MUSTAFA SUPHİ’NİN “İLM-İ İCTİMAÎ NEDİR?” KİTABI ÇEVİRİSİ VE OSMANLI’DA ETNİK SORUN ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ

MUSTAFA SUPHİ’NİN “İLM-İ İCTİMAÎ NEDİR?” KİTABI ÇEVİRİSİ VE OSMANLI’DA ETNİK SORUN ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ

Mustafa Suphi’nin  Kitabı “İlm-i İçtimaî”

Yüz iki yıl önce katledilen Mustafa Suphi ve yoldaşlarının aziz hatıralarına saygıyla…

Mustafa Suphi, Türkiye komünist hareketinin en önemli kişiliklerindendir. Sol hareketin bütün bileşenleri; Mustafa Suphi’nin sosyalist ve komünist mücadele üzerindeki etkileri konusunda genel olarak birleşmektedirler. Türkiye sol hareketi, Mustafa Suphi’yi Marksist bir siyasetçi ve Türkiye Komünist Fırkası’nın ilk başkanı olarak tanımış ve ağırlıklı olarak onun yaşamının bu dönemi ile ilgilenmiştir.

Ancak Mustafa Suphi’nin bir de Marksizm öncesi hayatı bulunmaktadır. Bir insan ömrünün bütünü göz önüne alındığında onun politik tutumunun ve dünyaya bakışının temellerinin atıldığı, biçimlendiği ve kültürel olarak beslendiği ilk dönemleri de bir o kadar önemli olmaktadır. Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, Mustafa Suphi’nin Marksizm öncesi dönemindeki düşüncelerini, ilgi alanlarını ve mücadelesini gün ışığına çıkaran önemli çalışmalardır.

Burada tam da bu anlamda Mustafa Suphi’nin -sol ve komünist hareket içinde fazla ilgilenilmemiş- bir çevirisi ve Osmanlı’daki etnik sorun üzerine görüşlerini yazdığı bir kitabından söz edeceğiz.

Aşağıda ayrıntılı olarak aktaracağımız gibi Mustafa Suphi burada bir çevirmen olarak karşımıza çıkmaktadır ve çevirdiği kitabın adına “İlm-i İctimaî Nedir?” başlığını atmıştır. (1)

İlm-i İctimaî” kavramını, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı aydınları “Sosyoloji” ye karşılık olarak kullanmışlardır. İctimaî, “sosyal”, ictimaiyyat, “sosyoloji”, ictimaiyyun “sosyolog” anlamındadır. İlm-i ictimaî, sosyoloji bilimi ya da toplumbilim olmaktadır.  

Söz konusu kitabın yazarı bir Fransız sosyolog, Célestin Bouglé’dir. Célestin Bouglé, (1870-1940) Auguste Comte’un pozitif ve bağımsız bir bilim alanı olarak tanımladığı “sosyoloji”yi yirminci yüzyılın başlarında -Auguste Comte- çizgisinde savunan ve Fransa’da sosyolojinin kurumsallaşmasında katkısı olan bir sosyal bilimcidir. 

Mustafa Suphi, Célestin Bouglé’nin kitabını, -Fransa’da- yayımlanışından dört yıl sonra 1911’de Fransızcadan Osmanlıcaya çevirerek İstanbul’da yayımlamıştır. İlm-i İctimai Nedir? kitabının Osmanlıca baskısı 176 sayfadır ve İstanbul’da Mürettibin-i Osmaniye matbaasında basılmıştır.

Mustafa Suphi’nin başına bir önsöz yazdığı “İlm-i İctimaî Nedir?” kitabı yayımlanışından yüz on bir yıl sonra tam metin olarak okurla buluşmuştur.

Célestin Bouglé’nin “Sosyoloji Nedir?” kitabı ne anlatıyor?...

Célestin Bouglé, “Qu'est-ce que la sociologie?”, “Sosyoloji Nedir?” adındaki kitabını 1907 yılında yazmış ve kitap Fransa’da basılmıştır.

Célestin Bouglé, “Sosyoloji Nedir?” adlı kitabında: Saint Paul adlı küçük bir kasabada yaşayan insanlar örneğinden yola çıkarak; insanların toplumsal değişimle nasıl farklılaştıklarını ve toplumsal değişimin insanın davranışlarını ve moral değerlerini nasıl etkilediğini irdelemektedir. Aynı zamanda insanlık tarihinin sözü edilen evresinde yaşanılan ve belirleyici hale gelen kapitalizmin; sanayileşmeyi bütün sosyal yapıya nasıl yaydığını, sanayileşmenin yeni toplumsal sınıflar ve tabakalar ortaya çıkardığını, köylerden kentlere göçü zorunlu kıldığını, eski ve geleneksel toplumsal yapının parçalandığını, yeni ve bireyi temel alan bir iktisadi sistemi hâkim kıldığını anlatmaktadır.

Célestin Bouglé’nin çözümlemeye çalıştığı dönemin Avrupası diğer bir yanıyla devrimlerin ve karşı-devrimlerin yüzyılıdır. Yüzyılın başında Emek Cephesi kendi toplumsal ve ideolojik programlarını henüz oluşturma yolundayken, bir bilim olarak sosyolojinin yolculuğu tam da bu dönemde, bütün Avrupa’nın yaşadığı büyük bir toplumsal kriz ortamında başlamıştır. Avrupa’da, özellikle Fransa’da bu gelişmeler olurken, sosyoloji; Türkiye’de aydınların önce merakını, sonra yoğun ilgisini çekmiştir.

Osmanlıda “Sosyoloji” ve Mustafa Suphi’nin İlm-i İctimai çevirisi…

Türkiye’de de sosyoloji bilimine aydınların yoğun ilgisinin nedeni konusunda sosyolog Yıldız Akpolat şunları yazmıştır:

“Genel olarak sosyolojik yaklaşım, toplumu tüm yönleriyle görmeye-kavramaya çalışır. Sosyoloji; ekonomik, sosyal, kültürel tüm olgu ve olayları tek elden, bütüncül açıklama gayretinde olarak, toplumun tek ve belirli bir yönüyle ilgilenen diğer sosyal bilimlerden kendini farklılaştırır, meşrulaştırır, hatta bir üst konuma getirir.” 

Kurtuluş Kayalı da, “Bizim ilk sosyologlarımız genellikle toplumun tüm sorunlarını somut olarak çözmeyi amaçlamışlardır… Türkiye’de sosyolojinin gelişim tarihi, Türkiye’nin entelektüel tarihiyle örtüşmektedir…” diye yazarak bu tarihsel döneme işaret etmektedir.  

Özellikle 1908 sonrası meşrutiyetle gelen özgürlük ortamında Osmanlı aydınları da Avrupa’da belirginleşen bu çizgiyi izlemişlerdir. 1908 ile 1918 yılları arasındaki on yıllık bir zaman zarfında farklı sınıflara ve toplumsal kesimlere sözcü olan aydınlar, sosyolojiyi kullanarak; Osmanlı toplumunun içinde bulunduğu sosyal ve siyasi krizin aşılması için kendilerine uygun görünen çıkış yolları üzerinde durmuştur. 

Bu dönemde basılan sosyoloji dergilerinden ilk akla gelenler, tartışmanın boyutunu göstermesi açısından önemlidir. Türk burjuvazisinin oluşturulmasını savunan Türk Yurdu dergisinin, liberal iktisadi ve sosyal yapıda ısrar eden Ulum-i İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuası’nın, Türk-Müslüman burjuvazisinin yayın organı niteliğindeki Sanayi dergisinin, İttihatçıların “milli iktisat” dedikleri devlet eliyle Türk burjuvazisinin yaratılmasını savunan İktisadiyyat Mecmuası’nın, iktisadi müdahaleciliği zorunlu kabul eden bir başka yayın organı Ticaret-i Umumiyye Mecmuası’nın, kendi kendine yeterliliği savunan İslam Mecmuası’nın, halkçılık fikrini ilk ortaya atan Yeni Mecmua’nın, faşizmin önemli dayanaklarından korporatist görüşleri savunan Ziya Gökalp’in Milli Tetebbular Mecmuası’nın yayımlandığı dönem 1908-1918 aralığıdır.

Mustafa Suphi de o dönem Türkiye’de sosyolojinin tanınmasına emeği geçen Osmanlı aydınlarındandır.

Sosyolog Hilmi Ziya Ülken, 1911 yılında Emile Durkheim adının henüz duyulmadığı bir sırada Mustafa Suphi’nin; Célestin Bouglé’nin kitabını Türkçeye çevirerek İlm-i İctimai Nedir? adıyla yayımladığını yazmış ve bu eseri Durkheim sosyoloji ekolüne mensup bir profesörün bu ekolü en iyi anlatan elkitabı olduğunun altını çizmiştir.

Sosyolog Yeliz Okay ise, İlm-i İctimai Nedir? kitabının Türkçede sosyolojiyi başlı başına tanıtan ilk çeviri kitap olduğunu belirtmiştir.

Mustafa Suphi’nin düşünsel dönüşümü ve ilk yazıları…

Mustafa Suphi İlm-i İctimaî Nedir? başlıklı çeviriyi yaptığı bu dönemde İttihatçılarla yolunu çoktan ayırmış ve farklı arayışlar içine girmiştir. 1912’de -kendisi gibi- İttihat ve Terakki’den ayrılan Ferit Bey (Tek) -Kütahya eski mebusu-, Yusuf Akçura Bey, Câmi Bey (Baykurt) -Fizan eski mebusu ki, Câmi Baykurt, sonraki yıllarda sol hareket içinde kendinden yine söz ettirecektir- gibi aydınların kurduğu Milli Meşrutiyet Fırkası’na katılacak; parti programının ekonomi bölümünü kaleme alacak ve parti yayın organı İfham gazetesinin sorumlu müdürlüğünü üstlenecektir.

Bu dönemde yazdığı makaleler onun hem ilgi alanlarını hem de tercihlerini ortaya koyması açısından önemlidir. Sosyolog Şerif Mardin Osmanlı aydınlarının büyük çoğunluğunun “anlamakta en zorluk çektikleri olgunun iktisadi süreçler” olduğunu yazmaktadır.

Mustafa Suphi bu konuda bir istisna sayılmalıdır. İktisada ve iktisadi faaliyetlere dair bilgisi ve merakı, aydın duyarlılığının yanında özellikle bu niteliği, başından beri toplumsal mücadelede sınıf gerçeğini hissetmesiyle diğer Osmanlı aydınlarından farklı olmasını sağlamıştır. 1908-1913 tarihleri arasında yazdığı makalelerinde bunun izlerini sürmek mümkündür. 

Mustafa Suphi’nin 1908-1913 dönemi makalelerinin genel konuları ‘iktisat’ olmakla beraber; Devlet bütçesi, Hazine ve parlamento ilişkisi, Eğitim politikaları, Meşrutiyet ve halkın beklentileri, Köylülüğün durumu –onlara sağlanacak krediler– tarım politikası, Türk milliyetçiliği ve geleceği, Havacılık alanındaki gelişmeler, Sömürgecilik –Batı’nın sömürgecilik politikaları– İtalya ve Trablusgarp, Girit Sorunu -Yanya vilayetinin durumu, Grev-örgütlenme-sosyalizm, Tütünün tarihi, Mısır’da siyaset ve siyasi partiler vb. gibi çok geniş bir yelpazede yazılar yazmıştır.

Bu yazılara ilginç birkaç örnek vermek gerekirse:

  • Peş peşe ve çok sayıda yazdığı “Bütçe” konulu makalelerinde; bütçenin -artık- milletin ortak malı olduğunu ve onu kullanmanın hükümetin tercihlere bağlı kaldığını belirterek, “vatandaşın bütçe hakkı”ndan söz etmiştir.
  • 1912’de yazdığı Vazife-i Temdin’de İtalya’nın Trablusgarp’ı işgalinden yola çıkarak Batı’nın sömürgecilik sistemini eleştirmiş, işgallerin yerli halklar için acı bir kölelik, sömürgeci milletler için zalim bir refah olduğunu belirtmiştir. Burada, toplumların ilkel komün çağından, kapitalizme varışının tarihsel sürecini anlatan Mustafa Suphi, İngiltere örneğini vererek; sömürgeci devletlerin kurduğu sistemin yalnızca hammadde temini ve mamul mal sirkülasyonundan ibaret olmadığını, mali sermayenin de devreye girdiğini belirterek iktisada ilgisi konusunda önemli bir sorunun altını çizmiş ve şöyle yazmıştır:

“İngiltere şu anda eğer az bir zaman için bile olsa ürettiği mallarını satacak yer bulamazsa; demirler altında ezilir, iplik yumakları içinde boğulur... Sonra bu ticaretten sağladığı büyük altın yığınlarını hazinelerde saklamak asrın geldiği bu noktada uygun bir usul değildir. Onları da kullanmak, onları da ticari sirkülâsyona sokmak zorundadır. Bu suretle yalnız mal değil, para ticareti için yeni yerler bularak, yeni sömürge topraklarına ihtiyaç duyacaktır...”

  • Türklüğün İstikametleri makalesinde, Osmanlılık kimliği altında ezilen “Türklüğü”; emperyal hayalleri reddeden ve başka milletlerle birlikte yaşamasını savunan bir yapıda desteklemiştir.
  • Yanya Vilayeti Ahval-i Umumiyesi makalesinde; Yanya’nın toplumsal sorunlarını analiz etmiş, Yanya’nın kalkınması için bir dizi ekonomik ve sosyal önlemin yanında, köylünün toprak sahibi yapılması, toprağa bağlanması ve bir nevi toprak reformu yapılmasını önermiştir. (2)

İlm-i İctimai Nedir? çevirisi neden yapıldı?...

Burada asıl merak uyandıran soru, Mustafa Suphi’nin İlm-i İctimai Nedir? kitabını neden çevirdiğidir. Bunun yanıtını Mustafa Suphi kitaba yazdığı önsözde büyük ölçüde vermektedir. Önsöze “İfade” başlığını atan Mustafa Suphi; sosyolojinin bir bilim dalı olarak son zamanlarda önemli ölçüde suiistimal edildiğini; tek tek insanların sosyal faaliyetlerinin toplumları oluşturduğunu; bir sosyal varlık olan toplumların çeşitli faktörler altında yaşamakta olduklarını; iktisadi etkenlerin, geleneklerin, dinin, maneviyatın, ahlakın, estetiğin bu faktörlerden bazıları olduğunu yazmıştır. İşte bütün bu süreçlerin toplumlar üzerindeki etkisini, karşılıklı etkileşimleri, değişimi ve bunlardan ileriye dönük sonuç çıkarma imkanının bir bilim dalını doğurduğunu, sosyolojinin bu işlevi yerine getireceğini ilave etmiştir.

Mustafa Suphi bu genel saptamadan sonra asıl konuya gelmiştir. 1910’lu yıllarda siyasi ve toplumsal pek çok meselenin çözümsüz hale geldiği çok milletli Osmanlı İmparatorluğu’nda en önemli iç sorun -etnik sorun- nasıl çözülecektir?

İmparatorluğu meydana getiren milliyetleri bir arada tutmak; onların aralarındaki ilişkileri düzenlemek, farklılıkları izah etmek ve çatışmaları önlemek nasıl mümkün olacaktır? Onun saptamasıyla bu büyük memleketteki “Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut, Türk, Ermeni, Kürt, Arap, Berberi ... ilâh...” milletler nasıl birlikte yaşayacaktır?

Mustafa Suphi, İmparatorluğun kaderinin tartışıldığı platformlarda, diğer Osmanlı aydınları arasında; “Türkçü”lerin, “Batıcı”ların, “İslamcı”ların, “Mesleki Temsilci”lerin ve her milletten “Etnik milliyetçi”lerin ülkenin “dağılışını” kolaylaştıran çözüm önerilerine karşı, Osmanlı İmparatorluğu’nu, onu oluşturan milliyetlerine dayanarak ayakta tutmayı savunan, bu bütünlüğü -daha eşitlikçi ve demokrat bir platformda- korumayı amaçlayan bir düşünceyi savunmuş, sosyolojinin imkanlarını ülkenin bu hayati sorununun çözümünde kullanmak istemiştir.

“İfade” başlığı taşıyan önsözünde Mustafa Suphi -kendi ifadesiyle- sorunu şöyle özetlemiştir:

 “Asya, Avrupa ve Afrika’da toprakları olan Osmanlı İmparatorluğu “Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut, Türk, Ermeni, Kürt, Arap, Berberi vb.” gibi milletlerden meydana gelmektedir. Bu milletler farklı ırklara ve iklimsel yaşayış şartlarına sahiptir. Aynı dine sahip olanlar bile kendilerine özgü yaşama biçimleriyle birbirlerine benzemezler. Bu farklı milletlerin ortaklaşa yaşama koşullarını ve öncelikli gereksinimlerini araştırmak ve saptamak mümkün ve imkân dahilindedir. Her milletin yaşam koşulları bu şekilde ortaya konulursa, İmparatorluk içindeki konumları da bu tespitlerle ortaya çıkar. O zaman hükümet, programını bunları göz önünde tutarak oluşturur. Hatta ülkenin altyapısının -yollarının- bile bu genel toplumsal koşullara ve etnografyaya göre yapılması lazımdır…” diyerek, bir çeşit federasyon ile çözme fikrindedir.

Nitekim Mustafa Suphi bu düşüncesini bir başka vesile ile farklı bir coğrafya için yine dile getirmiştir. 1913’de sorumlu müdürlüğünü yaptığı İfham gazetesinde de “Balkanlara huzur ve barışın bütün Balkan Halklarını içine alacak bir Demokratik Federasyonla gelebileceğini” yazan ünlü Fransız Sosyalisti Jean Jaurés’in ilgili makalesini -İfham’da- yayımlayarak, milliyetlerine bölünerek “dağılışı” değil, -demokratik yolla- bütünlüğü koruma düşüncesinin takipçisi olduğunu göstermiştir. 

Ancak Batı’dan ve Rusya’dan gelen emperyalist müdahaleler yoğunlaştıkça, Balkanlarda yükselen ulusal hareketler, daha da önemlisi 1912 Balkan Savaşı sonrasında -Balkanlarda- Osmanlıdan ayrılmayı seçen milletler çoğaldıkça, Osmanlı Devleti’nin “bütünlüğü” sorunu giderek gündemden çıkmaya başlamış, “Türklük” unsuru ağır basar hale gelmiştir.

“Mustafa Suphi, (bu tarihten yedi yıl sonra) Bakü’de çıkardığı Yeni Dünya gazetesindeki Tarihî Vazife başlıklı makalesinde tam da o günlere değinmiş ve şöyle yazmıştır:

“… Bundan hemen on yıl önce bizler; devletçi veya köylü sosyalistler, minimalist (asgari) milliyetçiler, federalistler, kısaca Türk gençliğinin; saldırgan şoven İttihat ve Terakki siyasetine karşı ayaklanan kısmı, bir taraftan memleketi ve rençber halkı felâketten felâkete sürükleyecek savaşlara son vermeye çalışırken, diğer taraftan da Anadolu’ya hayat verecek medenî, inkılâbi gelişmelere zemin ve yol arıyorduk.” 

Diğer taraftan farklı cepheden bir çakışmayı da burada anmak ilginç olacaktır.

Batı emperyalizmi ve Çarlık Rusya’sının Osmanlı İmparatorluğunu, onu oluşturan milletler üzerinden giriştiği milliyetçilik görüntüsü altındaki “parçalama” programı dönemin realitelerindendir.

Stalin hakkında bir biyografi yazan İmam Raguza’nın aktardığına göre; 1906’da ünlü İttihatçı liderlerden Ahmet Rıza ile Paris’te görüşen Stalin; “Prensip olarak, Türk İmparatorluğu’nun ya da Rus İmpara­torluğu’nun bütünlüğüne karşı çıkan her türlü davranış, benim gözüm­de gerici bir davranıştır. Milliyetçilik, düşüncelerimizin başarısını geciktirir” diyerek -İttihatçı- Ahmet Rıza’yı “dağılışa” karşı ikna etmeye çalışırken, (henüz Marksist olmayan) Mustafa Suphi de Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü koruyarak etnik unsurlarına dayalı (federatif) bir yönetim imkânını sorgulamaktadır. (3)

Çeviriye dönersek burada bir başka noktanın altını daha, önemle çizmek gerekmektedir. Mustafa Suphi gerek kitabını çevirdiği Célestin Bouglé’yi, gerek yazdığı makalelerinde gönderme yaptığı veya eserlerini tanıttığı dönemin sosyolog ve düşünürlerine yaklaşımı; dinamik, eleştirel ve sorgulayıcıdır.

Örneğin bazı makalelerinde başarılarını övdüğü sosyolojinin kurucu babalarından Frédéric le Play için Servet-i Fünun gazetesinde 5 Aralık 1910’da yazdığı makalede; “Frederic le Play’in kıymeti, cemiyetin esasları hakkındaki nazariyatından ziyade hayat-ı içtimaiyeyi tahkik ve hal-i hazırda mağdur olanlara muavenet yolunda vaz’ ettiği usul ve müessesatta taayyün eder. Yoksa felsefede denilebilir ki, le Play bir mistiktir” diye yazmıştır.

Yine dönemin gözde ideolojilerinden Sosyal-Darvinizm taraftarı burjuva sosyologların Batı’nın “üstün”, sömürge halklarını “aşağı ırklar” değerlendirmelerini kabul edilemez bulmuş; “Gariptir ki Darvinizm nüfuzuyla ortaya bir kanun demeyelim fakat bir şibh-i kanun (kanun benzeri) çıkarılmıştır: Hallerinden daha yüksek bir terbiye kabiliyetinde olmayanlar izmihlale (yok olma) mahkûmdurlar... Fakat Amerika otoktonlarının (yerli halkı) ve Afrika siyahîlerinin daha yüksek bir terbiyeye müsait olmadıkları neden sabit oldu?” diye yazarak bu tür ırkçı yaklaşımları reddetmiştir.

Diğer yandan Mustafa Suphi, kitapta adı geçen tarihçi, iktisatçı ve düşünürler hakkında dipnotlar halinde bilgiler vererek okuyucusunu bilgilendirmek istemiştir. 

İlm-i İctimai Nedir? kitabının son bölümü, “tarım toplumundan sanayi toplumuna” geçen, yani kapitalistleşen bir iktisadi yapıda; “iktisadi işbölümü, işbölümünün önemi, şekilleri, sebepleri ve sonuçları” ile kapitalizmin toplumsal hayata soktuğu “ihtisaslaşma” konusuna ayrılmıştır.

Kapitalizmin sebep olduğu -köylülüğün çözülmesiyle- ortaya çıkan toplumsal parçalanma, yeni sınıfların ve sosyal tabakaların tarih sahnesine çıkması, kapitalizmin şafağında bulunan Osmanlı toplumu için hem yeni bir süreç hem de yeni kavramlarla tanışma dönemidir.

Mustafa Suphi, Batı toplumlarını tepeden tırnağa sarsan ve değişime zorlayan bu yeni ekonomik düzenin Osmanlı toplumunu da aynı biçimde etkileyeceğinin farkındadır. Kitabın bu son bölümü; “iktisat bilimi” ile, “iktisadi faaliyetlere” ilişkin bilgi ve merakını bildiğimiz Mustafa Suphi’yi ayrıca ilgilendirmiş olmalıdır.

İlm-i İctimaî Nedir? kitabı Ek Bölümü…

İlm-i ictimaî Nedir? kitabı; 

  • Mustafa Suphi’nin çevirinin başına yazdığı “İfade” başlıklı önsözle onun Marksizm öncesi düşünsel yapısını kendi kaleminden öğrenmemiz açısından son derece değerlidir.
  • Kitabın ana metni olan (İlm-i İctimaî Nedir?); Türkçede sosyoloji literatürü ve sosyoloji tarihi açısından, aynı zamanda ilk sosyoloji çevirilerinden biri olmak itibariyle önemlidir.
  • Kitabın sonunda yer alan “Ek Bölümü” ise; “liberal-demokrat” düşünceleri olan bir Osmanlı aydınından, Türkiye Komünist Fırkası başkanlığına uzanan Mustafa Suphi’nin yaşamının önemli dönemeçlerinin satır başlarına işaret ederek, Mustafa Suphi’nin yaşamı, mücadelesi ve katledilmesi sürecini özetlemektedir.

Mustafa Suphi, çok milletli Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan halklar için öngördüğü federasyon şeklinde örgütlenmiş yönetim yapısını komünist olduktan sonra da sürdürmüş, bu yapı Marksist modele de uymuştur. Türkiye’deki Türk, Kürt, Ermeni, Rum ve diğer ulusların yaşadığı tespitinden yola çıkılarak federatif yönetim düşüncesi hep canlı kalmıştır.

Türkiyeli komünistlerin Türkiye’de yönetim yapısına dair aldığı ilk kararlar; 22 Temmuz 1918’de Moskova’da toplanan ve Mustafa Suphi’nin başkanlığını yaptığı Türk Sol Sosyalistleri Konferansı’nda dile getirilmiştir.

Mustafa Suphi’nin ifadesiyle Konferans; “Türkiyeli sosyalistlerin sosyalizmi, ütopyadan örgüte dönüştürme yolundaki” ilk adımı olmuş ve Türkiye’de yaşayan; dinleri, dilleri, milliyetleri ayrı muhtelif unsurlar için özerk yönetim yapısı ve federasyon esası öngörmüş, parti organı Yeni Dünya gazetesinin altıncı sayısında Konferans ayrıntılı bir şekilde yer almıştır. (18) 

Aynı sayıda Ermeni tehcirinin bütün izleri henüz taze iken Konferans; “Türk emperyalizmi ve Ermeni burjuvaziyası tarafından fakir Müslüman ve Ermeni halkları arasında ikâ edilmekte olan mezalime dair vesikaların toplanarak bir yerde olmak üzere Türk-Tatar, Ermeni, Rus ve mümkün olsa İngiliz, Alman, Macar dillerinde neşrine” karar verdiğini duyurmuştur.    

Bu konferanstan iki yıl sonra Türkiye Komünist Partisi 10 Eylül 1920 tarihinde Bakü’de kuruluş kongresine başlamış, 13 Eylül’deki “program müzakereleri” oturumunda “federasyon” sorunu yeniden tartışılmıştır. Bu konu tutanaklarda özetle şöyle yer almıştır:

“Edilen itirazlar üzerine Suphi yoldaş izahat vererek “federasyon” kelimesinden ne kastedildiğini anlattı. Büyük bir federasyon içindeki küçük cumhuriyetlerin devletten ayrılmadıklarını, bahusus (özellikle) sosyalist esasta kurulmuş hükümetlerde bunların idare işlerinde her vakit siyaset-i iktisadiye cihetinden müttehit (birleşik) bir şekil teşkil ettiklerini, bundan asla korkmamak lazım geldiğini anlattı… Ahmet Cevat yoldaşta, bugünkü münakaşadan anlıyorum ki eski zihniyetlerimizi terk edemiyoruz. Biz eski kafamızdan ayrılmayacak olursak, bizim kanunlarımız burjuvazi kanunlarından farksız olur. Hudut, bayrak, padişah bunlar beşerin zararını doğuracak batıl şeylerdir… Her millet gibi Araplar, Kürtler, Bulgarlar da ne surette yaşayacaklarını kendileri takdir ve tayin edeceklerdir. Federasyonu Rusya kabul ettiği gibi biz de kabul etmeliyiz…” diye konuşmuş, madde aynen kabul edilmiştir.

1920; Türkiye Komünist Fırkası Programı’ndan birkaç ayrıntı...

TKP Kongresi, Türkiye’nin yönetim şekli olarak bütün emekçi sınıfların temsil edileceği federatif temelde bir “Şuralar Cumhuriyeti”ni esas almıştır. Anadolu’da ki etnik yapıyı dikkate alarak; Türk-Ermeni-Kürt-Rum milletlerinin geçmişteki çatışmalarının kaynağını emperyalizm-kapitalizm ve bunların dolaysız sonucu olan “her milletin kendi burjuva cumhuriyetini” kurmaya kalkışma olarak saptamış; Şuralar Cumhuriyeti’nin ise bütün milletlerin emekçi köylü ve işçilerini içine alacağını, her milletin dil ve kültürünü özgürce geliştirebileceğini, bütün ayrıcalıkların kaldırılacağını; Şura Cumhuriyeti’nin gönüllü bir birlik olacağını, eğer bir milletin amele ve rençber sınıfı bağımsız yaşamak istiyorsa bunun çözümünün halk oylamasıyla ve barışçı olacağını öngörmüş ve “ayrılma” hakkını tanımıştır. Program, bütün ruhani kurumların hükümet ve yönetimden ayrılarak gerçek anlamda vicdan özgürlüğüne ve laisizme imkân tanımıştır. Türkiye’de emperyalizme karşı devam eden mücadeleyi “milli inkılap” olarak saptayıp desteğini ifade etmiş, nihai amacının Türkiye’deki çeşitli milletlere mensup “amele ve rençber” sınıfının hâkim olacağı bir düzenin kurulması olarak belirlemiştir.

Mustafa Suphi ve 14 TKP liderinin katledilmesi sonrasında Türkiye Komünist Partisi, İstanbul Komünist Grubu’nun inisiyatifine geçmiş, Mustafa Suphi’nin düşüncelerinden ve Kuruluş Kongresi’nde karara bağlanan programdan uzaklaşılmış, bu sorun giderek unutulmuştur. 

  1. Mustafa Suphi’nin İlm-i İctimaî Nedir? başlıklı kitabı, Fransız sosyolog Célestin Bouglé’nin “Sosyoloji Nedir?” adlı kitabının çevirisidir. Kitap, 2022 yılında Sosyal Tarih Yayınları tarafından “İlm-i İctimaî Nedir?” adıyla yayımlanmıştır. (Célestin Bouglé, İlm-i İctimaî Nedir?, Osmanlıcadan Fransızcaya çeviren Mustafa Suphi (Dersaadet 1911), Transliterasyon ve Derleyen Hamit Erdem, İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2022)
  2. Yukarıda sözü edilen makaleler için bakınız: Mustafa Suphi, İlk Yazılar 1908-1913, Transliterasyon: Fadime Ersin, Baha Coşkun, Hamit Erdem, İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2021. Makalelerin sayfa numaraları sırasıyla; 62-92, 329-355, 356-380, 113-124.
  3. İmam Raguza, Ahmet Rıza ve Stalin, (Çeviren Vedat Günyol), Yeni Ufuklar Dergisi, Cilt 16, Sayı 188, İstanbul 1968, Sf, 4. Burada adı geçen İmam Raguza, asıl adı Surne Erzinkjan olan Tiflis (1881-1963) doğumlu bir Sovyet diplomatıdır. 1930 yılında Finlandiya’ya iltica etmiştir. Stalin hakkında bir biyografisi bulunan Raguza’nın eserleri Fince yayımlanmıştır.

 

Hamit ErdemHamit Erdem Kimdir?

Hamit Erdem 1955 Erzurum doğumludur. Eğitimini Siyasal Bilimler Yüksek Okulu’nda tamamladı. 1980 öncesinde Türkiye Komünist Partisi’nde gençlik ve basın birimlerinde faaliyet gösterdi. 

Çeşitli gazete ve yayın kuruluşlarının farklı kademelerinde çalıştı.

Son yirmi yıldır Türkiye’nin yakın dönemi üzerine “Emek ve Sol Tarih” konulu araştırmalarıyla bilinmektedir.

Kitap halinde yayımlanan çalışmaları aşağıdadır:

  1. Mustafa Suphi, (Genişletilmiş 3. Baskı), Sel Yayıncılık, İstanbul 2010
  2. Osmanlı Sosyalist Fırkası ve İştirakçi Hilmi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012
  3. Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF) Yayın Organı Yeni Hayat (Mart-Eylül 1922), Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul 2017
  4. 1920 Yılı ve Sol Muhalefet –Yeşil Ordu Cemiyeti, (Hafi) - gizli- Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, (Resmi) Türkiye Komünist Fırkası–, (Genişletilmiş 2. Baskı), Sel Yayıncılık, İstanbul 2019
  5. Kadınlığa Dair –100. Yılında Sabiha Sertel’in Büyük Mecmua Yazıları– Derleyen: Hamit Erdem, Sel Yayıncılık, İstanbul 2019,
  6. Emek Tarihi Yazıları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2020
  7. Mustafa Suphi -İlk Yazılar 1908-1913-, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul 2021 Transliterasyon: Baha Coşkun, Fadime Ersin, Hamit Erdem
  8. Anadolu Osmanlı Demiryolu ve Bağdat Demiryolu Şirket-i Osmaniyesi İdaresi’nin İçyüzü / Arhangelos Gavril, Dersaadet 1327 (1911, İstos Yayınları, İstanbul 2022, Çeviren: Baha Coşkun, Fadime Ersin, Hamit Erdem
  9. İlmi-i İctimai Nedir?, Celestin Bougle (Paris 1907), Fransızcadan Osmanlıcaya çeviren: Mustafa Suphi (Dersaadet 1911), Transliterasyon ve Derleyen Hamit Erdem

Yazarın, “Emek ve Sol Tarih” kapsamında; “Toplumsal Tarih”, “Birikim”, “İştiraki”, “yeni e” ve sosyalizm.org yayın organlarında makaleleri yayımlanmıştır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler