Düğme - İlik Meselesi
Türkiye ve Dünya gündemi öyle yoğun öyle değişken ki son günlerde gündemin peşinden koşanlar, büyük olasılıkla bu gidişattan bıkacak ve “Ne haliniz varsa görün; artık peşinizden koşmayacak, bundan sonra gündemi biz yaratacağız” diyecektir, umarım.
Gerçekten de emekçiler, işçi sınıfı, ilerici - devrimci güçler, artık hem kendi hem de ülke gündemini kendi yaratmalı ki tek tek eylemler; basın açıklamaları, yürüyüşler, açlık grevleri, fabrikalardaki ekmek kavgaları, şantiye direnişleri; akademisyenlerin, eğitimcilerin, gazetecilerin hak arama mücadelesi, çevrecilerin çığlıkları, Kürtlerin var olma inadı ve amansız mücadelesi; Kobane, Rojava enternasyonalist devrimci mücadelesi...bütün sıkışmışlığa, baskı ve saldırılara rağmen sürerken, bu tek tek -birbirinden ayrıymış gibi- eylemler ve mücadelelerin kazanımla sonuçlanabilmesi için, gündem olabilmesi, gündem yaratabilmesi için, anti-faşist cephenin de tohumlarını ekecek “DEMOKRASİ MECLİSLERİ” ni yaratmak zorundayız.
Toplumun geneline sirayet etmiş korku, yılgınlık, umutsuzluk, atalet duygularını da yok etmenin yolu, bu meclislerden (demokrasi, halk ya da emek) geçmektedir. Çünkü bütün bu saydığımız yığınlar, bu fırtınalı dönemde güvenebileceği bir “liman” aramaktadır. Önümüzdeki en önemli görev de bu “güven”i yaratacak araçları bulmaktır. O limana güvenle ulaşmanın yolu da bu meclislerden geçer. Başka çıkış yolu önerisi olan varsa söylesin ama denenmişleri, yaşamda karşılığı olmayanları tekrarlamasın lütfen. Çünkü daha önce de söyledik: Sözün bittiği yerdeyiz.
Bugüne kadar denenenler, bütün kararlılığa, inanmışlığa rağmen, o “güvenli liman”ı yaratamadı. Düğme-ilik meselesi de işte burada önem kazanıyor. Demek ki bugüne kadar ilk düğmeyi doğru ilikleyememişiz. İlk düğmeyi doğru ilikleyemeyince –iyi niyete, kararlılığa rağmen- maalesef diğer düğmeler de doğru iliklenemeyecektir. O zaman ne yapılmalı? Önce şu soruların yanıtlanması gerekir: HDK nerede - neyi yanlış yaptı, “HAYIR” Meclisleri niçin dönüşmeli, “HAZİRAN” Meclisleri neden işlevsizleşti… Bu soruları herkes samimi biçimde kendine sormalı, sorabilmeli. Burada bahsi geçen üç bileşen de artık ne derse desin, ne yaparsa yapsın, önce savunma modundan çıkıp halka, ”Biz ne istiyoruz, neyi hedefliyoruz, hedefe nasıl ulaşırız..?” sorularının yanıtlarını vermeli.
HDK, 10-11 Haziran Çalıştayı’nda aldığı kararlar doğrultusunda, artık gündemin peşinden koşmak yerine, yukarılarda(!) birleşmek yerine, fabrikalarda, işyerlerinde, işçi semtlerinde, mahallelerde “meclis”leri en kısa zamanda oluşturarak, delege sistemiyle –siyasi yapıların delegelerinden bahsetmiyoruz- “KONGRE” yi ete kemiğe büründürmeli ki canlı, anlamlı ve güvenilir olabilsin. HDK, “Hayır” meclisleri ile birlikte yeni mücadele kanalları açmanın yollarını aramalı ki “güvenli limanlar” yaratabilsin.
“HAYIR MECLİSLERİ”, artık dönüşüm sağlayarak itiraz konumundan sıyrılıp hedefler belirleyen; halkların, emekçilerin, ortak taleplerini –yine ve daha geniş ortaklaşarak- dillendiren; nasıl bir yaşam, nasıl bir eğitim, nasıl bir çevre, nasıl bir demokrasi…” taleplerini yanıtlayan, halkın taleplerini ortaklaştırabilen, gündem yaratabilecek “Demokrasi Meclisleri” ne dönüşebilsin.
Gazetemizin bir önceki sayısında da belirttiğimiz üzere, bütün siyasi yapılar, özellikle “HAZİRAN MECLİSLERİ”, “benim dükkanım” anlayışını terk edip emekçilerle, işçi sınıfıyla, Kürt halkıyla bir araya gelebilmenin, birlikte ortak düşmana karşı dik durabilmenin önemini kavrayarak “ben merkezci” küçük burjuva alışkanlıklarını terk etmeli ki yalnızlaşmasın, sönümlenmesin.
Sayın Oğuzhan Müftüoğlu, 3 Haziran’da ODTÜ’deki bir toplantıda, ”Haziran Hareketi içinde gerçekleştirdiğimiz ve ‘hayır’ mücadelesinde büyük değer kazanan birlikteliğimizi aşan daha büyük birlikteliğe ihtiyacımız var” demiş, ”Halka daha fazla umut verecek birlikteliklere ihtiyaç var” demiş. Bu dileklere katılmamak mümkün değil. Biz de uzun zamandır söylüyor, yazıyoruz: Halka daha fazla umut, daha fazla güven verecek birlikteliklere ihtiyaç var. Ancak Müftüoğlu’nun o konuşmasının hiçbir satırında Kürt halkı yok, Kürtlerin var olma direnişi ve bu direnişin 16 Nisan referandumuna kattığı dinamizm yok. Bunlardan vazgeçtik, “halklar” sözcüğüne, “işçi sınıfı” kavramına bile yer yok. O zaman sorarım size: Türkiye’nin bir kısmını, öncü gücün kendisini yok sayarak kiminle ve nasıl birliktelik kuracaksınız, birlikteliği nasıl genişleteceksiniz. Yine ilk düğmeyi yanlış ilikliyorsunuz.
Unutmamalıyız ki söylenenlerle yapılanlar örtüşmüyorsa, ilk düğme hep yanlış ilikleniyorsa, yeni koşullara göre yeni örgütlenme -mücadele yöntemleri yaratılamıyorsa– bütün nesnel koşullar lehimize olsa bile- ki öyle, söylediklerimiz boşa düşecek, “Atı alan Üsküdar’a geçecek, hatta Üsküdar’ı da geçecek.”