalışanlar aslında bizim olası ittifak güçleri olarak kabul edebileceğimiz kesimler olarak netleşmiş olur. Referandumda “EVET” demiş toplumsal kesimler de böylesi bir somut yol haritasından heyecan duyacaktır. “HAYIR”ı büyütmenin biricik yolu, barış ihtimalini büyütmek ve asgari bir demokratikleşme programı ortaya koyarak bunun hayata geçmesi için mücadele etmekten geçer.
Tam da bu noktada HDP bir siyasi hamle olarak iyi tartışılmış, üzerinde mutabakata varılmış detaylı bir yol haritası ile siyasete yön verebilir. Demokratik siyaset asıl rolünü ve misyonunu, kendinde bu özgüveni duyarak oynayabilir. Demokratik siyasetin bu yönlü tartışma, hamle ve girişimleri Türkiye toplumunda da siyasete olan güveni arttırabilir. HDP ve bütün bileşenlerinin, dostlarımızın bu konuyu etraflıca tartışarak olgunlaştırmasında yarar olduğu kanaatindeyim.
Ana muhalefetin, demokrasi bloku oluşturma kapasitesi de niyeti de maalesef yoktur. Halen HDP’nin adını ağzına almaktan bile imtina eden, ama buna rağmen kendini “HAYIR”ın sözcüsü gibi lanse eden bir garabet tutumla karşı karşıyayız. HDP’nin meşruiyetini tartışmak kimsenin haddine değildir. Biz meşruiyetimizi doğrudan halktan almış durumdayız. Ama bizimle birlikte aynı demokratik ilkeleri oluşturmak isteyenler önce bize saygı duymayı öğrenmeli. Ayrıca HDP’ye samimi bir özür borçları olduğunu hatırlatmakta da yarar var. Bu şekilde Türkiye’nin ortak demokratik geleceğini konuşmak daha kolay olur.
Neticede 16 Nisan referandumunun ortaya çıkardığı muazzam enerjiyi çarçur etmeden, partizanca yaklaşımlarla daraltmadan, parçalamadan büyütmek hepimizin tarihsel görevidir. Atılması gereken cesur adımları atmak için fazla da geç kalmadan bir an önce geleceği planlamanın zamanıdır. Emin olduğum bir şey varsa o da özgürlük, demokrasi ve barış isteyenlerin mutlaka kazanacağı bir döneme girildiğidir.