Sendikal Hareket Ve Günümüz
Kapitalist üretim ilişkilerinde sermaye sınıfı hegemonyasının sürekliliğinin sağlanmasında olmazsa olmaz ana unsur artı-değere olan gereksinim yani, emeğin sömürülmesine duyulan ihtiyaçtır. İşçi örgütlenmelerinin ve sendikaların 1800'lü yıllarda ortaya çıkış nedenlerinin başında işte bu kapitalist üretim tarzının ortaya çıkardığı vahşi sömürü mekanizmasına karşı duruş belirleyici nedendir.
İşçilerin daha insani çalışma koşullarının kazanılmasını önceleyen bir amaç ile yaşanabilir ücret, sosyal haklar elde edilmesi talebi olup, sermaye sınıfının dayatmalarının karşısında, çıkarlarının korunup geliştirilmesi, sürekliliğinin sağlanabilmesi için işçilerin bir araya gelip kurdukları, var ettikleri mücadele örgütlerinin adıdır sendika.
Ülkemiz Sendikal Mücadeleler tarihine bakıldığında, genel olarak söylenebilecek olan sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki mücadele süreçlerinde görülen durağanlık dışında kimi zaman da yükseldiği süreçlerin yaşandığını görmekle birlikte, 12 Eylül 1980 Faşist Diktatörlülüğü ile başlayan sendikal hareketteki tahribat süreci henüz aşılamayan bir olgu olarak karşımızda durmaktadır.
Nedenleri niçinleri ile ilgili geçmişten bugüne çok söz edildi, ancak biz "iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır" deyimiyle konunun bu boyutunu şimdilik geçelim.
Kuşkusuz bugün sendikal örgütlenmenin geliştirilmesi adına, tıpkı hareketin yükseliş dönemlerindeki mücadeleci karakterini esas alarak koruma çabası ile birlikte, mücadele hattının belirlenmesinde dikkate alınması gereken önemli bir diğer konu da, üretimde ve işçi sınıfı içinde yaşanan değişimleri, yeni yeni ortaya çıkan olguları, gelişim ve dönüşümleri tespit etmektir.
Yaşadığımız bu süreçte sendikal hareketin gelişip güç kazanabilmesinin objektif koşullarının tüm zamanlardan daha da olanaklı olduğunu görmek gerekiyor.
Yeri gelmişken çarpıcı bir örnek vermek istiyorum: Onyıllardır devlet ve sermaye tarafının insiyatifine terk edilen ve kölelik ücreti anlamına gelen asgari ücretin belirlenmesi konusu…
Asgari ücret tespit sürecinde işçilerin topluca iş bırakması ve genel greve gitmesi Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından kabul edilmiş bir hak olmasına karşın, işçilerin ve sendikaların asgari ücreti artırmak için hükümete ve işverenlere baskı yapmak amacıyla genel greve gitmesi ILO’ya göre meşru olan ve sendikaların normal faaliyetleri arasında sayılan, asgari ücret için yapılacak bir genel grev için 6356 sayılı yasada dayanak aramaya gerek olmamasına karşın maalesef bu hak kullanılmıyor. Dayanak Türkiye tarafından onaylanan ILO sözleşmeleri ve Anayasa’nın 90’ıncı maddesidir denilerek adım atılması gerekirken, işçiler ve tüm toplumsal kesimler tarafından haklı görülen ve tescil edilecek olan bir mücadele süreci yerine, rakam telaffuzuna dayalı bir bürokratik yol tercihinde bulunulmakta ve böyle teslimiyetçi, pasif bir yol izlenmektedir.
COVİD-19 salgını ve bu salgının yükünün başta işçi sınıfı olmak üzere tüm çalışanların sırtına yüklenmeye çalışılması sendikal harekete ciddi görevler yüklüyor. Sendikal hareketin bugün, sermaye sınıfı tarafından işçilerin örgütlenmesinin önünü kesme adına, 29 Kod çerçevesinde İş Kanunu 25/2'ye dayalı işten çıkarma, ücretsiz izne gönderme, mobbing ile istifaya zorlama vb. uygulamalarına karşı tüm işyerlerinde örgütlenme hedefi ve kararlılığı ile sermayenin bu saldırgan tutumuna karşı durma görevi vardır.
Bugün bu görevi yerine getirebilmenin biricik yolu ise, sınıfsal bilincin kavranması ve geliştirilebilmesinin olmazsa olmazı olan sınıfsal özlü bir eğitim faaliyeti ile bire bir işçiyle diyalog, karşılıklı güven duygusunun pekiştirilmesi ve ona dokunmaktan geçtiğini, böylesi bir anlayışı faaliyetin merkezine koyan bir sendikal bakış açısının, yaşadığımız süreçte,
genel örgütsüzlük halinin aşılması, mücadelenin yükseltilmesi adına işçi sınıfı içinde güç kazanarak yola devam edebileceği görülebilmelidir.
Sendikal hareketin gündeminde olması gereken bir diğer önemli konu da 2004 yılından beri yürürlükte olan ve "İş Güvencesi Yasası" diye tanımlanan yasanın sermaye sınıfı tarafından sendikal örgütlülüğü bertaraf etmeye dönük işleyişinin aşılabilmesi konusudur.
Sermaye sınıfı dört gözle dikensiz gül bahçesi misali sendikasız ve örgütsüz bir çalışma yaşamının gerçekleştirilmesi adına tüm aparatlarıyla faaliyette.
Sendikal hareketin artık bu beklentiye karşı oluşturacağı mücadele hattı yaşamsal önemde olup, aynı zamanda da tarihsel bir sorumluluktur.