‘Entellektüel’ İsimli Kitabı ile Filistinli Yazar, Edward W. Said
Edward Said aslen Filistinli. 1935 yılında varlıklı bir Hristiyan ailenin çocuğu olarak Kudüs'te dünyaya geldi. 1948 yılında ailesi göçmen olarak Mısır'a yerleşti ve İngilizce dışında başka bir dilin konuşulmasının yasak olduğu seçkin koloni okullarında eğitim aldı. Aldığı bu Anglosakson eğitim sırasında kendisine “Avrupalı olmayan diğer“ olduğu da öğretildi. Kendisi bu durumu şöyle anlatıyor: "Biz'i Onlar'dan ayıran dilsel, kültürel, ırksal ve etnik çizgi idi. Benim Anglikan kilisesine bağlı olarak doğmuş, orada vaftiz edilmiş ve kilisenin bir üyesi olmuş olmam işimi kolaylaştırmıyordu."
Said, 1951'de Mısır'daki okuldan haylazlık nedeniyle uzaklaştırılınca babası tarafından eğitimini sürdürmek üzere Amerika'ya gönderildi. O yıllar Ortadoğu'nun giderek karıştığı yıllardır. Üniversite eğitimini Princeton ve Harvard'da tamamlar. Bu yıllarda, tatillerinde ailesinin Mısır'dan ayrılarak yerleştiği Lübnan'a gitmekte, edebiyat, müzik ve felsefe eğitimi almaktadır. 1963 yılında New York'ta Columbia Üniversitesinde ders vermeye başlar.
Aynı yıllarda Arap ya da Filistinli olarak değil herkesi daha rahatlatan bir terimle, Orta Doğulu olarak anılmaktadır. Durumunun garipliğini hissetmekle birlikte bilinçli bir tepki oluşturmadığı, geleneklerinden kopuk olarak yaşadığını söylediği 1967 yılına kadar politik bir eylemin içinde yer almaz. 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı ile çakışan üniversitedeki politik hareketlilik ve Vietnam Savaşı değişikliklerin başlangıcıdır. Filistin milliyetçiliği hareketine katılır. Yahudi karşıtı olduğu gerekçesiyle ABD'de eleştiri alır. Kazanılmış kimliği ile doğduğu ve uzaklaştırıldığı kültür arasındaki farklılıkların oluşmasına izin verdiği düşüncesinden hareketle daha önce yapmadığı bir şeyi yapar ve 1972 yılında sabbatical hakkını Beyrut'da Arap edebiyatı konusunda çalışarak kullanır. Böylece, hem Arap hem de Amerikalı olarak, hem birlikte hem de birbirine karşı düşünmeye ve yazmaya başlar.
70'lerin sonlarında Enver Sedat ve Yaser Arafat tarafından barış görüşmelerine Filistin temsilcisi olarak atanır. Sürgünde Filistin Parlamentosunda 14 yıl görev yapar. 1980'lerin sonunda FKÖ lideri Yaser Arafat'la görüş ayrılığına düşerek barış görüşmelerinde görev almaz ve barış karşıtı olmakla suçlanır. 1985'de İsrail Savunma Gücü tarafından Nazi olmakla suçlanan Said çeşitli tehditler alır. 1999'da "Out of Place" adını verdiği anılarını yayınlamıştır. İngilizce ve Arapça dışında Fransızcayı da iyi bilen Said, Londra'da yayınlanan The Guardian, Fransa'da yayınlanan Le Monde Diplomatique ve Arapça yayınlanan günlük Al-Hayat gazetelerine düzenli olarak yazılar yazmaktadır.
1978 yılında yayınlanan "Oryantalizm" (Şarkiyatçılık) üzerinde çok konuşulan ve tartışılan bir kitap olmuş. Bunu "Kültür ve Emperyalizm", Filistin ve İslam'a dair diğer kitapları izlemiş ve yayınladığı toplam 10 kitabı 14 dile çevrilmiş. Üç ayrı yayınevi tarafından Türkçeye de çevrilmiş ve basılmış olan "Orientalizm" dışında Türkçe basılmış diğer kitapları; "Filistin Sorunu", seçme yazılarının yer aldığı "Kış Ruhu", "Haberlerin Ağında İslam", "Kültür ve Emperyalizm", "Entelektüel; Sürgün, Marjinal, Yabancı", ve F. Jameson T. Eagleton ve E. Said'in yazılarından oluşan "Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Yazım".
1990'lı yılların başından bu yana lösemi hastası olan Said, 25 Eylül 2003'te New York'taki bir hastanede 67 yaşında hayata veda etti.
ENTELLEKTÜEL YAPI NASIL OLUŞUR?
Uzağın Sesi de denebilir buna. Aslında o bize en yakın olandır. Bir anda zaman kavramını tuz buz eder. İnsanlığın varoluşundan bu yana ‘uzak’, önce sesle, sonra sözle bize kadar gelmiş ve bizimle buluşarak kaynaşmıştır. ‘Uzakla ‘yakın’ ve ‘şimdi’, yani yaşanılan süreç, ‘AN’ sırtımızı dayadığımız bir bütünü oluşturur. Sırtımızı dayadığımız, ondan beslendiğimiz sosyal, kültürel, sanatsal yaşanmışlıklarıyla bir bütünü oluşturur. Söz konusu yakınlaşma sırasında bakarsınız zaman ortadan çekilivermiştir. Birden kendimizi Mezopotamya’da, Anadolu’da buluruz. Bin yıllardır değişik uygarlıkların beşiği olan o bölgede. Kommagene Krallığı, kraliçe İsias, Eski Mısır krallıkları ve Firavun dönemi, Sümerler, Hititler akla gelir Örneğin. Tarih akışına devam eder. Edebiyatta beş bin yıl öncesinin kadın şairi Enneduanna, Sümerli, öğretmen, şair, Ludingirra’yı okuyuveririz kil tabletlerden. Enneduanna’ yı bize Sümerli Şair anlatır. Şair, bir gün kil tabletlerden oluşan kütüphaneyi gezerken bir rafta Enneduanna’nın şiirlerine rastlar. “Şu an ben, benden bin yıl önce yaşamış Akadlı şairin şiirlerini okuyorum, bu ne mutluluk.” der içinden. Çünkü Enneduanna, Akadlı Kral Sagor’un kızıdır. (Sümerli Ludingirra/ M. İlmiye Çığ/ Kaynak Yayınları) Biraz daha geldiğimizde, İskenderiyeli Hipatia, Sokrates’in “Öğretmenim” dediği Miletli Aspasia ile tanışırız. Ve birden koca bir çınar gibi, Homeros çıkar karşımıza. Burada zaman, eskimek yerine çiçeklenen bir tarih oluverir; köklerimizi, o yüce bilgi dağarcığımızı savuruverir insanlığın üzerine. O, ‘Entellektüel’ yapı taşları, -bilgi- mücevher zenginliğinde teker teker dökülür önümüze. Artık onu kuşanmak, değerlendirmek her bireyin kendi özgür iradesine kalmıştır. İster iyiden yana kullanır, ister egemenlerin, haramilerin gücüne sırtını dayar.
‘Entellektüelizm’ nedir? Ve Kime Entellektüel Denir?
Eskiden beri ENTELLEKTÜEL kavramı “Fildişi Kule”, “Burnu havada”, “çok bilmişlik” gibi çağrışımlar getirirdi akla. Reimond Williams: “Bu Entellejensiya, entellektüalizm gibi kavramlar, büyük ölçüde kulaklara olumsuz bir tını olarak yansırdı.” diyor.
Entellektüel kişinin görevi, insan düşüncesini, insanı kıskacı altına alan, kişileri ve indirgeyici –anlamsızlaştırıcı- karakterleri, açığa çıkarmak olmalıdır. Bu yaklaşım bilginin özgür kalması için şarttır.” diye vurgu yapıyor Williams. Buraya bir şey daha eklemek gerekirse: “Entellektüel tavır aynı zamanda ahlaksal bir duruşun ifadesidir de.” Bizim ülkemizde bu tavrı koyan ‘AYDIN’, sayısı belki de bir elin parmakları kadar yoktur bile.
Burada, kitabın akışına uygun olarak kısa kısa ENTELLEKTÜL’ in tarifini yapmak istiyorum. Sonra da yazılanları daha yakından incelemek mümkün olur; ve tabi ki, en önemlisi, ‘Entellektüel’ olmanın yaşamdaki karşılığını açıklamak. Bu gün için bizdeki sanatçıların, entellektüellerin durmadan savrulduğunu görmek aklı başında herkesin canını sıkıyor. Dün demokrasiden, adaletten yana olduğunu söyleyenler, bugün sürdürülen savaşlara karşı bile gıkını çıkaramayacak konuma geldi. Dün iktidarı kıyısından köşesinden eleştirenler, bugün aynı iktidara güzelleme düzüyor. İşte bu anlamda entellektüel tavrın öncelikle bizim için ne kadar yakıcı bir sorun olduğunu ivedilikle söyleyebiliriz. İnsanlık tarihi boyunca savaşlar olagelmiştir ve yine birilere çıkmış, bütün yüreklilikle barışı savunmuştur. O insanlar ki bu entellektüel tavırları yüzünden çoğu kez büyük bedeller ödemişlerdir ve hala da ödeyenler var. Örneğin, başta Demirtaş olmak üzere, Kürt politikacılar, Ahmet Şık, gazeteci Enis Berberoğlu, Cumhuriyet’ten daha bir sürü, -suçları, gazetecilik yapmaktan öteye geçmeyen- insanlar ya hapisteler, ya da Can Dündar ve bazıları gibi sürgünde yaşamak zorunda bırakılıyorlar.
Durum bu kadar yakıcıyken, ne yazık ki, ülkemizde güçlü bir muhalif kalkışma yok! Partiler olarak muhalefet de aynı konuda yetersiz kalıyor veya etrafı çevrilmiş, kuşatılmış durumda...
“Entellekt” kök sözcük olarak, şöyle ifade edilmekte:
*- Entellekt, akıl, zihin, idrak, ‘an’lık, kirlenmemişlik, saf algıdır.
*-Entellektüalizm, çağa uyum sağlayarak bilimsel ve sanatsal olarak seçilmiş bir yaşama biçimi. Bu bağlamda, sadece belli bir dalda eğitim görmüş kişilere ise, ‘entellektüel’ değil, ‘uzman’ deniyor. Bu arada bir de entel sözcüğü geçiyor belirlemelerde. Bunlara da entellektüel olmaya özenen, ancak bunun için gerekli olan niteliği kazanamamış ‘sahte entellektüel, ‘sahte aydın.’lar diyoruz. Bu ve benzerlerinden aslında her toplumda çokça vardır.
Entellektüel’in özgün tarifi:
*- Esas olarak, bilim, teknik ve -tarihsel anlamda- kültürün değişik dallarında özel eğitim görmüş ya da birikim sağlamış kişi ve kişilerdir...
Entellektüel’ kime denir? Tüm yukarıdaki vasıfları taşıyan, ancak bilgisiyle övünmek yerine, pratikte bu vasıflarını ezilen halkın, ötekileştirilen azınlıkların yararına karşılıksız sunandır. Entellektiya: Aristo’ya göre, her varlığın erişmeye -‘ermeye’- yöneldiği olgunluk durumudur. Aynı konuda Sokrates: Birey, “Neyi ne kadar bildiğinin farkında olmalı ve bilgiye, bilene saygı duymalı, bildiği kadar konuşmalıdır.” diyor. Kitabın yazarı Edwart Said: “Entellektüel, eskiden olduğu gibi, toplumda uzlaşma oluşturacak simgeleri yaratan biri değil, bu simgeleri sorgulayan, kutsal gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini (erkek toplumu, kavramı, gibi) teşhir eden; hiçbir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla (Papazlar, imamlar, din görevlileri) mücadeleden çekinmeyen kişidir. Bunun aksi davranışlardakiler, Kültür Emperyalizmini savunur konuma düşmüş olurlar.”
Kapitalist ilişkiler, zaten başlıbaşına Kültür Emperyalizminin beslendiği kaynakları teşkil ediyor. Ülkemizde olduğu gibi eğer tüm radyo televizyon, top yekün medya iktidarın eline geçmişse bizlerin hiç ama hiç şansı kalmıyor demektir.
Edward Said:
*- “Kültürler, cerrahi müdehalelerle Şark-Garp, Doğu-Batı şeklinde ayrılamayacak biçimde iç içe geçmiştir. Türkiye-Yunanistan, İtalya, İspanya, Almanya, Avusturya vb. Bunlar, gerçek melez bir yapıdır. Burada, elde ettikleri bilgi birikimleriyle otoriteye hizmet verip ceplerini dolduranlar gerçek Entellektüel sayılmazlar.”
Wilfrid Owen:
*- “Mürekkep yalamışların çoğu, tüm halkı bir kenara itip, devlete biat edenlerdir; ve onlar bilgileriyle birlikte kendileri de tutsak olmuş anlamına gelir.”
Gerçek entellektüel, bu bağımsızlığını korumak zorundadır. İktidara karşı, gerçekleri haykıran muhalif bir dili kurmasını bilmelidir; aynı dili, savunduğu düşünceleri yayarken de kullanmalıdır. Ve Entellektüel, her zaman itici olmama konusunda özen göstermelidir. Yine Edward Said: “Entellektüeller, şövenist milliyetçiliği, şirketleşmiş düşünce müsveddelerini, sınıf ve ırk, toplumsal cinsiyet imtiyazlarını sorgulayan kişiler olmalıdır.” demektedir. Çünkü onlar (Entellektüeller), nabza göre şerbet vermez. Gördüğü köklü eğitimini, bilgisini ezilen, ötelenen sınıflar için kullanmak, onların hizmetine sunmak durumundadır.“ Entellektüelde olması gereken başka bir özellik, edindiği bilgi birikimini davranışlarıyla dengelemek zorundadır. Bu konuda bizde bir deyim vardır: “Hocanın söylediğini dinle, yaptığını yapma” gibi bir şey. Yani entellektüelin böyle bir lüksü yoktur. O, bilgisi ışığında tavır almalıdır.
Garmisci:
*- Organik Entellektüel üzerine şöyle bir tarif yapar: “Kapitalist ilişkilerde farklı alanlarda bilgi birikimi farklı bir boyut kazanır. Sanayi teknisyenleri, ekonomik politik ve halkla ilişkiler, yeni kültür, hukuk uzmanları. Reklamcılık ve Medya alanında çalışan yüksek eğitim görmüş elemanlar olarak. Bunların hepsi de organik entellektüeldir. Çünkü onlar kapitalist sistemin ürettikleridir.” Virgina Wolf da, “Kendine Ait Bir Oda” isimli kitabıyla ele aldığı denemesinde “Ataerkil toplumda kadının bir şey üretmesi için, mutlaka parası ve Kendine Ait Bir Oda’sı, olmak zorundadır.” diyerek bu yaklaşımı destekleyerek, entellektüel bir tavır sergilemektedir. Yazar, bunu yaşamı boyunca da kararlılıkla savuna gelmiştir.
Örneklemeler
Edward Said:
*- “Jean Paul-Sartre’ı ya da Bernrad Russel’i okuduğum zaman beni etkileyen savundukları tezlerden çok özgül, bireysel sesleri ve mevcudiyetleridir; çünkü inandıkları şeyleri dile getirmektedirler. İsimsiz bir memurla ya da ihtiyatlı bir bürokratla karıştırılmaları mümkün değildir.” der.
Bu iki yürekli insanın o zamanda, Fransa’nın Cezayir politikasına, ABD’nin Vietnam saldırılarına tepkisi tam bir entellektüel tavırdır.
*- Turgenyev, Babalar ve Oğullar’ı. 1860 yılları 20. yüzyılın başlarında bu konular işlenirken toplumsal ve sosyolojik yapıya ilişkin saptamalar da görülmektedir. Bunlardan, “Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ından, Flaubert’in, ‘Gönül ki Yetişmekte’, Joyce’un, ‘Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’ Bu romanlarda toplumsal gerçekçiliğin temsil edilme biçimi, yeni bir aktörün, modern genç entellektüelin aniden sahneye çıkışından derinlemesine etkilenir, hatta tayin edici bir tarzda değişir.”
Babalar ve Oğullar’da, Barazov tiplemesi, bozguncu, ama oldukça güçlü biri. Barazov’da ilk fark edilen şey, ailesiyle bütün bağlarını koparmış olduğudur; hiç ana babası olmamış gibi, kendi kendini yaratmış biri gibi görünür, adetlere kafa tutar, vasatlığa ve klişelere saldırır, ilerici ve akılcı olduğunu düşündüğü yeni, bilimsel, duygusallıktan uzak değerleri savunur.
Turgenyev, Barazov’u sevimli göstermeyi reddettiğini söylemiştir; o “kaba, kalpsiz, acımasız denecek ölçüde kuru ve haşin.” Biri olacaktır. Barazov, Kirşanov ailesiyle alay eder; orta yaşlı baba Schubert’i dinlediğinde ona güler. Alman materyalist bilimin düşüncesini savunur. Ona göre doğa bir tapınak değil, bir atölyedir.
Turgenyev, Romana güzelliğini ve pathosunu veren şey , (yazar)’ın ailelerin, aşk ve akraba sevgisindeki sürekliliklerin, eski, doğal sayılan davranış tarzlarının hüküm sürdüğü bir Rusya ile romandaki tüm diğer karakterlerin aksine hikaye edilmesi imkansız bir tarif olan Bazarov’un nihilist (kötümser) denebilecek ölçüde bozguncu gücü arasındaki uyuşmazlığı betimlemesidir bu.
Bazarov, birden bire ortaya çıkar, her şeye kafa tutar ve tedavi ettiği hasta bir köylüden hastalık kaparak, birdenbire ölür. Okuyucu Barazov’un anarşist entellektüel yanını benimsemez. (Entellektüel,s.-35 / Edward W. Said / AyrıntıYayınları)
Cames Joyce (İrlanda, Dublinli. ULYSSES’in yazarı.)
Joyce‘in genç karakteri, Stephen Dedalus’un durumu da budur, hatta daha aşırısı; Dedalus hayata atıldığı ilk yılları kilise, öğretmenlik mesleği, İrlandalı milliyetçiliği gibi, kurumların ayartıları ile şeytana non serviam (Hizmet etmeyeceksin) sözünü kendine destur edinen bir entellektüel olarak yavaş yavaş gelişen inatçı benliği arasında sürekli gider gelir... Seamus Deane, Joyce’ın, ‘Sanatçının Portresi’ romanı hakkında mükemmel bir gözlemde bulunur: “İngiliz dilinde bir düşünce tutkusunun tam anlamıyla sergilendiği ilk romandır.” der. Stephan Dedalus, romanın bir yerinde şöyle der: (....) “Ne yapacağımı ne yapmayacağımı anlatayım sana. İster evim, ister yurdum, ister kilisem olsun, inanmadığım şeye hizmet etmeyeceğim: Ve kendimi alabildiği kadar özgür ve olabildiği kadar bütünlükle dile getireceğim.” (....) Burada yazar şunu söyler: Entellektüelin faaliyetlerinin amacı insanın özgürlüğünü ve bilgisini arttırmaktır. (Entellektüel, s.33-34 / Edward W. Said / AyrıntıYayınları)
Flaubert’in Kehaneti:
Flaubert, (....) “Gönül ki Yetişmekte” isimli yapıtında, -yaşadığı sürece yönelik- entellektüellerin kendisinde yarattığı hayal kırıklığını anlatmıştır, entellektüellere belki de yöneltilebilecek en acımasız eleştiriyi yapmıştır. Flaubert bu kitapta, bu iki gencin yapıp ettiklerini anlatırken, Frederic Moreau ve Charles Deslauriers’ın bir entellektüel olarak istikrarlı bir yol tutturamamalarına gösterdiği öfkeyi de gizlemez. 1848 – 1851 Paris’inin bohem hayatında kaybolmalarını gerekçe göstererek, onları suçlar. Flaubert’in düşüncesi sonunda şöyle belirtilir: (....) Flaubert’e göre (onların) başarısızlıkları kendi kuşağının başarısızlıklarıdır. Çünkü , Frederic Moreau ve Charles Deslauriers’ın zihnini çelen ortaya çıkan sonsuz sayıda şey, başdöndürücü haz içeren modern topluma dönenen bir bedel olarak betimler. (Flaubert, sanki bir kehanette bulunur gibidir burada) Çünkü bu toplum gazeteciliğin, reklamcılığın doğuşuna sahne olan, insanların bir günde ünlü olabildikleri, tüm düşüncelerin pazarlanabilir, tüm değerlerin değiştirilebilir hale geldiği, tüm mesleklerin kolay para kazanma ve çabucak başarılı olma arayışına indirgendiği bir dolaşım alanına dönüşmüş bir toplumdur.” diyerek, noktayı koyar.
Burada tutarlı, sağlam duran bir entellektüel olmak yürek ve irade işidir artık...
Edward Said:
“Barazov, Dedalus ve Moreu uç örneklerdir şüphesiz. Ama biz entellektüelleri eylem halinde, etrafı çeşit çeşit güçler ve ayartılarla sarılmış, kuşatılmış bir biçimde; (iken) basit bir elkitabından bir seferde öğrenilebilecek bir görev değildir.“ diyor. Entellektüel bilgi birikiminin bizlere devamını önerirken, yaşanılan süreçlerle uyum içinde olunması gerektiğine de vurgu yapıyor...
Alvin Gouldner
Gouldner: “epey bir zaman önce entellketüellerin yenibir sınıf halini aldıklarından ve eski para babası, mülk sahibi sınıfların yerini artık büyük ölçekte entellektüel yöneticilerin aldığı” nı iddia etmişti.
Gouldner, entellektüelin geniş halk kesimlerine hitap edmediklerini, üst bir dil kullandıkları için, anlaşılamadıklarını ileri sürer. (Entellektüel,s.27/ Edward W. Said/AyrıntıYayınları)
Sürgün Entellektüeller
Zamanımıza girmeden önce, tarihten akılda kalan bir örneği hatırlatmak istiyorum. O da, Roma’dan Karadeniz’e sürülen Latincenin büyük şairi Ovidius’tur. (Entellektüel/Edward W. Said/S. 59./Kaynak Yayınları)
Theodor Wiesengrund Adorno, (...) “sürgün kimliğini Naipaul’dan bile daha katı ve daha kararlı bir biçimde taşımıştır... O, Batı’nın kitlesel tüketimciliği tehlikeleriyle mücadele etmiş ve bence yirminci yüzyılı ortalarının entellektüel vicdanı olmuştur.
Biz, Adorno’ yu (sürgüne yönelik) şu sözüyle hatırlarız: “İnsanın kendi evinde olduğu halde, kendi evinde değimiş gibi tedirgin yaşamasıdır.” Üçüncü Dünya’daki diğer ülkelerin sürekli gidip gelen Naipaul’un tersine Adorno, felsefe, müzik (Berg ve Schönberg’in öğrencisi ve hayranıydı) sosyoloji, edebiyat, tarih ve kültür analizi alanlarında profesyönellik ölçüsünde, şaşırtıcı bir ehliyete sahip, kültürle dokunmuş bir Avrupalıydı. (V.S. Naipaul, Nobelli, Karaip -1935 doğumlu yazar, 86 yaşında. Naipaul, Avrupa’yı göklere çıkaran, kendi ülkesi Karayip’i ve Doğu İslam ülkelerinden nefretiyle tanınır.)
Kısmen Yahudi kökenli aileden gelen Adorno, doğup büyüdüğü Almanya’yı Nazilerin iktidarı ele geçirmelerinden kısa bir süre sonra 1930’da terk etti. Önce Oxford’a felsefe okumaya gidip, orada Husserl üzerine son derece çetin bir kitap yazdı. Sonraları, Almanya’ya geri döndü. Fakat Frankfurt Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün diğer üyeleriyle birlikte ABD’ye göç etmek zorunda kaldı. Ancak Amerika yılları ona sonsuza kadar bir sürgün damgası vurmuştu. (Entellektüel/Edward W. Said/S. 66./Kaynak Yayınları) Adorno, cazdan ve popüler kültürden tiksiniyordu; doğa manzaralarıyla hiç arası iyi değildi. Marksist – Hegel felsefe geleneğinde yetiştiği için, Amerikan filmlerinin, sanayinin, günlük yaşam alışkanlıklarının, olgu ağırlıklı öğretim sisteminin ve paragmatizminin bütün dünyayı etkisi altına alması tüylerini diken diken ediyordu. O, Avrupa’dayken de burjuva beğenisi dene şeye aşırı eleştirel yaklaşıyordu... İster kendi tarafına olsun, ister başkalarına, bütün sistemlerden eşit ölçüde nefret ederdi Adorno tam bir entellektüeldi.” (Entellektüel/Edward W. Said/S. 62./Kaynak Yayınları)
‘Sürgün Entellektüel’ diye adlandırdıklarımız bazılarının bu kavram içine sığdırılması, yorumcunun bakış açısına, baktığı yere bağlıdır. (...) ”Bu gün Birleşik Devletler, yakın tarihlerde başa geçmiş iki Başkanın yönetimi sırasında ülkelerine sürgün edilmiş iki entellektüele (bu kişilerin hala sürgün entellektüeller sayılıp sayılmayacağı, -yukarıda değindiğimiz gibi yorumcuya bağlıdır.- Nazi Almanya’sından Henry Kissinger, komünist Polonya’dan Brezinski’ye son derece yüksek kademede görevler verildi. Dahası Kissinger’in Yahudi olması da ona, İsrail’in temel dönüş yasasına göre, istediği zaman İsrail’e göç edebilmesi gibi tuhaf bir konuma oturtmaktadır.” (Entellektüel/Edward W. Said/S. 62-63./Kaynak Yayınları)
Bunlara, Stefan Zweig ve Thomas Mann da eklenebilir. Bu süreçte Avrupa’dan bir çok akademisyen, bilim adamı, sanatçı, insan bilimler ve toplum bilimleri alanında yetkin kişiler göç etmiştir. Kimi yorumcular için ABD bunlar için koruyucu bir kalkan oluşturduğunu söylemektedir.
Her yüzyılda, çeşitli çatışmalar ve savaşlar nedeniyle yüzbinlerce, hatta milyonlarca insan o ülkeden o ülkeye göç etmektedir. Amaçları, daha demokratik, adaletli, insanca bir yaşam sürmek amacındadırlar. Kuşkusuz toplumun bir parçası olan entellektüel bireyler de bundan nasibini almaktadır. Öyle ki, haksızlıklara, politik yönlendirme ve yozlaştırmalara şiddetle karışı olan Aydın-Entellektüel kesim çoğu zaman en fazla bedel ödemek durumundadır. Bu durum diğer ülkelerde olduğu gibi, kuşkusuz bizim ülkemiz entellektülleri için de geçerlidir.
Yazar Edward W. Said, ENTELLEKTÜEL adlı bu eseriyle bize bunu en açık bir dille sunmaktadır.
*- Entellektüel / Edward W. Said/ Mart 2017, 7. Baskı. / Ayrıntı Yayınları