Yeni Dünya Düzeninden Yeşil Yeni Düzene...
Kapitalizmin 2008’den beri küresel olarak devam edegelen krizlerinin pandemi ile daha da derinleşmesi sonrasından şimdi her tarafta “post” tartışmaları belirginleşmeye başladı. ABD’de Biden’ın iktidara gelmesi ile de tüm dünyada yeni bir dönem başlayacağı beklentileri de yükseldi.
O kadar ki, dünyadaki post-Trump beklentilerinin izdüşümü olarak Trump’ın hempalarının iktidarda olduğu ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de post-Erdoğan tartışmaları yürütülüyor. Bu durumun sadece psikolojik bir şey olmadığını, Biden’ın önce 40 dünya lideriyle yaptığı iklim zirvesi ile sonrasında da NATO zirvesinde “NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik” strateji belgesinin kabul edilmesiyle gördük. Emperyalist dünya sistemi yeniden organize edilmesi adımlarının atıldığını, buna uygun olarak stratejilerin ve örgütlenmelerin kurulduğunu görmekteyiz. NATO zirvesi, açıkça yeniden “iki kutuplu bir dünya” tanımı yaparak Çin Halk Cumhuriyeti’ni “baş düşman” olarak belirlemesi, kapitalist dünyanın ABD’nin liderliğinde nasıl reorganize edileceğinin çerçevesini belirlemiş oldu.
Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı 2020 yılı Küresel Risk Raporu’nda, dünyanın karşı karşıya kaldığı en yüksek 5 risk şöyle sıralanıyor: 1. Olağandışı hava koşulları, 2. İklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin başarısız olması, 3. Doğal felaketler, 4. Biyoçeşitlilik kayıpları ve ekosistem tahribatı 5. İnsan kaynaklı çevresel zarar ve afetler (nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar dahil). Bu seferki NATO zirvesinin “rutin” gündemlerin yanında bir de “yeşil” gündemi vardı. “NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik” belgesinde “NATO’nun Siyasi Rolünün ve Araçlarının Güçlendirilmesi” gerekçe olarak sayılan “Tehditler ve Zorluklar”ın arasında “terörizm”, Rusya ve Çin’in yanı sıra “Enerji Güvenliği”, “İklim ve Yeşil Savunma” ve “Pandemiler ve Doğal Afetler” başlıkları da yer aldı.
Biden’ın “Yeşil Yeni Düzen” programı, NATO 2030 belgesi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi belgelere baktığımızda “yeşil gündem”in dünya emperyalist kapitalist sistemin reorganizasyonunda Rusya ve Çin kadar temel parametre olduğunu görüyoruz. Tıpkı 11 Eylül saldırısından sonra “terörizm” üzerinden “Yeni Dünya Düzeni-YDD” inşasına girişmeleri gibi şimdi de “iklim krizi” ve “pandemi” üzerinden “yeşil gündem”in sistemde yeni bir işbölümü, teknolojik yenilenme, yeni bir emek rejimi ve bütün bunlarla beraber yeni bir “doğa rejimi” inşa etmek için kullanıma sokulduğunu görüyoruz.
YYD’nin sadece “iklim krizi” ile sınırlı olmadığının atını çizmek gerekiyor. Aslında kökleri 1970’lerin “Büyümenin Sınırları” ile başlayan, sonrasında Birleşmiş Milletler çatısı altından belirlenen “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” ile geliştirilen ve son olarak “iklim krizi” gündemi ile birlikte “fosil ekonomisi”nden “yenilenebilir enerji devrimi” vaadine varan bir hareket söz konusu. Bu hareketin aynı zamanda “Yeşil Hareket”in tarihi ile örtüştüğüne dikkat çekmek gerekir. Nitekim “Yeşil Yeni Düzen” program(lar)ı sadece Biden ya da AB yönetimi değil, çeşitli ülkelerdeki Yeşil Partiler, Noam Chomsky gibi aydınlar, İlerici Enternasyonal oluşumu gibi birçok savunucusu var. YYD programlarının temel alt başlıklarından biri “adil geçiş”, “temiz işler” gibi başlıklar. Bu başlıklar altında emek hareketine de yeni iş vaadlerinde bulunan, dolayısıyla işsizlik ve reel ücret düşüklüğü nedeniyle “ucuzlaşan emek-gücü”ne de yeni vaadlerde bulunuyor, YYD. Avrupa’daki pek çok sendika konfederasyonunun da bu tartışmanın içinde olduğunu görüyoruz.
YYD, “yeşil fonlarla” yeni bir “yaratıcı yıkım” sürecini başlatmayı vaad ediyor. Tıpkı 1933’teki seçimlerden başarı ile çıkan Roosevelt’in, işsizliği azaltmak, satın alma gücünü artırmak ve ekonomideki talebi toplamak ve ekonomik krizle başa çıkmak için doğrudan kamu sektörüne istihdam yoluyla devasa istihdam yaratma programları hazırlaması gibi, şimdi de kamu kaynaklarının “yeşil fonlarla” şirketlere aktarılarak yeni istihdam, “adil geçiş” vaadinde bulunuyorlar. Yeşil madencilik, yeşil binalar, yeşil savunma, yeşil enerji… Yeşil fonlarla bağımlı ülkeler yeniden borçlandırarak mali-sömürge pozisyonları berkitilirken bu ülkelerde yeni bir inşaat, madencilik furyası da başlatılıyor. Bu aynı zamanda yeni teknoloji transferleri demek. Yani bağımlılık ilişkilerinin aynen korunduğu sadece maddesinin değiştiği bir döneme giriyoruz.
Bütün bu tartışmanın ekoloji hareketi açısından son derece hayati bir önemi var. Sermaye yeşillenirken “yeşil hareketler” ne yapacak? İklim krizi tartışmasında hala “Paris Anlaşması” onaylansın ya da Anlaşmaya uyulsun diye kampanya yürüten, fosil yakıtlara karşı kampanyalarla “temiz enerji”yi savunan, bunlarla beraber fosil sektöründeki azgın sömürüye maruz kalan emekçilerin ağzına da bir parmak bal çalan “adil dönüşüm”ü savunan bir “yeşil/ekoloji hareketi”nin Biden’ın ya da Merkel’in destekçisi olmaktan öteye bir geleceği olmayacağı açık. Bu açıdan YYD ile yeşil/ekoloji hareketinin de bir varlık/yokluk sorunu ile karşı karşıya kaldığının altını çizmek lazım.